Giriş

“İslâm” kelimesi, harp ve çekişmenin zıddı olan barış, huzur, Allah’a boyun eğip teslim olma, güven verme, diğer insanları rahata kavuşturma, ihlâs ve samimiyet gibi mânâlara gelir.

İslâm, bütün mahlûkâtı yaratan ve onların varlığını devam ettiren Allah Teâlâ’nın insanlara gönderdiği son dindir. Bu din ile Cenâb-ı Hak, insanların nasıl bir hayat yaşarlarsa daha mes’ûd olacaklarını ve ebedî olan ilâhî nimetlere kavuşacaklarını beyân etmektedir. İnsanlar, Allah’ın sözüne tam olarak inanıp güvenmelidirler. Zîrâ her şeyi yaratan ve onlara sâhip oldukları bütün hususiyetleri bahşeden O’dur. O hâlde insanların nasıl daha huzurlu ve güzel bir hayata sahip olabileceğini en iyi bilen de Allah Teâlâ’dır.

Cenâb-ı Hak, gönderdiği dîn ile insanlara bazı vazifeler yüklemiş, emir ve nehiylerde bulunmuştur. Ancak bütün bunlar kendi ihtiyâcı sebebiyle değildir. Zîrâ O, zengindir, bütün mülkün sâhibidir ve bütün âlemlerden müstağnidir. Cenâb-ı Hak, İslâm’ı, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, onlara faydalar sağlamak ve bu menfaatlerin ebediyyen ve muntazaman devamına medâr olacak yolu göstermek için göndermiştir.

Diğer taraftan insanlar Allah’ın gönderdiği dîne tâbî olarak O’na karşı şükür borçlarını edâ etmiş olurlar. Zira her insan, hayatta iki nevi nimetin ortasındadır. Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân sıfatının eseri olmak üzere evvelâ kendisine yaratılışta bahşedilmiş bir takım büyük nimetler vardır. İkinci olarak; pederinin sulbünden başlayarak vazîfe-perver bir takım insanların gayretleriyle nâil olduğu birçok nimetler de vardır. İnsan bu nimetler sayesindedir ki mevcudat içinde “Hürüm, istediğimi yapabilirim” di­yebileceği bir kemâl mertebesine gelir. İşte insan kendisine bu nimetleri veren Allah’a borçludur ve bu nimetler ona bazı vazifeler yüklemektedir. İnsanın bundan sonra hür irâdesiyle yapacağı amellerinin, istikbâldeki hayatıyla pek sıkı bir alâkası vardır. Fiillerinin neticesinde ya nîmetlere nâil olacak ya da cezaya çarptırılacaktır. Her akıllı insan bunu kendi idrakiyle kolayca kavrayabilecek durumda iken Cenâb-ı Hak büyük bir lütufta bulunarak peygamberler ve kitaplar göndermek sûretiyle dünya ve âhiretle alâkalı bilgileri vermiş ve insanları irşâd ederek işlerini kolaylaştırmıştır.

İşte bu tür nimetlerin sahibi olan Cenâb-ı Hakk’a büyük bir ihlâs ile hamd ve şükür etmenin lüzûmunu idrâk etmek, İslâm’da “kulluk” denilen ilk vazifedir ve bütün vazifelerden önce gelir.

Peki, insanlar İslâm’ın Allah Teâlâ tarafından gönderilen bir din olduğuna nasıl emîn olabilirler?

Allah Teâlâ, dînini kullarına tebliğ etmek için insanlar arasından son derece ulvî bir ahlâka sahip olan üstün kâbiliyetli elçiler seçmiştir. Allah’ın son elçisi de Rasûlullah Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ’dır, sallalâhu aleyhi ve sellem. Allah tarafından seçilen peygamberler, Allah’ın kelâmını insanlara getirirler. Bu sözlerin Allah’a âit olduğunu ispat etmek için de mucizeler gösterirler. Yani sâdece Cenâb-ı Hakk’ın gücünün yeteceği, normalde insanların yapamayacağı bazı hârikulâde hâdiseler gösterirler. Bunun mânâsı şudur:

Peygamber, “Allah’ım, ben doğru söylüyorsam, şu söylediklerim senin sözlerin ise, bunu tasdik etmek üzere insanların yapamayacağı şu hâdiseyi gerçekleştir!” diye dua eder. Cenâb-ı Hak da peygamberinin doğru söylediğini tasdik mâhiyetinde o hârikulâde hâdiseyi gerçekleştirir. Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın elindeki asânın ejderhaya dönüşüp sihirbazların sihirlerini yutması, Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın “Allah’ın izniyle kalk!” diyerek ölüleri diriltmesi gibi…

Son Peygamber Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın da böyle pek çok mûcizeleri mevcuttur.

Peki, bu mûcizelerin doğruluğunu nasıl anlarız? Peygamber Efendimiz’in mûcizeleri kitaplara kaydedilmiş ve en sağlam ilmî usullerle bugüne kadar nakledilmiştir. Bunlar târih boyunca sayısız âlimin tahkîk ve tasdikinden geçmiştir. Meseleye insafla yaklaşan insanların Târih ve Hadîs ilimlerinin netîcelerine güvenmesi lâzımdır.

Peygamber Efendimiz’in en büyük mûcizesi ise Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân ise diğer mûcizelerden daha sağlam ve daha hassas usullerle bugünlere gelmiştir. Târîhî vesîkalar hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde bunu ortaya koymaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’i inceleyen âlimler, onun başka yönlerden de mûcize olduğunu görmektedirler. Kur’ân-ı Kerîm; belâğat, fesâhat, gaybdan haber verme, ilmî keşiflere işâret etme gibi muhtelif yönleriyle ilim ve ihtisas sahibi kişileri şaşırtmaya devam etmektedir.

%d bloggers like this: