“Hakiki Müslümanlık En Büyük Bir Kahramanlıktır!”

Allâh’ın hak dîni olan İslâm’ın Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- tarafından tebliğ edilmesinden sonra dünya üzerinde öyle bir değişim başlamıştır ki bu hareketlilikten nasibini almayan hiçbir şey kalmamıştır. Önceden beri devam eden hiçbir şey eski hâlinde kalmamış, İslâm’a göre şekil almıştır. Bakışlar değişmiş, fikirler kemâle ermiş, ahlâk güzelleşmiş, insanlar insanlık şiârını bulmuştur. İslâm’ın ilk emri olan Allâh’a îmân öyle bir iksîrdir ki, girdiği her sîneyi yüksek mertebelere çıkararak bulunmaz bir kıymet hâline gelir. İnsan asıl değerini, içinde taşıdığı bu cevherden alır.

Peygamber Efendimiz’in elinden içtiği hakîkat şarâbı ile uyanarak kendine gelen ve hakikî kıymetini bulan insanların sayısını Allâh’tan başka kimsenin bilmesi mümkün değildir. Bunlardan sâdece birisini burada misâl olarak vereceğiz: Hansâ bint-i Amr es-Sülemiyye.

Hansâ Hâtun, hem câhiliye hem de İslâmî devri idrâk etmiş, şiir ve inşâda kendisi gibi mâhir başka bir kadının dünyaya ayak basmadığı husûsunda ittifak edilmiş bir kadın şâirdir. Önceleri Hansâ şiir olarak iki üç beyit söyleyebilirdi. Ne zaman ki birâderleri öldürüldü, ondan sonra çokça şiir söylemeye ve haklarında uzun uzun mersiyeler (ağıtlar) nazmetmeye başladı. Bu sebeple Hansâ’nın şiirlerinin büyük çoğunluğunu kardeşleri hakkında söylemiş olduğu mersiyeler oluşturur.

Şâir Hansâ, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in zamanına yetişip onun huzûrunda İslâm’ı kabul etmiş ve sahâbîlik şerefini kazanmıştır. Rasûlullâh Efendimiz Hansâ’nın şiirini bizzat kendi ağzından dinlemeyi arzu buyurduklarında, Hansâ huzûrunda şiir okumuş, Efendimiz de onun şiirini son derece güzel bularak kendisini taltif etmişlerdir.

İmân nûruyla hayatı değişen ve âdeta dişi bir aslan hâlini alan Hansâ Hâtun, Kadîsiye muhârebesinde dört oğlu ile birlikte bulunmuştu. Savaştan önceki akşam onları cihâda teşvik ederek şu nasihatte bulundu:

“Evlatlarım! Siz kendi isteğinizle Müslüman olmuş, kendi irâde ve ihtiyarınızla vatanınızı bırakıp buraya gelmişsiniz. Kendinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki siz, hep bir ananın oğulları olduğunuz gibi aynı zamanda bir babanın evlâdısınız. Ben size haram lokma yedirmedim, şerefinize leke sürmedim ve terbiyenizi ihmâl etmedim.

Siz bilirsiniz ki Cenâb-ı Allâh, kâfirlerle muhârebe eden mü’minler için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve kimsenin aklına gelmeyen mükâfâtlar hazırlamıştır. Mâlûmunuz olsun ki bâkî olan âhiret yurdu, fânî olan dünyâ evinden daha hayırlıdır. Cenâb-ı Hak:

“Ey mü’minler! Sabredin ve düşmanlarınıza karşı sebât gösterin. Cihâd için hazır ve râbıtalı bulunun, nöbet tutun. Allâh’ın emir ve yasaklarını gözetin ki felâh bulasınız.” (Âl-i İmrân, 200) buyuruyor.

O halde inşallâh yarına sağ çıktığınız takdirde, gözünüzü açarak ve Allâh’tan düşmanları üzerine yardım isteyerek muhârebeye girişin. Eğer harbi kızışmış ve şiddetlenmiş olarak görürseniz ta ortasına dalın! Askerlerin hiddetli ve şiddetli oldukları vakitte onların reisleriyle çarpışın. Böyle yaparsanız zafere nâil olur, ganîmet alır ve Cennet-i A’lâ’da ikram görürsünüz.”

Ertesi gün sabahleyin oğulları analarının bu nasihatini tutarak harbe girişir ve büyük bir cengâverlikle vuruşarak dördü birden şehâdete nâil olurlar. Evlatlarının şehid oldukları haberi Hansâ Hâtun’a ulaşınca:

“Beni evlatlarımın şehâdeti ile şereflendiren Allâh’a hamdolsun. Yüce Rabbimden beni, nihâyetsiz olan rahmetinde onlarla birlikte kılmasını niyâz ediyorum.” diye şükür ve duâ eder. (İbn-i Abdi’l-Berr, el-İstîâb, IV, 1827-29)

Müslüman olmadan önce kardeşlerinin ölümü ile dünyâyı ayağa kaldıran, ortalığı velveleye veren bu kadın şâir, Allâh’a ve âhirete îmânın tadına vardıktan sonra öz evlatlarını kendi lisân kuvveti ile şehidliğe teşvîk ediyor ve ciğer-pârelerinin dördünün birden Allâh yolunda şehid olduğunu duyunca da Allâh’a hamdediyor. Önceden olduğu gibi yıllarca arkalarından mersiye düzmek yerine, sevinç gözyaşları içinde secdelere kapanıyor, şehitleri vesîlesiyle Allâh’ın rahmetine nâil olmayı ümîd ediyor. İşte îmân potasında yoğrulan bir şahsiyet bu derece seviye kazanır ve herkesi kendine hayrân bırakacak kahramanlıklar gösterir. Mehmed Âkif’in dediği gibi:

Şehâmet dîni, gayret dîni ancak Müslümanlık’tır;

Hakîkî Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır.

Cebânet, meskenet, dünyâda, sığmaz rûh-i İslâm’a…

Kitabullah’ı işhâd eyledim -gördün ya- da‘vâma.

%d bloggers like this: