Efendimiz (s.a.v)’den Hayat Ölçüleri Kitabı Üzerine

“Efendimiz’den Hayat Ölçüleri” Kitabının yazarı Murat Kaya ile…

Rasûlullah’a Tutunmak İçin…

Altınoluk 2007 – Agustos, Sayı: 258, Sayfa: 015

Altınoluk Dergisi:

  • Kitap 250 hadis ve açıklamalarından oluşuyor. Bu çalışmanın muhtemelen devamı da gelecek?

Evet, inşallah devamı gelecek. Biz bu çalışmaya Mustafa Öztürk Bey ile 365 güne 365 hadis diye başlamıştık. Önce 365 hadis-i şerif seçtik, sonra konularımızı belirledik ve bunları paylaşarak yazmaya başladık. Bir müddet çalıştıktan sonra 365 hadisin hacim olarak bir cilde sığmayacağını gördük. O zaman kitabı iki cilt halinde hazırlamaya karar verdik. İlk kısım bende olduğu için ilk cildi bu seneye yetiştirmek de bana düştü. Hâl böyle olunca hadis-i şeriflerin sayısı da biraz daha artırılarak 250’ye tamamlandı. Yoğun bir çalışma neticesinde Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla eser okuyucularımıza takdim edilecek hâle geldi. Bu eserin devamı mahiyetindeki ikinci bir cild de ileriki zamanlarda inşallah kıymetli okuyucularımıza arz edilecektir.

 Murat Kaya:

  • Bu kitap nasıl bir çalışma? Hadisleri seçerken nelere dikkat ettiniz?

Bu kitap, seçilen hadisler etrafında bazı mühim konuların açıklanmasından meydana gelmiştir. Kitapta, İslâm’ın insanları felâha götürecek yegâne yol olduğu, imanın halâveti, niyet ve ihlâs, ilmin fazileti ve onunla amel etmek gerektiği, faydalı ilim peşinde koşmanın zarûreti, ibadetlerin rûhânî boyutu, günahlardan sakınmanın lüzûmu ve bir kısım büyük günahların zararları, günahları küçük görmemek, şüpheli şeyleri terk etmek, tevbe ve istiğfâra ağırlık vermek, takvâ üzere bir hayat yaşamak, hevâ ve hevesi terk etmek, şeytana aldanmamak, İslâm’ı tebliğ mes’ûliyeti, bunun fazîleti ve ehemmiyeti, İslâm’a hizmet aşkı, hayırlara anahtar olmak, hayırlı işlere koşmak ve Allah yolunda malla, canla ve dille cihâd etmek gibi hayatî konular ele alındı.

Mevzûların fıkhî boyutundan ziyâde rûhânî ve fazilet yönüne ağırlık verildi. Huşû, rûhâniyet ve takvâ üzere bir kulluk hayatının çerçevesi çizilmeye çalışıldı. Seçilen hadisler; âyetlerle, diğer hadislerle ve İslâm büyüklerinin sözleriyle açıklanmaya çalışıldı.

Hadisleri seçerken, tabiî ki öncelikle bunların meşhur hadis kitaplarımızda olmasına dikkat ettik. Pek çok hadis içinden, konuyu öz olarak anlamamıza yardım edecek birkaç tanesini aldık. Bunları metin ve tercümeleriyle birlikte zikrettik. Açıklama kısmındaki hadislerin metinlerini ise birkaç istisna hâricinde vermedik.

  • Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’den günümüze hayat ölçüleri sunmanın bu günkü anlamı ne? Bu eser nasıl bir ihtiyaç sonucu ortaya çıktı?

Rasûlullah (s.a.v), Asr-ı Saâdet’te yaşayan ashâb-ı kirâm için ne anlam ifade ediyor idiyse bugün bizim için de aynı mânâyı ifade etmektedir. Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’i onunla göndermiş ve ona Kur’an’ı tebliğ ve tefsir etme vazifesi vermiştir. Allah Rasûlü (s.a.v) de Kur’an’ı en emîn bir şekilde ümmetine tebliğ etmiş, onu sözleri ve hayatıyla tefsir etmiştir.

Ashab-ı kiram da, Peygamber Efendimiz’den aldığı ölçüleri diğer insanlara ulaştırmak için tarifi imkânsız bir gayretin içine girmişlerdir. Meselâ Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a), 80 yaşının üzerinde iki defa İstanbul’a geldi. Son seferinde yolda hastalandı. Vefatı yaklaşınca yanındakilere şöyle dedi:

“–Şayet ölürsem beni yanınıza alın ve ileri götürün! Rum topraklarına doğru gücünüz yettiğince uzağa taşıyın. Düşman saflarıyla karşılaşıp artık ilerleyemez duruma geldiğinizde, beni oraya ayaklarınızın altına defnedin!” (Bkz. Ahmed, V, 419, 416)

Eyyûb Sultan Hazretleri öyle bir aşka sahip ki, cesediyle dahi İslâm askerlerine hedef gösteriyor ve Allah yolundaki gayretlerin nasıl bir heyecan içinde olması gerektiğini anlatıyor.

Hâris bin Hişam ile Süheyl bin Amr (r.a), Hz. Ömer’in yanına gelmişlerdi. Onu aralarına alarak oturdular. Bir müddet sonra ilk muhâcirler gelmeye başladı. Her bir muhâcir geldikçe Ömer (r.a), “Şöyle biraz açıl ey Süheyl! Biraz ileri git de yer ver ey Hâris!” diyerek onları kenara alıyordu. Sonra Ensâr gelmeye başladı. Ömer (r.a), yine Hz. Süheyl ile Hâris’e yeni gelen Ensâr’a yer vermelerini söyledi. Öyle ki onlar cemaatin en sonunda kaldılar. Hz. Ömer’in yanından çıktıklarında Hâris (r.a), Hz. Süheyl’e:

“–Ömer’in bize yaptığını gördün mü?” dedi. Süheyl (r.a) de:

“–Onu kınamaya hakkımız yok. Biz kendimizi ayıplayalım. Bu durumu başımıza kendimiz getirdik. Halife’nin hürmet gösterdiği insanlar, İslâm’a çağrıldıkları zaman hemen koştular, beklemeden kabul ettiler. Biz ise yavaş davrandık ve geri kaldık!” dedi.

İnsanlar Hz. Ömer’in yanından dağılınca, Haris ile Süheyl (r.a) tekrar onun yanına varıp:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Bugün yaptıklarınızı gördük. Ancak şunu da biliyoruz ki bu durumu başımıza kendimiz getirdik. Acaba bu hatanın telâfisi mümkün müdür?” dediler.

Hz. Ömer (r.a):

“–Bunun telâfisi, ancak şu şekilde olabilir” dedi ve Rûm tarafındaki cephelere işaret etti.

Bunun üzerine onlar da, cihâd için çıkıp Şam’a gittiler ve şehîdlik mertebesine nâil oluncaya kadar bir daha dönmediler. (Bkz. Ali el-Müttakî, XIV, 67/37953; Hâkim, III, 318/5227)

Bunlar, sadece iki misâl!.. Bunlara benzer daha pek çok örnek var. İslâm bize böylesine aşk ve heyecanla çalışan yüksek ruhlu insanlar vâsıtasıyla gelmiştir.

Allah Rasûlü’nün getirdiği ölçüler, yaşadığı asırda olduğu gibi kıyamete kadar gelecek bütün zamanlarda da geçerli olacak, müslümanlar hayatlarını bunlara göre tanzim edeceklerdir. Ancak Efendimiz’in hayat ölçülerini günümüze takdim etmenin önceki asırlara göre farklı bir yönü daha vardır:

Zira Allah Rasûlü (s.a.v):

“Ümmetimin en hayırlıları, benim dönemimde yaşayanlardır, sonra onları takip edenler, sonra da onları tâkip edenler gelir…” buyurmuştur. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 210-216)

Öyleyse, zaman ilerledikçe, buna paralel olarak Kitap ve Sünnet’i anlatıp öğretmenin ehemmiyeti de artmaktadır.

Mâlumunuz, insan hayatın akışı içinde kendisini dünyaya kaptırıveriyor. Onu sık sık îkaz edip mânevî âleme ve âhiret hazırlığına yönlendirecek bir takım hatırlatmalar gerekiyor. Bildiği şeyler de olsa insanın zaman zaman mühim hakikatleri hatırlaması ve tekrar etmesi zarûrî… Bir de bunlar Allah ve Rasûlü’nden gelen ilâhî hayat ölçüleri olunca, meselenin önemi bir kat daha artıyor ve bu ilâhî ölçüleri insanlara durmadan hatırlatmak ve telkin etmek, en lüzûmlu vazife hâline geliyor. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, bu mühim vazifenin ihmal edilmeden yapılması için şöyle buyurmuştur:

“Benden bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız!..” (Buhârî, Enbiyâ, 50; Tirmizî, İlim, 13/2669)

“Sözümü işiten, onu güzelce anlayıp ezberleyen ve başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ak etsin! Nice bilgi sahibi kimse vardır ki, onu kendisinden daha anlayışlı kimseye ulaştırır.” (Tirmizî, İlim, 7/2685)

Demek ki, ilâhî hakîkatler devamlı insanlara ulaştırılmalı ve herkese öğretilmelidir. Nübüvvet asrından uzaklaşıldıkça, bu yoldaki gayretler de artırılmalıdır.

Diğer taraftan, insanlığın dünyaya dalıp âhireti unutması ve bu yönde bazı zorlamalara tabî tutulması neticesinde, dini konular ihmâl edildi ve bu alanda büyük bir cehâlet meydana geldi. İnsanlar, âyet ve hadislerden habersiz hâle geldi.

İşin daha vahim tarafı, dînî konularda câhil bırakılan bu insanlar, İslâm ve onun muazzez Peygamberi hakkında yanlış telkinlere mâruz bırakılıyor. İşte böyle durumlarda insanımıza Allah Rasûlü’nden hayat ölçüleri takdim etmek, çok büyük bir mânâ ifade etmektedir. Bu durumda yapılacak en güzel iş, insanlarımızı bilgilendirmek, doğru bilgileri sağlam yollarla onlara ulaştırmak ve Cenâb-ı Hakk’ın kullarına büyük bir rahmet olarak lûtfettiği En Güzel Örnek Fahr-i Kâinât Efendimiz’i tanıtmaktır.

  • Söz buraya gelmişken, Allah Rasûlü’nün örnekliğinden biraz bahsedebilir misiniz?

Mâlumunuz Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’i bizlere en güzel örnek olarak takdim etmektedir:

“Andolsun ki, sizden Allah’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allah’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullah’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.” (Ahzâb 33/21)

Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” (Haşr 59/7)

Bu âyetler, Allah Rasûlü’nün yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle de bir örnek ve kendisine uyulan bir peygamber olduğunu ortaya koymaktadır. Yani Rasûlullah (s.a.v) din ve ahlâkın nazariyâtını tebliğ ve hükme bağlamakla kalmamış, gerek savaş, gerekse barış zamanlarında fiilleri ve tatbikatıyla da örnek alınacak canlı misaller sergilemiştir. Onun için Allah Rasûlü’nün hayatında her açıdan insanlık dünyası için pek güzel bir örnek vardır.

Ancak bu örneklik, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmaya inanıp Allah’ı çok zikretmekte olan kimseler içindir. Yoksa sadece dünya hayatı ve onun süsü peşinde koşup Allah’ı ve âhireti unutanlar için değil…

Demek ki, Rasûlullah (s.a.v)’in hayat ölçülerinden hakkıyla istifade edebilenler, Allah’tan ve âhiretten korkarak takvâ hayatı yaşayan ve Allah’ı her an hatırlayan şuurlu müslümanlardır.

Diğer taraftan, Efendimiz’in örnekliğinden en güzel şekilde istifade edebilmek için ona duyulan muhabbeti artırmak îcab eder. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Peygamber, mü’minler nazarında kendi canlarından daha önce gelir…” (Ahzâb 33/6)

Yani o, bize kendi canlarımızdan daha yakın ve daha ileridir.

Çünkü o bizi bizden daha çok düşünmektedir. Hep iyiliğimiz, salâhımız ve kurtuluşumuz için çalışmıştır. Hidâyet yolunda her türlü meşakkat ve çilenin en büyüğü O’nun sırtındaydı. Ümmetinin hidâyet ve rahmete nâil olabilmesi için öyle bir sabır ve gayretin içindeydi ki, bâzen kendisini harâb etmemesi için Cenâb-ı Hak îkazda bulunuyordu:

“Demek ki bu söze (Kitâb’a) inanmazlarsa (ve bu yüzden helâk olurlarsa diye) arkalarından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin!” (Kehf 18/6)

“(Rasûlüm!) Onlar îmân etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şuarâ 26/3)

Yüce Rabbimiz, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ümmetine merhametini diğer bir âyette şöyle ifade buyurur:

“Andolsun ki size kendi içinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Size çok düşkündür. Mü’minlere karşı Raûf (cidden şefkatli) ve Rahîm (son derece merhametli)dir.” (Tevbe 9/128)

Hâlbuki nefislerimiz böyle değildir. Onlar, bize hep kötülükleri emreder ve bizi ateşe doğru sürükler. Bu îtibarla Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e muhabbet, hadîs-i şerîfte de hakikî îmanın şartı olarak zikredilmiştir:

“Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin olsun ki; sizden biriniz, ben kendisine; anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakikî mânâda îman etmiş olamaz.” (Buhârî, Îman, 8)

  • Tabiî bu muhabbet, itaati de beraberinde getiriyor, değil mi?

Evet! Cenâb-ı Hak, kendi zatını sevdiğini iddia eden kullarına, Peygamber Efendimiz’e itaat etmelerini ve onun Sünnet’ini yaşayarak kalbî dokusundan hisse almalarını emretmiştir. Yüce Rabbimiz, bu istikamette hareket eden kullarını, kendisinin de seveceğini ve günahlarını affedeceğini müjdelemiştir. Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten yüz çevirenleri ise, Allah’ın nefret ettiği ve küfür girdabında boğulan insanlar olarak tavsif etmiştir. (Âl-i İmrân 3/31-32)

Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a itaat ile Peygamber Efendimiz’e itaat, pek çok defa birlikte zikredilir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ 4/80)

 “Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı olarak kalacaklardır; işte büyük kurtuluş budur.” (Nisâ 4/13)

Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber (s.a.v)’e isyanı da kendisine isyan ile aynı kabul etmiş ve bunu şiddetle yasaklamıştır. Âyet-i kerimelerde Allah Rasûlü’ne uymayan kimseler şöyle tehdit edilir:

“Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe atar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 4/14)

“O (Peygamber’in) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elem verici bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr 24/63)

Bugün Hz. Muhammed Mustafâ’ya iman etmeyen bir insan, hangi peygambere ve kitaba bağlı olduğunu iddia ederse etsin, Allah katında mü’min olmadığı gibi, takip ettiğini söylediği peygambere ve kitaba da inanmış sayılmaz. Zira önceki kitapların müjdelediği Hz. Peygamber (s.a.v)’i inkâr edenler, o ilâhî kitaplara tam olarak iman etmiş kabul edilemezler.

Rasûlullah  (s.a.v)’den sonra başka bir peygamber gelmeyecektir. O, son peygamberdir. Cenâb-ı Hak, en şerefli peygamberine ümmet olmayı bizlere lûtfetmiştir. Allah Rasûlü (s.a.v) birgün ashâbına:

“…Siz ümmetler içinde benim nasîbimsiniz, ben de peygamberler içinde sizin nasîbinizim!” buyurmuştur. (Heysemî, I, 174)

Aman yâ Rabbî! Ne güzel nasîb! Öyle bir nasîb ki şükründen âciziz! Cenâb-ı Hak, içinde bulunduğumuz nimetin kadrini idrak edebilmeyi nasîb buyursun!

  • Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’in dünyasına girdiğinizde, günümüz müslümanları açısından nasıl bir fark görülüyor? Nasıl bir aşınma var?

İnsanlık Allah Rasûlü’nde uzaklaştıkça maruz kaldığı aşınma da artıyor. Nitekim Peygamber Efendimiz ümmetini şöyle îkaz buyurmuştur:

“Karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplamadan evvel, sâlih ameller işlemekte acele ediniz! Öyle zamanlar geldiğinde insan, sabah mü’min iken akşama kâfir olarak çıkar; akşam mü’min iken sabaha kâfir olarak çıkar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.” (Müslim, Îmân, 186. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 30; Zühd, 3; İbn-i Mâce, İkâme, 78; Ahmed, II, 303, 372, 523)

Günümüzde değer yargıları o kadar aşınmış ki, doğrulara yanlış gözüyle bakılıyor. Doğru yapan insanları ayıplanmak isteniyor. Tamamen nefislerin isteğine göre bir ahlâk telâkkîsi oluşturulmaya çalışılıyor. Bütün hayat menfaat ve hazlar üzerine bina ediliyor. Menfaate dokunacak kâide ve kurallar kesinlikle kabul edilmek istenmiyor. Bu ister ahlâkın, isterse dinin kâideleri olsun, fark etmiyor.

Böyle zamanlarda Efendimiz’in takdim ettiği hayat ölçülerine sarılmak, daha büyük bir anlam ifade etmektedir. Rasûlullah (s.a.v) şu müjdeleri vermektedir:

“Ortalık kargaşa içindeyken ibadet etmek, bana (kavuşmak üzere) hicret etmek gibidir.” (Müslim, Fiten, 130; Tirmizî, Fiten, 31/2201; İbn-i Mâce, Fiten, 14)

“Ümmetimin fesâda uğradığı dönemde, sünnetime yapışan kişiye şehîd sevâbı verilir.” (Heysemî, I, 172; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 200; Suyûtî, el-Câmî, no: 9171)

Yine Rasûlullah (s.a.v):

“İslâm garip başladı ve yine önceki garip hâline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun! Ki onlar benden sonra, insanların Sünnet’imden bozup fesâda uğrattığı hususları ıslâh ederler” buyurmuştur. (Tirmizî, Îmân, 13/2630; Müslim, Îmân, 232-233; Ahmed, I, 184)

Buradaki ıslahtan maksat, Peygamber Efendimiz’in Sünnet’ini yaşamak ve insanlara anlatıp öğretmektir. Nitekim diğer bir rivayette:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, garipler kimlerdir?” diye sorulunca, Rasûlullah (s.a.v):

“–Sünnetimi yaşayarak ihyâ edenler ve onu Allah’ın kullarına öğretenlerdir” cevabını vermiştir. (Beyhakî, ez-Zühdü’l-kebîr, s. 150/207)

Dolayısıyla, zamanımızda, İslâm’ı insanlara anlatmak için daha büyük gayretler içine girmek gerekiyor. Peygamber Efendimiz’i en doğru ve en güzel şekilde nesillerimize tanıtmamız îcab ediyor. Bu vazife, millet olarak geleceğimizi teminat altına almanın ilk şartıdır. Çünkü bizim tarih sahnesinde güçlü olarak kalabilmemiz, İslâm’a sarılmamıza bağlıdır. Rûhların huzur bulup tatmin olması, kıyamete kadar ancak Allah’ın zikriyle mümkün olacaktır. Cenâb-ı Hak bunu şöyle haber veriyor:

“Bilesiniz ki, kalbler, ancak Allah’ın zikriyle itmi’nâna (hakîkî huzûra) erer!” (Ra’d 13/28)

Huzur bulmak isteyen, bunu malda, makamda ve nefsânî hazlarda aramasın!.. Huzur, Efendimiz’in gönül dokusundan hisse alarak Allah’a yaklaşmaktadır.

Cenâb-ı Hak, İslâm’ı insanlara anlatma yönündeki gayretleri medhederek şöyle buyuruyor:

(İnsanları) Allah’a dâvet eden, sâlih ameller işleyen ve «Ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussılet 41/33)

Peygamber Efendimiz de, Allah yolundaki gayretlerin üstünlüğünü şöyle ifade ediyor:

“Sabah veya akşam, Allah yolunda birazcık yürümek, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır…” (Buhârî, Cihâd, 6)

O hâlde, günümüzde Efendimiz’den hayat ölçüleri takdim etmenin anlamı çok büyük!..

  • Son olarak okurlarımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Belki sözlerimiz Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz’e lâyık değil, lâkin hepimiz, anlamak, yaşamak ve anlatmak sûretiyle o en büyük ilâhî nasîbe teşekkür zarûreti içindeyiz. O’nun hayat veren ölçülerini, gücümüz nisbetinde mânevî buhranlar içinde kıvranan zamanımıza taşıyan birer köprü olabilmek, en büyük vazîfemizdir. Ve o en zirve ahlâk nümûnesini bütün insanlığa en güzel şekilde tanıtmak, vefâ borcumuzdur.

Şuna emînim ki, insanlar Efendimiz’in takdim ettiği ölçüleri okuduklarında, gönülleri ferahlayacak ve “Bu ne güzelmiş!” diyecekler. İslâm’ın kolay yaşanan bir kolaylık dini olduğunu, âhireti kazanmayı da Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına kolaylaştırdığını anlamakta gecikmeyecekler.

%d bloggers like this: