Ma’rûr bin Süveyd şöyle der:
Ben, Ebû Zer (r.a)’ı üzerinde değerli bir elbise ile gördüm. Aynı elbiseden kölesinin üzerinde de vardı. Kendisine bunun sebebini sordum; Ebû Zer, Rasûlullah (s.a.v) zamanında bir kişiye hakâret ettiğini ve onu annesinden dolayı ayıpladığını anlattı. Bunun üzerine Nebî (s.a.v) ona şöyle buyurmuş:
“Sen, kendisinde câhiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin hizmetçileriniz ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz.” (Buhârî, Îmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân 40. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 44; Ebû Dâvûd, Edeb 124; Tirmizî, Birr 29; İbni Mâce, Edeb 10)
Ebû Zer (r.a)’in annesi yüzünden ayıpladığı kişinin Bilâl-i Habeşî olduğu söylenir. Hz. Bilâl, zencî bir anadan doğmuştu. Ebû Zer ona bir kızgınlık ânında “Ey kara kadının oğlu!” demişti. Hâlbuki İslâm, bir insanı ırkından ve renginden dolayı kınayıp ayıplamayı kesinlikle yasaklamıştır. Bu sebeple Efendimiz Ebû Zer’e kızdı.
{
Hz. Ömer, elinde bir kısım Tevrât parçaları ile Allah Rasûlü (s.a.v)’e gelip:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar Tevrat’tan bazı kısımlar. Onları Zurayk Oğulları’na mensup bir arkadaşımdan aldım” dedi.
Hemen Allah Rasûlü (s.a.v)’in yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine Abdullah bin Zeyd (r.a), Hz. Ömer’e:
“–Allah senin aklını başından mı aldı? Rasûlullah (s.a.v)’in yüzünün ne hâle geldiğini görmüyor musun?” dedi.
Bunun üzerine Ömer (r.a) hemen:
“–Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak Muhammed’den, önder olarak Kur’ân’dan râzı olduk” dedi.
Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v)’in yüzü açılıverdi, üzüntüsü gitti. Sonra da şöyle buyurdu:
“–Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer Mûsâ aranızda olup da ona uyarak beni terk etseydiniz, derin bir dalâlete düşerdiniz. Siz ümmetler içinde benim nasibimsiniz, ben de peygamberler içinde sizin nasibinizim.” (Heysemî, I, 174)
{
Enes bin Mâlik (r.a) anlatıyor:
Sahâbeden üç kişilik bir grup Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in nâfile ibadetlerini sormak üzere Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsar gibi oldular ve:
“–Allah’ın Rasûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır” dediler. İçlerinden biri:
“–Ben dâimâ bütün geceleri namaz kılarak geçireceğim” dedi. Bir diğeri:
“–Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim” dedi. Üçüncü sahâbî de:
“–Ben de dâimâ kadınlardan uzak kalacağım ve asla evlenmeyeceğim” diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz geldi ve onlara şöyle buyurdu:
“–Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na karşı en fazla takvâ sahibi olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4)
Diğer rivayette Âişe (r.a) şöyle anlatır:
Allah Rasûlü (s.a.v) onlara, güçlerinin yeteceği bir amel emrettiği zaman (daha fazlasını isteyerek) şöyle derlerdi:
“–Biz senin gibi değiliz, çünkü Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır.”
Hz. Peygamber (s.a.v) mübarek yüzünde belli olacak derece öfkelendi. Sonra şöyle buyurdu:
“Allah’tan en çok korkanınız ve O’nu en iyi bileniniz benim.” (Buhârî, Îmân, 13)
{
Abdullah bin Amr bin Âs (r.a) şöyle anlatır:
Bir kavim Allah Rasûlü (s.a.v)’in kapısının önünde Kur’ân hakkında tartışıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v), yüzünün rengi değişmiş bir halde çıkıp şöyle buyurdu:
“Ey kavmim! İşte bu yüzden milletler helak olmuşlardır. Kur’ân (âyetleri) birbirini tasdik eder, siz onun bazı (âyetlerini) bazı âyetleri ile yalanlamayın!” (Heysemî, Mecma’, I, 171)
{
Enes (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v) Mescid’in kıble duvarında bir tükürük gördü. Öylesine öfkelendi ki yüzü kıpkırmızı oldu. Bunun üzerine Ensar’dan bir kadın kalkıp o tükrüğü kazıdı ve yerini güzel kokuyla kokuladı.
Allah Rasûlü (s.a.v):
“Bu ne kadar güzel oldu!” buyurdu. (Nesâî, Mesâcîd, 35/726; İbn-i Mâce, no. 762)
{
Cerir bin Abdullah (r.a) şöyle anlatır:
“Bir gün erken vakitlerde Rasûlullah (s.a.v)’in huzûrunda idik. O esnâda Mudar kabilesinden, kaplan derisine benzeyen alaca çizgili elbise ve abalarını delerek başlarından geçirmiş, neredeyse çıplak vaziyette olan, kılıçlarını kuşanmış bir topluluk çıkageldi. Onları bu derece fakir görünce Allah Rasûlü’nün yüzünün rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra da çıkıp Bilâl’e ezân okumasını emretti, o da okudu. Sonra Bilâl kâmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrâd ederek şu âyet-i kerîmeyi okudu:
«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan zevcesini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbiniz’e hürmetsizlikten sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.» (en-Nisâ, 1)
Sonra da şu âyeti okudu:
«Ey îmân edenler! Allah’tan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın!..» (el-Haşr, 18)
Daha sonra:
«–Her bir fert altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hatta yarım hurma bile olsa sadaka versin!» buyurdu.
Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan âciz kaldığı, hatta kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahâlî birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu…” (Müslim, Zekât, 69)
{
Âişe (r.a)’dan:
Peygamber (s.a.v), yanıma girdi. Yanımda biri vardı. Onu görünce Rasûlullah’ın yüzü değişti, bu durumdan hoşlanmadı. Ben:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Bu benim süt kardeşimdir” dedim. Şöyle buyurdu:
“–Süt kardeşlerinizin kim olduğuna dikkat edin. Çünkü süt kardeşliği ancak açlıktan dolayı çocuğun emmesiyle meydana gelir.” (Buhârî, Nikâh, 21; Şehâdât, 7/4; Müslim, Radâ, 32)
{
Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri çok üzmüştü. Onlar, “Bu konuyu Rasûlullah (s.a.v) ile kim konuşabilir” diye kendi aralarında müzakere ettiler. Bâzıları, “Buna Peygamberimiz’in çok sevdiği Üsâme bin Zeyd’den başka kimse cesâret edemez” dediler. Üsâme, onların istekleri doğrultusunda Rasûlullah ile konuştu. Bunun üzerine Efendimiz ona:
“–Allah’ın koyduğu cezâlardan birinin tatbik edilmemesi için aracılık mı yapıyorsun?” diye sordu.
Sonra ayağa kalktı ve halka şöyle hitap etti:
“Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler: Aralarından soylu, mevki ve makam sâhibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezâlandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 8, 9; Ebû Dâvud, Hudûd, 4/4373-4)
Başka bir rivayet: Üsâme Peygamber (s.a.v) ile konuşunca Efendimiz’in yüzünün rengi birden attı ve şöyle buyurdu:
“–Allah’ın hadlerinden (cezalarından) bir had husûsunda mı şefaat ediyorsun?”
Üsâme hemen şöyle dedi:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Benim için bağışlanma dile!” (Buhârî, Megâzî 53; Nesâî, Kat’u’s-sârik, 6, VIII, 72-74)
{
Hz. Ali (r.a) şöyle anlatır:
Rasulullah (s.a.v)’e, saf ipekten dokunmuş çizgili bir elbise hediye edilmişti. Onu bana gönderdi. Ben de elbiseyi giyip yanına vardım. İpek elbiseyi üzerimde görünce yüzünden öfkelendiğini anladım. Sonra:
“Ben onu sana giyesin diye göndermedim” buyurdu ve o elbiseyi hanımıma vermemi emretti. Ben de onu akrabam olan hanımlara paylaştırdım. (Buhârî, Hibe, 27; Nafakât 11; Libâs 30; Müslim, Libâs, 19; Ebû Dâvud, Libâs, 7/4043; Nesâî, Zînet, 84/2)
{
Enes b. Malik (r.a) şöyle anlatır:
Bir adam üzerinde (za’ferân) sarılığı olduğu hâlde Rasûlullah (s.a.v)’in yanına girdi. Peygamber (s.a.v), yüzünde hoşlanmadığı bir şey bulunan kişiye nadiren bakardı (yani yüzüne vurmazdı). Adam çıkınca şöyle dedi:
“Şuna söyleseniz de yüzündeki o boyayı yıkasa” (Ebû Dâvud, Tereccül, 8/4182)
{
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle der:
Rasûlullah (s.a.v) örtünme çağına girmiş bir genç kızdan daha hayâlı idi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde bunu yüzüne bakınca anlardık. (Buhârî, Menâkıb 23, Edeb 72, 77; Müslim, Fezâil 67)
{
Hz. Âişe (r.a) şöyle der:
Evimin sofasını üzerinde resimler bulunan bir perde ile ayırdığım gün Rasûlullah (s.a.v) bir seferden dönmüştü. Resimli örtüyü görünce yüzü renkten renge girdi ve onu çekip kopardı. Sonra da bana şunları söyledi:
“–Âişe! Kıyamette insanların en şiddetli azâb görenleri, yaptıklarını Allah’ın yarattığına benzetenlerdir.” (Buhârî, Libâs 91; Müslim, Libâs 91-92)
Efendimiz’in, üzerinde koç resmi bulunan bir kalkanı vardı. Tasvirden hoşlanmadığı için bu resmi kazıttı. (İbn-i Sa’d, I, 479)
{
Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır:
“Rasûlullah (s.a.v) seferdeyken bir örtü alarak kapının üzerine örtmüştüm. Allah Rasûlü geldiği zaman örtüyü gördü. Yüzünden hoşlanmadığını anladım. Örtüyü koparıp yırttı ve:
“Allah bize taş ve çamurları giydirmemizi emretmedi” buyurdu. Sonra biz o örtüden iki yastık yapıp içine lif doldurduk. Efendimiz bunları gördüğünde itiraz etmedi. (Müslim, Libâs, 87; Ebû Dâvud, no. 4153)
{
Enes (r.a)’dan:
Bir gün, Peygamber (s.a.v) gezintiye çıktı; biz de beraberindeydik. Yüksek bir kubbe gördü ve:
“–Bu nedir?” diye sordu. Ashâb-ı kirâm:
“–Bu, Ensâr’dan falan kimsenindir” dediler. Rasûlullah (s.a.v) bundan hoşnut olmadı ancak sükût edip bir şey söylemedi. Kubbenin sahibi gelip cemaat içinde selam verince, Allah Rasûlü (s.a.v) ondan yüz çevirdi. Bunu bir kaç kez tekrarlayınca, adam Peygamber (s.a.v)’in kendisine kızdığını anladı ve arkadaşlarına bunu anlattı. Arkadaşları:
“–O, senin yüksek kubbeni gördü de onun için kızdı” dediler. Bunun üzerine adam gitti, kubbesini yıkıp yerle bir etti.
Bir gün Peygamber (s.a.v) yine oradan geçiyordu. Bu sefer kubbeyi göremedi:
“–Ne oldu bu kubbeye?” diye sordu.
“–Sahibi, bize sizin kendisinden yüz çevirdiğinizi söyleyip şikayet edince, biz de sebebini anlattık, ondan sonra gitti kubbesini yıkıp yerle bir etti” dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:
“–Bilin ki, zaruri olmayan her bina sahibine vebâldir.” (Ebû Dâvud, Edeb, 156-157/5237)
{
Câbir (r.a) diyor ki; “Rasûlullah (s.a.v)’e geldim ve kapısını çaldım. Rasûl-i Ekrem:
«–Kim o?» dedi.
“–Benim” diye cevap verdim. Allah Rasûlü:
«–Benim, benim!» diye tekrar etti. Gâliba bu cevaptan hoşlanmamıştı.” (Buhârî, İsti’zân, 17)
{
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ben, uzatmayı arzu ederek, namaza dururum da, bir çocuğun ağlamasını işitir, onun annesine güçlük çıkarıp üzmekten hoşlanmadığım için, namazı kısa keserim.” (Buhârî, Ezân 61, 163; Ebû Dâvûd, Salât 123; İbni Mâce, İkâme 49)
{
Ebû Bürde şöyle der:
(Babam) Ebû Mûsâ el-Eş’arî hastalandı ve başı hanımlarından birinin kucağında iken bayıldı. Bunun üzerine hanım, bir çığlık atıp yüksek sesle ağlamaya başladı. Fakat Ebû Mûsâ, kadını bundan men edecek durumda değildi. Ayılınca:
“–Rasûlullah (s.a.v)’in hoşlanmayıp uzak kaldığı şeyden ben de hoşlanmam ve uzak olurum. Rasûlullah (s.a.v) vâveylâcı, saçını yolan, üstünü başını yırtan kadınlardan uzaktı” diye hanımını ikaz etti. (Buhârî, Cenâiz 37, 38; Müslim, İmân 167)
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ölenin arkasından yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan, Câhiliye insanı gibi bağıra – çağıra ağıt yakıp kendisine beddua eden, bizden, bizim yolumuzu izleyenlerden değildir.” (Buhârî, Cenâiz 36, 38, 39, Menâkıb 8; Müslim, İmân 165)
{
Peygamber Efendimiz’in yanında bir adamın sabaha kadar uyuduğu ve namaz kılmadığı söylendiğinde, bundan hoşlanmadı ve:
“–Bu adamın kulağına şeytan bevletmiştir” buyurdu. (Buhârî, Teheccüd, 13)
{
Allah Rasûlü (s.a.v) bir kimsenin kendisini arkadaşlarından farklı görmesini sevmezdi. Bir sefer esnâsında ashâbına koyun kesip pişirmelerini emretmişti. Ashâbından biri; “Yâ Rasûlallah, onu ben keseyim.” dedi. Başka biri; “Yâ Rasûlallah, yüzmesi de benim vazifem olsun.” dedi. Bir başkası da; “Yâ Rasûlallah, pişirmesi de bana âit olsun.” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz de:
“–O hâlde odunu toplamak da bana âit olsun.” buyurdu. Sahâbîler; “Yâ Rasûlallah! Biz onu da yaparız, senin çalışmana gerek yok.” dedilerse de Peygamberimiz:
“–Sizin benim işimi de yapabileceğinizi biliyorum. Fakat ben, size göre imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah Teâlâ kulunun, arkadaşları arasında imtiyazlı durumda olmasını sevmez.” buyurdu. (Kastallânî, I, 385)
{
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’den bir şey istendiğinde, şâyet yanında yoksa, borçlanır ve ihtiyaç sâhibini memnûn ederek gönderirdi. Birgün böyle biri Peygamberimiz’e gelerek bir şeyler istedi. Allah Rasûlü; “Yanımda sana vereceğim bir şey yok, git benim nâmıma satın al, mal geldiğinde öderim.” dedi. Efendimiz’in sıkıntıya girmesine gönlü râzı olmayan Hz. Ömer:
“–Yâ Rasûlallah! Yanında varsa verirsin, yoksa Allah seni gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef kılmamıştır” dedi.
Allah Rasûlü (s.a.v)’in Hz. Ömer’in bu sözlerinden hoşnut olmadığı yüzünden belli oldu. Bunun üzerine Ensâr’dan biri:
“–Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Ver! Arşın sâhibi azaltır diye korkma!” dedi. Bu sahâbînin sözleri Efendimiz’in çok hoşuna gitti, tebessüm etti ve:
“–Ben de bununla emrolundum” buyurdu. (Heysemî, X, 242)
{
Câbir bin Semüre (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v) bir gün mescide girdi. Cemaat ayrı ayrı halkalar hâlinde oturuyordu. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):
“–Sizi niçin böyle dağınık halde görüyorum” buyurdu.
Hz. Peygamber bu sözü söylerken birliği seviyor ayrılıktan nefret ediyor intibaını vermek istiyor gibiydi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 14/4823-24)
{
Nebî (s.a.v), yüzüne damga vurulmuş bir merkebin yanından geçti. Bunun üzerine:
“Bu hayvanın yüzünü dağlayana Allah lânet etsin!” buyurdu. (Müslim, Libâs 107; Ebû Dâvûd, Libâs 52)
{
Urve’nin Abdullah bin Zübeyr’den rivayet ettiğine göre;
Bir adam hurma bahçelerini suladıkları Harre arkı içinden gelen su yüzünden Zübeyr’den davacı olmuştu. Bu zat Zübeyr’e:
“–Suyu bırak, akıp gitsin!” demiş. Zübeyr de bu isteğini kabul etmemişti.
Peygamber (s.a.v) Zübeyr’e:
“–Ey Zübeyr, bahçeni sula ve sonra suyu bırakıver, komşuna gitsin!” buyurdu. Bunun üzerine Ensarlı öfkelenip:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! (Zübeyr) halanın oğlu olduğu için mi (böyle hüküm veriyorsun)?” dedi.
Rasûlullah (s.a.v)’in yüzünün rengi attı:
“–Ey Zübeyr! Sen kendi bahçeni iyice sula, sonra suyu bahçe duvarının temeline (veya ağaçların köklerine) erişinceye kadar salma!” buyurdu.
Zübeyr der ki: “Allah’a yemin olsun ki:
«Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar» (en-Nisâ 65) âyetinin bu hâdise hakkında indiğini zannediyorum.” (Ebû Dâvud, Akdiye, 31/3637. Bkz. Buhârî, Sulh 12; Şürb ve’l-müsâkât, 6; Müslim, Fadâil, 129)
{
İrbâz bin Sâriye (r.a) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v) ile Hayber Kalesi’ne indik. Beraberinde ashabından başka kimseler de vardı. Hayber’in lideri cebbâr, mütekebbir birisi idi. Allah Rasûlü’ne gelerek:
“–Ey Muhammed! Sizin eşeklerimizi kesmeye, meyvelerimizi yemeye, kadınlarımızı dövmeye hakkınız var mı?” dedi. Rasûlullah Efendimiz gadaplanarak:
“–Ey İbn-i Avf, atına bin ve şöyle nidâ et: «Haberiniz olsun, cennet sâdece mü’minlere helâldir, namaz kılmak üzere toplanın!»”
Cemaat toplandı. Rasûlullah (s.a.v) onlara namaz kıldırdı. Sonra da kalkıp şunları söyledi:
“–Sizden biri, (rahat) koltuğuna kurulup Allah’ın, Kur’ân’dakilerin hâricinde haramlarının bulunmadığını mı zannediyor? Haberiniz olsun, vallahi ben nasihatte bulundum, (Kur’ân’da olmayan bazı şeyler) emrettim, birçok şeyleri de yasakladım. Bunlar, Kur’ân’ın bir misli kadar, belki de daha fazladır. Allah Teâla hazretleri, Ehl-i Kitab’ın evlerine izinsiz girmenizi helal kılmamıştır. Kadınlarını dövmenizi, borçları (olan cizyeyi) verdikten sonra meyvelerini yemenizi de helal kılmamıştır.” (Ebû Dâvûd, Harâc 31-33/3050)