Rahmet Rüzgârları Gibi…

  Allâh Teâlâ’nın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen bir adama iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü vermişti… Adam kabilesine dönünce:

“–Ey milletim! (Koşun) Müslüman olun. Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor” diye Server-i Âlem Efendimiz’in cömertliğine olan hayranlığını anlatmıştı. (Müslim, Fezâil, 57-58)

Tâbiîn büyüklerinden Abdullâh el-Herevî Resûl-i Ekrem’in infâktaki hassâsiyetini biliyordu. Ancak daha yakından öğrenmek istiyordu. Birgün Halep’te Peygamber Efendimiz’in müezzini Bilâl’e rastladı. Eline bulunmaz bir fırsat geçmişti. Hemen Sevgili Peygamberimiz’den sormaya başladı:

  – Ey Bilâl! Allâh Rasûlü’nün infâkı nasıldı, bana anlat!

  – Allâh tarafından Peygamber olarak gönderildiği günden vefâtına kadar Rasûlullâh’ın her işine, O’nun nâmına ben baktım. Meselâ kendisine bir Müslüman geldiğinde, onun fakir olduğunu görürse bana emir verirdi, gider borç alır o kimseye giyecek ve yiyecek alırdım. Birgün bir müşrik karşıma çıktı ve:

  – Ey Bilâl! Ben zengin bir adamım, imkânım var. Bundan böyle başkalarından borç isteme, gel benden borç al, dedi. Ben de öyle yaptım. Birgün abdest almış ezan okumaya hazırlanıyordum ki baktım o müşrik bir grup tâcirle karşıdan geliyor. Beni görünce: “Ey Habeşî!” diye seslendi. “Ne var?” dedim. Adam bana surat ekşitti, sert sert baktı, bazı ağır laflar söyledi ve:

  – Ay başına ne kadar var? diye sordu. Ben de “Yakın.” dedim. O:

  – Sâdece dört gece var. o gün gelince sendeki alacaklarımı tahsil edeceğim. Ben o paraları senin ve adamının hatırı için vermedim. Benim kölem olasın diye verdim. Eskiden olduğu gibi yine koyunlarımı otlatacaksın! dedi.

  Bu lafları duyunca tabiî olarak çok üzüldüm. Gittim ezan okudum. Yatsı namazını kılınca Allâh Resûlü âilesinin yanına döndü. Ben, görüşmek için izin istedim. İzin verdi. İçeri girdim ve

  – Yâ Resûlallâh! Anam babam sana kurban olsun. Kendisinden borç alageldiğim o müşrik var ya, o şöyle şöyle söyledi. Ne senin ne de benim ödeme imkânımız var. Beni rezil edecek. Bana izin ver de İslâm’a yeni giren şu kabilelerden birine sığınayım. Allâh Teâlâ Peygamberi’ne rızık vererek benim yerime borçlarımı ödeyinceye kadar onların yanında kalayım, dedim.

Resûlullâh’ın müsâadesi üzerine çıktım, evime geldim. Kılıcımı, süngümü, mızrağımı ve ayakkabılarımı başımın altına koydum. Yüzümü ufka doğru çevirerek uzandım. Huzursuzdum, ikide bir uyanıyordum. Gece iyice bastırınca ancak uyuyabildim. Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Hareket etmek üzere hazırlanırken dışarıdan birinin:

  – Bilâl! Rasûlullâh seni çağırıyor! diye seslendiğini duydum. Yürüdüm. Allâh’ın elçisinin kapısına vardığımda. Bir de baktım ki, sırtlarında yükleriyle dört deve! İzin isteyip içeri girdim. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

  “– Bilâl müjde! Allâh Teâlâ borcunu ödemen için bana mal gönderdi.” buyurdu. Ben Allâh’a hamdettim. Resûl-i Ekrem: “Kapının önündeki dört deveyi görmedin mi?” diye sordu. “Gördüm.” dedim.

  “- Onlar, üzerlerindeki yüklerle birlikte senin. Fedek Beyi göndermiş. Al, götür borçlarını öde.” buyurdu. Allâh Resûlü’nün dediklerini yaptım. Yükleri indirdim, develere yem verdim ve sabah ezanını okumaya gittim. Resûlullâh namazı kıldırınca Bakî mezarlığına çıktım, parmaklarımı kulaklarıma koydum ve:

  – Kimin Resûlullâh’tan alacağı varsa gelsin! diye bağırdım. Eşyaları satmak, nakit paraya çevirmek, borç yerine saymak gibi yollarla Peygamber Efendimiz’in tüm borçlarını ödedim. Öyle ki Allâh Rasûlü’nün yeryüzünde kimseye borcu kalmamıştı. Bir miktar da para arttı. Akşama doğru mescide gittim. Baktım Habîb-i Ekrem mescidde tek başına oturuyor. Selam verdim. Bana:

  “- Ne oldu, ne yaptın?” diye sordu. Allâh, Peygamberi’nin bütün borçlarını ödedi, hiç borcu kalmadı, dedim.

  “- Peki bir şey arttı mı?” diye sordu. Evet, iki dinar arttı, dedim.

  “- Haydi beni o iki dinardan da kurtar. O iki dinarı elden çıkararak beni rahata kavuşturmadıkça âilemden kimsenin yanına gitmeyeceğim!” buyurdu. Fakat o iki dinarı verebileceğim kimse gelmediğinden Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- mescidde geceledi. İkinci gün de devamlı mescidde kaldı. Nihâyet akşama doğru iki süvari geldi. Onları alıp pazara götürdüm. O iki dinarla kendilerine giyecek ve yiyecek aldım. Efendimiz yatsıyı kıldırınca beni çağırdı ve:

  “- Yanındakiler ne oldu?” diye sordu. Allâh seni huzûra kavuşturdu, dedim. Bu cevabım üzerine Resûlullâh tekbir getirdi. O iki dinar uhdesindeyken ölme korkusundan kurtulduğu için Allâh’a hamdetti. Sonra kalktı. Ben de peşinden gittim. Bütün hanımlarına tek tek uğrayıp selam verdi. Müteâkiben geceyi yanında geçireceği hanımının evine girdi. Ey Abdullâh, işte sorunun cevâbı! (Ebû Dâvûd, Harâc, 33, 35; İbn-i Hibbân, Sahîh, XIV, 262-264)

Peygamber Efendimiz, borç alarak infâk edecek kadar cömertti! Bu hâl onun normal zamanlarındaki ahlâkı idi. Ramazan ayı geldiğinde ise Efendimiz, infâk husûsunda daha da coşarak rahmet rüzgârları gibi olurdu. (Buhârî,  Menâkıb, 23; Müslim, Fezâil, 50) Merhamet kanatları herkesi kuşatır kimseyi dışarıda bırakmazdı. Çünkü o günlerde dostu Cebrâil -aleyhi’s-selâm- gelir ve birlikte Yüce Rabbimiz’in Kelâmı’nı mukâbele ederlerdi. Dolayısıyla bu ayda Rabbine daha çok yönelirdi. Nitekim Hz. Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatıyor:

“Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Ramazân ayında, ibâdet husûsunda diğer aylarda görülmeyen bir gayret içerisinde olurdu. Ramazanın son on gününde ise kendisini çok daha fazla ibâdete verirdi. Bu günlerde geceyi ihya eder, ailesini de uyandırırdı…” (Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadir, 5, Müslim, İ’tikâf, 8)

Allâh -celle celâlühû- O Rahmet Rüzgârı’ndan bizlere de hisseler ihsân eylesin! O’nun tarafından günümüze ılık ılık esen meltemler olabilmeyi nasîb eylesin! Âmîn!

%d bloggers like this: