Kabir Hayatı

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken «Bana da vahyolundu» diyenden ve «Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim» diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: «Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!» derken onların halini bir görsen!” (el-Enʻâm, 93)

“Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.” (et-Tevbe, 101)

“Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu, Firavun’un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi. Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!” (el-Mü’min, 45-46)

“Şu da muhakkak ki (dünyaya) geri dönmeyi istesinler diye onlara o en büyük azâbdan önce yakın azabdan da tattıracağız.” (es-Secde, 21)

Kabir azâbı ile alâkalı âyetler için bkz. Buhârî, Cenâiz, 87

 *

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre, bir yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek:

“‒Allâh Seni kabir azabından korusun!” dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Âişe (r.a) Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kabir azabından sordu. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“‒Evet, kabir azabı haktır.” buyurdu.

Hazret-i Âişe (r.a) şöyle buyurmuştur:

“Bundan sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, namaz kılıp da kabir azabından Allah’a sığınmadığını hiç görmedim.” (Buhârî, Cenâiz, 87. Krş. Müslim, Mesâcid, 123; Nesâî, Cenâiz, 115)

*

Hazret-i Âişe (r.a) şöyle buyurmuştur:

“Bir gün Rasûlullah (s.a.v) odama girdiğinde yanımda yahudilerden bir kadın vardı. Bu kadın:

«‒Biliyor musun, siz kabirlerinizde fitneye dûçâr olacaksınız?» diyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) birden kızarak:

«‒Fitneye dûçâr olacaklar ancak ve ancak yahûdilerdir!» buyurdu.

Birkaç gece geçtikten sonra Rasûlullah (s.a.v):

«‒Biliyor musun, bana: “Siz kabirlerinizde fitneye dûçâr olacaksınız” diye vahiy geldi.» buyurdu.

Hazret-i Âişe (r.a) şöyle buyurur:

«O günden sonra Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in kabir azabından Allah’a sığındığını işittim».” (Müslim, Mesâcid, 123)

 *

Ashâb-ı kirâmdan Ebû Cuhayfe, Berâ bin Âzib ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) şöyle buyurmuşlardır:

“Bir gün Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) güneş battıktan sonra (Medîne hâricine) çıkmıştı. Bir ses işitti ve şöyle buyurdu:

«‒Yahûdiler, kabirlerinde azâb görüyorlar».” (Buhârî, Cenâiz, 88)

*

Rasûlullah (s.a.v) şöyle duâ buyururdu:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ وَمِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ وَمِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ

“Yâ Rabbî! Kabir azâbından, Cehennem azâbından, hayatın ibtilâlarından, ölümün şiddetlerinden ve mesîh deccâlin fitnesinden Sana sığınırım!” (Buhârî, Cenâiz, 88)

*

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Meyyit mezara konulur. Sâlih bir zât ise kabrinde endişesiz ve korkusuz bir şekilde oturtulur. Sonra ona:

«–Sen hangi dinde idin?» diye sorulur. O:

«–Ben İslâm dininde idim.» diye cevab verir. Sonra ona şu zât kimdir?» diye (Rasûlullâh r hakkındaki itikadı ve kanaati) sorulur. O da:

«–Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem- Allah’ın Rasûlü’dür. O, bize Allah katından apaçık deliller getirdi. Biz de onu tasdik ettik.» diye cevab verir. Daha sonra ona:

«–Sen Allâh Teâlâ’yı gördün mü?» diye sorulur. O da:

«–Hiç bir kimse Allah Teâlâ’yı (dünyada) göremez.» diye ce­vab verir.

Daha sonra onun için cehennem tarafına bir pencere açılır. Ölü ona bakarak cehennem alevlerinin (şiddetli hararet ve sıkışıklıktan) birbirlerini kırıp geçirdiğini görür. Ona:

«– Allâh Teâlâ’nın seni koruduğu ateşe bak!» denilir.

Sonra onun için cennet ta­rafına bir pencere açılır. Cennetin süslerine ve nimetleri­ne bakmaya başlar. Kendisine:

«–İşte bu güzel yer senin makamındır.» denildik­ten sonra:

«–Sen (dünyada) yakînî imân üzere idin, bu sağlam imân üzere öldün ve (kıyamet günü) inşâallah bu iman üzerine diriltile­ceksin.» denilir.

Kötü kişi de dehşet ve korku içinde mezarında oturtulur ve ken­disine:

«–Sen hangi dinde idin?» diye sorulur.

«–Bilmiyorum.» diye cevap verir. Sonra ona:

«–Şu zât kimdir?» diye (Rasûlullâh r hakkındaki itikadı ve kanaati) sorulur. O da:

«–İnsanlar onun hakkında bir şeyler söylüyorlardı, ben de onu söyledim (Dini konularla pek ilgilenmez, insanları taklit ederdim).» der.

Cennet ta­rafına bir pencere açılır. Cennetin süslerine ve nimetleri­ne bakmaya başlar. Kendisine:

«–(Îmân etmediğin için) Allâh’ın senden uzaklaştırdığı cennete bak!» denilir.

Daha sonra onun için ateş tarafı­na bir pencere açılır. Oraya bakar, alevlerin birbirini kırıp geçirdiğini görür. Ona:

«–İşte bu, senin yerindir. (İslâm hakkında) şüphe üzerinde yaşadın, şüphe üzerine öldün ve inşâallahu Teâlâ (kıyamet günü) şüphe üzerine diriltileceksin!» denilir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 32. Ayrıca bkz. Buhârî, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Cennet, 70)

*

Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurur:

“Bir müslüman, muhtazar olduğu (can çekişme ânına girdiği) zaman, rahmet melekleri, beyaz bir ipek (elbise) ile gelirler ve şöyle derler:

«–Sen Rabbinden râzı, Rabbin de senden râzı olarak bedenden çık. Allâh’ın rahmet ve reyhânına ve sana gazabı olmayan Rabbine kavuş

Bunun üzerine ruh, en güzel bir misk kokusu gibi çıkar. Öyle ki, melekler onu birbirlerine verirler, tâ semânın kapısına kadar getirirler ve:

«–Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!» derler. Sonra onu mü’minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyi bulduğu zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona:

«–Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?» diye (dünyâdakilerden haber) sorarlar. Bir kısım ruhlar da, kendisinden sorulan biri hakkında:

«–Bırakın onu, o dünya telâşına dalmıştı.» derler. Bunun üzerine gelen ruh:

«–Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?» der. Onlar:

«–(Öyle mi? O hâlde) o, gideceği yere, Hâviye cehennemine götürüldü!» derler.

Kâfir muhtazar olduğu vakit, azap melekleri mish (denilen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler:

«–Bu cesedden kendin öfkeli, Allâh’ın da gazabını celbetmiş olarak çık ve Allâh’ın azâbına koş!» derler.

Bunun üzerine, cesedden, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada:

«–Bu koku ne kadar da pis!» derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler.” (Nesâî, Cenâiz, 9)

*

Berâ bin Âzib -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile berâber Ensâr’dan bir zâtın cenâzesine gitmiştik. Kabrine kadar vardık, henüz defnedilmemişti. Efendimiz’in etrâfına oturduk. Bir semâya bir yere bakmaya başladı. Üç defâ gözlerini yukarı kaldırdı, yere indirdi:

“Allâh’ım kabir azâbından sana sığınırım!” diye duâ etti. Daha sonra şöyle buyurdu:

“Müslüman bir kimse âhirete yaklaştığı ve dünyadan ayrılma vakti geldiği zaman ölüm meleği gelir ve başucuna oturur. Semâdan da melekler inerler; yüzleri güneş gibi parlaktır. Yanlarında cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. O şahsın önüne, baktığı yere otururlar. Ölüm meleği şöyle der:

«‒Ey itmi’nâna ermiş nefis! Rabbinin mağfiretine ve rızâsına kavuşmak için çık!» O da su damlasının kaptan aktığı gibi kolaylıkla çıkıverir. Diğer melekler, o rûhu ölüm meleğinin elinde göz açıp kapayıncaya kadar bile bırakmadan hemen alırlar ve semâya yükseltirler. Yanlarından geçtikleri her melek topluluğu:

«‒Bu güzel ruh da kim?» derler. Rûhu yükselten melekler de onu en güzel isim ve sıfatları ile yâd ederek: «Bu falan oğlu falandır.» derler. Semâya vardıklarında bütün semâ kapıları açılır. Yedinci kat semâya varıncaya kadar, içinden geçtikleri her bir semânın Allâh’a en yakın olan mukarreb melekleri, bu rûhu teşyî eder (uğurlar.) Sonra; «Onun amel defterini İlliyyîn’e yazın!» denilir. Daha sonra:

«‒Kulumu yeryüzüne geri götürün. Çünkü ben, onları yerden yaratacağımı, tekrar ona döndüreceğimi ve yine oradan çıkaracağımı vaat ettim.» denilir. O kimsenin rûhu cesedine geri getirilir. Melekler ölünün yanına gelirler ve:

«‒Rabbin kim?» derler.

«‒Allâh» der.

«‒Dînin nedir?» derler.

«‒İslâm» der.

«‒Sizin içinizden çıkan şu zât kimdi?» derler.

«‒Allâh’ın Rasûlü idi.» der.

«‒Bunu nereden bildin?» derler. O da:

«‒Allâh’ın kitâbını okudum, ona îmân ettim ve onu tasdîk ettim.» der. Bunun üzerine semâdan bir münâdi şöyle nidâ eder:

«‒Doğru söyledi, ona cennette bir yer hazırlayın, cennet elbiseleri giydirin ve cennetteki mekânını gösterin!» Daha sonra bu kimse kabrine uzatılır. Cennetin rüzgârı ve kokusu kendisine gelir. Ona bunlar yapıldıktan sonra yanında güzel yüzlü, temiz kıyâfetli ve hoş kokulu bir adam temessül eder.

«‒Hoşlandığın şeylerle sevin! Bu sana vaat edilen gündür!» der. Müslüman:

«‒Sen kimsin? Hayır müjdeleyen bir yüzün var!» diye sorduğunda o adam:

«‒Ben senin sâlih amelinim.» der. Sonra o mevtâ şöyle yalvarır: «Yâ Rabbî! Kıyâmeti hemen gerçekleştir ki ehlime ve malıma kavuşayım.»”

Bunu söyledikten sonra Rasûlullâh r Efendimiz şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Allâh, îmân edenleri hem dünyâda hem âhirette o sâbit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar.” (İbrâhîm, 27)

Sonra Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle devam etti:

“Fâcire gelince, âhirete yaklaştığı ve dünyadan ayrılma vakti geldiği zaman ölüm meleği gelir ve başucuna oturur. Semâdan melekler inerler; yüzleri simsiyah ve ellerinde kıldan yapılmış kaba ve sert giysiler vardır. Önüne, gözünün baktığı yere otururlar. Ölüm meleği:

«‒Ey pis ruh! Allâh’ın kızgınlığına ve öfkesine uğramak için çık!» der. Ruh cesedden, kancalı ve çatallı bir şişin ıslak yünün içinden çekip çıkarılması gibi oldukça zor ayrılır. Onunla birlikte vücuttaki bütün damarlar ve sinirler de kopar. Melekler hemen kalkarlar, o ruhu bir an bile bekletmeden semâya yükseltirler. Yanlarından geçtikleri her melek topluluğu:

«‒Bu pis rûh da kim?» derler. Melekler, kötü sıfatlarını zikrederek «Falan» derler. Semâya vardıklarında semâ kapıları yüzüne kapanır. «Amel defterini Siccîn’e yazın!» denilir. Daha sonra; «Kulumu yeryüzüne geri götürün. Çünkü ben, onları yerden yaratacağımı, tekrar ona döndüreceğimi ve yine oradan çıkaracağımı vaat ettim» denilir. Ruhu yere atılır. Cesedinin içine düşer.”

Allâh Rasûlü r burada şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Allâh’a şirk koşan kimse, gökten düşen ve kuşların parça parça edip kapıştığı birine yâhut rüzgârın uzak ve ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer.” (Hac, 31)

Sonra da sözlerine şöyle devam etti:

“Melekler ona gelirler ve «Rabbin kim?» derler. «Bilmiyorum!» der. Semâdan bir münâdî şöyle nidâ eder: «Yanlış söyledi. Onun için ateşten bir yer hazırlayın, cehennem elbiseleri giydirin ve cehennemdeki yerini gösterin!»

Kabri onu sıkar. Öyle ki kaburga kemikleri birbirine geçer. Cehennemin kokusu ve sıcaklığı ona gelmeye başlar. Bunlar yapıldıktan sonra yanında çirkin suratlı, perişan kıyâfetli ve kötü kokulu bir adam temessül eder. «Hoşlanmadığın şeyle müjdelen! Bu, sana vaat edilen gündür.» der. Fâcir, «Sen kimsin? Yüzün şer habercisi!» der. O da şöyle cevap verir:

«‒Ben senin kötü amelinim!» Bunun üzerine fâcir: «Yâ Rabbi kıyâmeti hiç getirme!» der.” (Hâkim, Müstedrek, I, 93-95/107; Ahmed, IV, 287, 295; Heysemî, III, 50-51)

*

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“İnsan kabre girdiğinde mü’min ise namaz, oruç gibi amelleri etrafını sarar. Melek, namazın olduğu taraftan gelmek istediğinde namaz onu geri çevirir, orucun tarafından geldiğinde oruç onu geri çevirir. Melek uzaktan seslenerek «Kalk» der. O da yattığı yerden kalkıp oturur…

Mevtâ, fâcir veya kâfir biri ise melek yanına gelir. Ölü ile melek arasında meleği engelleyecek bir şey yoktur…” (Ahmed, VI, 352)

*

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Nefsim yed-i kudretinde olan Zât’a yemin ederim ki mevtâ, insanlar kabrin başından dönüp giderken onların ayak seslerini işitir. Eğer mü’min ise namazı başının ucunda, zekâtı sağında, orucu solunda, hayırları, iyilikleri ve insanlara olan ihsanları ayak tarafında olur.

(Azap meleği) baş tarafından gelir. Namaz:

«‒Benim tarafımdan giriş yok!» der.

(Azap meleği) sağından gelir. Zekât:

«‒Benim tarafımdan giriş yok!» der.

Solundan gelir. Oruç:

«‒Benim tarafımdan giriş yok!» der.

Ayak tarafından gelir. Mevtânın yaptığı hayırlar, iyilikler ve insanlara olan ihsanları:

«‒Benim tarafımdan giriş yok!» der…

Kâfire ise kabrinde (azab melekleri) baş tarafından gelir, onlara mâni olacak bir şey bulunmaz, ayak tarafından gelir, yine birşey bulunmaz. Büyük bir korku ve dehşet içinde oturtulur…” (Heysemî, III, 51-52)

*

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kişi kabre konulduğunda (azap meleği) gelir. Baş tarafından gelirse, onu Kur’ân tilâveti uzaklaştırır; elleri tarafından gelirse, zekât ve sadakası uzaklaştırır; ayak tarafından gelirse, câmilere yürümesi onu uzaklaştırır. Sabır da kenarda büyük bir kalkandır. Melek: «Eğer bir boşluk bulsaydım, ölünün yanına varırdım!» der.” (Heysemî, III, 52)

*

İbni Şümâse şöyle dedi:

Amr İbni Âs ölüm döşeğindeyken yanına gittik. Yüzünü duvara döndü, uzun uzun ağladı. Bunun üzerine oğlu:

“–Babacığım! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana şu müjdeyi vermedi mi? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem seni şöyle müjdelemedi mi?” demeye başladı.

O zaman Amr İbni Âs yüzünü bize dönerek dedi ki:

“–Âhiret için hazırladığımız en değerli azık «Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah» sözüdür. Hayatımda üç devir vardır. Bir zamanlar Resûlullah’a benden fazla kin besleyen yoktu. Bir yolunu bulup da onu öldürmek benim en çok arzu ettiğim şeydi. Şayet bu haldeyken ölseydim, mutlaka cehennemlik olurdum. Allah Teâlâ gönlüme İslâm sevgisini koyunca, Peygamber aleyhisselâm’a gelerek: Elini uzat, sana biat edeceğim, dedim. O elini uzatınca, ben elimi geri çektim.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

«–Ne oldu, Amr?» diye sordu.

«–Şart koşmak istiyorum» dedim.

«–Neyi şart koşacaksın?» buyurdu.

«–Bağışlanmamı» dedim.

«–Müslüman olmanın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin daha önce işlenen günahları yok ettiğini, haccetmenin daha önce yapılan günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?» buyurdu.

Artık Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha çok sevdiğim biri yoktu. Gözümde ondan daha büyük biri mevcut değildi. Ona duyduğum saygıdan dolayı gözlerimi kandıra kandıra yüzüne bakamazdım. Biri bana onu anlatmamı isteseydi, yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım. Şayet bu haldeyken ölseydim, cennetlik olmayı umabilirdim. Sonra öyle işlere karıştık ki, o işler karşısında halimin nasıl olduğunu bilemiyorum.

Öldüğüm zaman arkamdan ne ağıt, ne de ateş yakılsın. Beni gömdüğünüz zaman üzerime toprağı yavaş yavaş atınız. Sonra bir deveyi boğazlayıp etini taksim edecek kadar bir zaman kabrimin yanından ayrılmayın ki, siz yanımdayken yerime alışayım ve Rabbimin elçilerine nasıl cevap vereceğimi düşüneyim.” (Müslim, Îmân, 192)

*

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından birisi kabir olduğunu bilmeden bir yere çadır kurdu. Bir de baktı ki kabirde bir insan Tebâreke sûresini okuyor. O kimse bu sûreyi sonuna kadar okuyup bitirdi. Bunun üzerine sahâbî Peygamber Efendimiz’in yanına geldi ve bu durumu O’na haber verdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dinledikten sonra şöyle buyurdu:

“–Tebâreke sûresi men edicidir. Okuyanı cehennem azâbından kurtarır.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân (Sevâbu’l-Kur’ân), 9)

*

Ebû Abdurrahman Avf bin Mâlik -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir cenâze namazı kıldı. Onun şöyle dua ettiğini duydum ve ezberledim:

Allahım! Onu bağışla, ona rahmet et! Onu azab ve sıkıntılardan koru. Kusurlarını affet. Cennetten nasibini ihsan et, gireceği yeri (kabri) genişlet! Onu su ile, karla ve buzla yıka. Beyaz giysileri kirden (ve pisten) temizler gibi onu günahlarından arındır. Ona kendi evinden daha güzel bir ev, âilesinden daha hayırlı bir âile, eşinden daha hayırlı bir eş ver. Onu cennete koy, kabir ve cehennem azâbından koru.

Avf bin Mâlik diyor ki, bu güzel duaları duyunca “keşke ölen ben olsaydım” diye içimden geçirdim. (Müslim, Cenâiz, 85)

*

Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anhümâ- şöyle dedi:

Uhud harbinden önceki gece babam beni yanına çağırdı ve: Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sahâbîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hariç, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borçlarım var, onları öde. Kardeşlerine dâima iyi davran, dedi. Sabahleyin babam ilk şehid düşen kişi oldu. Bir başka şehid ile birlikte onu bir kabre defnettim. Sonra onu bir başkasıyla aynı kabirde bırakmayı içime sindiremedim. Altı ay sonra onu kabirden çıkardım. Bir de ne göreyim; kulağının bir kısmı hâriç, tüm vücûdu kendisini kabre koyduğum günkü gibiydi. Onu yalnız başına bir mezara defnettim. (Buhârî, Cenâiz, 78)

*

“Sizden biri öldügünde onu fazla bekletmeyin… Kabri başında Fatiha ve Bakara’nın sonunu okuyun!” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, XII, 340; Mecmau’z-zevâid, III, 44; Deylemi, Müsned, I, 284)

*

Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Sa’d bin Muâz (r.a) vefat ettiğinde Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- beraber gittik. Peygamber Efendimizi Sa’d’ın cenaze namazını kılıp onu kabrine koyduktan ve üzerini toprakla örttükten sonra uzun müddet tesbihatta bulundu. Biz de tesbih ettik. Sonra tekbir getirdi. Biz de tekbir getirdik. Daha sonra:

“Yâ Rasulullah! Niçin tesbih ettiniz ve tekbir getirdiniz?” Şöyle cevap verdiler:

“Allâh ona genişlik verinceye kadar kabir şu sâlih kulu sıktı da sıktı.” (Ahmed, III, 360)

İbni Abbas şöyle demektedir:

“Sa’d ibni Muâz defnedildiği gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun kabri başında ayakta dururken şöyle buyurdular:

“Şayet bir kimse kabrin fitnesinden kurtulacak olsaydı, şüphesiz ki, Sa’d bin Muâz kurtulurdu. Ancak onu kabir önce sıktı, sonra da Allâh ona genişlik verdi.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, X, 334)

*

“Ölülerinizi sâlih insanların arasına defnediniz.” (Deylemi, Müsned, I, 102)

*

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” Ashâb-ı kirâm: Onun pişmanlığı nedir Yâ Rasûlallâh? deyince Efendimiz:

“Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişman olacaktır.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Zühd, 59)

*

Osman bin Affan’ın mevlâsı Hâni -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, bir kabrin üzerinde durunca sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine: “Cenneti ve cehennemi hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!” dediler. Bunun üzerine: “Çünkü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle söylediğini işittim. “Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir.” Hazret-i Osman devamla Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu sözünü de nakletti:

“Gördüğüm manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve dehşet verici değildi!” (Tirmizî, Zühd 5/2308; Ahmed, I, 63-64)

*

Zeyd bin Sâbit (r.a) anlatıyor:

“Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Benî Neccâr’a ait bir bahçede bulunuyordu. Katırının üzerindeydi. Biz de yanındaydık. Katır âniden ürktü, nerdeyse Efendimiz (s.a.v)’i sırtından yere atacaktı. Bir de baktık ki önümüzde altı, beş veya dört tane kabir var! Allah Rasûlü (s.a.v):

«‒Bu kabirlerin sahiplerini kim biliyor?» buyurdular. Bir kişi:

«‒Ben biliyorum!» deyince, Efendimiz (s.a.v):

«‒Ne zaman öldü onlar?» diye sordu. Sahâbî:

«‒Şirk devrinde öldüler.» dedi.

Efendimiz (s.a.v):

«‒Bu ümmet, kabirlerinde ibtilâya mâruz kalacak (hesap ve azâb görecek). Birbirinizi defnetmeyeceğinizden korkmasaydım, işitmekte olduğum kabir azâbını size de duyurması için Allah’a dua ederdim!» buyurdular.

Sonra mübârek yüzüyle bize dönüp:

«‒Cehennem azâbından Allâh’a sığının!» buyurdular.

Ashâb-ı kirâm: «Cehennem azâbından Allâh’a sığınırız!” dediler.

Allah Rasûlü (s.a.v):

«‒Kabir azâbından Allâh’a sığının!» buyurdular.

Ashâb-ı kirâm: «Kabir azâbından Allâh’a sığınırız!» dediler.

Allah Rasûlü (s.a.v):

 «‒Fitnelerin açığından ve gizlisinden Allâh’a sığının!» buyurdular.

Ashâb-ı kirâm: «Açığıyla, gizlisiyle bütün fitnelerden Allâh’a sığınırız!» dediler.

Allah Rasûlü (s.a.v):

«‒Deccal’ın fitnesinden Allâh’a sığının!» buyurdular.

Ashâb-ı kirâm: «‒Deccâl’ın fitnesinden Allâh’a sığınırız!» dediler.” (Müslim, Cennet, 67)

*

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, Abdurrahman bin Ebi Bekr es-Sıddîk -radıyallâhu anh-’in kabri üzerinde bir çadır görmüştü, seslendi: “Ey oğlum! Çadırı mezarın üstünden kaldır. Çünkü onu, (sağken işlediği) ameli gölgelemektedir.” (Buharî, Cenaiz 82)

*

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allâh’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu şehâdet, Kur’ân-ı Kerîm’deki “Allah, kendisine îmân edenleri hem dünyada hem de âhirette sağlamlaştırır.” (İbrâhîm, 27) âyetinin delâlet ettiği mânâdır.” (Buhârî, Cenâiz 87, Tefsîru sûre (14), 2; Müslim, Cennet, 73)

*

Hazret-i Aişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre, bir yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek:

“Seni kabir azabından Allâh korusun!” dedi. Hazret-i Aişe de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kabir azabından sordu. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Evet, kabir azabı haktır.” buyurdu. Hazret-i Aişe der ki:

“Bundan sonra -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim.” (Buhâri; Cenâiz 87; Müslim, Mesâcid 123; Nesâî, Cenâiz 115)

Kabirdeki Ölü İmdâd Bekler

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kabirdeki ölü, denizde boğulmak üzere olan ve dehşet içerisinde yardım isteyen kimse gibidir, babasından, anasından, kardeşinden, samî ve sâdık arkadaşından gelecek bir duâ bekler. Şâyet bir duâ gelecek olsa bu onun için dünyâ ve içindekilerden daha kıymetli ve sevimli olur. Şüphesiz Allâh, kabir ehline, dünyâdakilerin duâsı bereketiyle dağlar misâli ecir verir. Dirilerin ölülere gönderebileceği en iyi hediye onlar için istiğfar etmek ve onlar adına sadaka vermektir.” (Deylemî, Müsned, IV, 103/6323; Ali el-Müttakî, XV, 694/42783; XV, 749/42971)

Efendimiz’in Duâsı

İbn-i Abbas -radıyallahu anhümâ- anlatıyor:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim:

“Allah’ım! Senden, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.

Allah’ım, bana öyle bir iman, öyle bir yakin ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette Sen’in nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.

Allah’ım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunla kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan) şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!

Allah’ım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve uhrevi) ihtiyaçlarımı Sen’in kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, hâlimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrım sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifâyâb kılan Rabbim, denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabından korumanı diliyorum.

Allah’ım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husulü için de Sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında Sen’den istiyorum.

Ey Allah’ım! Ey (Kur’ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, Sen’den cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de Huzûr-i Kibriyâ’na ulaşmış mukarrebîn meleklerle, (dünyada iken çok) rükû ve secde yapanlar ve ahidlerini ifa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, Sen (Sen’i dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, Sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.)

Allah’ım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Sen’i seveni (Sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, Sen’in ona olan adâvetin sebebiyle adavet (düşmanlık) ediyoruz.

Allah’ım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.

Allah’ım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!

Allah’ım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmeyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver!

İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdis sadece kendine layık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zât münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zât münezzehtir. Celal ve ikrâm sâhibi Zat münezzehtir.” (Tirmizi, Daavât 30/3419)

Kabirdekiler İçin İstiğfar

Osman bin Affân -radıyallâhu anh-’dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir ölü defnedildikten sonra kabri başında durur ve şöyle buyururdu:

“Kardeşiniz için istiğfâr ediniz ve Allâh’ın onu kabir sualleri karşısında doğru cevap vermeye muvaffak kılması için niyazda bulununuz. Çünkü o şu anda hesâba çekilmektedir.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 67-69/3221)

*

Hazret-i Âişe şöyle der:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namazda (son oturuşta) şöyle duâ ederdi:

“Allâh’ım kabir azabının şerrinden Sana sığınırım, Mesih Deccâl’in şerrinden Sana sığınırım, hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım. Allâh’ım, günah işlemekten ve borca girmekten Sana sığınırım.”

Bir kimse Efendimiz’e:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, borçtan ne kadar çok Allâh’a sığınıyorsunuz?” deyince Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Bir kimse borçlandığında konuşunca yalan söyler, vaad edince de sözünde durmaz (hâle gelir).” (Ahmed, VI, 88-89)

Hâtiften Bir Ses

Hz. Ömer (r.a) birgün Medîne-i Münevvere’deki Bakî kabristanına uğramıştı.

“–es-Selâmü aleyküm ey kabir ehli! Bizi merak ediyorsanız bu taraftan haberler şöyle:

Hanımlarınız başkalarıyla evlendi,

Evlerinize başkaları oturdu,

Mallarınız da insanlar tarafından paylaşıldı” dedi.

Hâtiften bir ses şöyle cevap verdi:

“–Bizim taraftan haberler de şöyle:

Önceden gönderdiğimiz her türlü iyilik ve sâlih ameli burada eksiksiz hazır bulduk,

Dünyadayken infak ettiğimiz mallarımızdan büyük kârlar elde ettik,

Cimrilik edip infak etmediğimiz mallarımızın da hasretiyle yanıyor, pişmanlık duyuyoruz.” (Ali el-Müttakî, XV, 751/42977)

*

Rasûlullah (s.a.v) diğer hadîslerinde şöyle buyururlar:

“Sadaka, sahipleri için kabirlerin sıcaklığını söndürür. Mü’min kıyamet günü sadakasının altında gölgelenir.” (Heysemî, III, 110)

*

Ebû Hâzim der ki:

“Ebû Hüreyre ile birlikte yeni defnedilmiş bir kabrin yanına uğradık. Ebû Hüreyre şöyle dedi:

«–Sizin basit gördüğünüz hafifçe kılınan iki rekât namaz, burada (kabirde) benim için sizin şu dünyanızdan daha sevimli ve değerlidir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 126/34702)

 

Toprak Allah Dostlarını Çürütmez

Hz. Âişe’nin odasının duvarı, Velid bin Abdülmelik zamanında Efendimiz ve arkadaşlarının kabirleri üzerine yıkılmıştı. Duvarı tekrar binâ etmeye başladılar. O esnâda bir ayak ortaya çıktı. Herkes dehşete düştü ve korktu. Onu Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mübarek ayağı zannettiler. Bunu bilen birini de bulamadılar. Urve bin Zübeyr gelip:

“–Hayır, vallahi bu Rasûlullah’ın mübarek ayağı değildir, bu ancak Ömer (r.a)’in ayağıdır” dedi. (Buhârî, Cenâiz, 96)

Rasûlullâh Efendimizin Kardeşleri

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh- nakletmektedir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün kabristana geldiler ve:

“–Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler diyârının sakinleri. İnşaallâh birgün biz de sizin yanınıza geleceğiz. Kardeşlerimizi görmeyi ne kadar da çok arzuladım. Onları ne kadar da özledim!” buyurdular. Ashâb-ı kirâm:

“–Biz senin kardeşlerin değil miyiz yâ Rasûlallâh!” dediler. Efendimiz:

“–Siz benim ashâbımsınız. Kardeşlerimiz ise henüz dünyâya gelmeyenlerdir.” buyurdu. Ashâb-ı kirâm -radıyallâhu anhüm ecmaîn-:

“–Ümmetinizden henüz dünyâya gelmeyen kimseleri nasıl tanırsınız ey Allâh’ın Rasûlü.” dediklerinde:

“–Düşünün ki bir adamın ayakları ve yüzü beyaz olan bir atı var. O kimse bu atını, hepsi simsiyah olan bir at sürüsü içerisinde tanıyıp bulamaz mı?” diye sordu. Ashâb-ı kirâm:

– Evet, bulur ya Rasûlallâh! dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:

“–İşte onlar da abdest âzâları bembeyaz olduğu hâlde gelecekler. Ben önceden gidip havuzumun başında ikram etmek için onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklar. Ben onlara «Gelin buraya» diye nidâ edeceğim. Bana : «Onlar senden sonra hâllerini değiştirdiler (senin sünnetini takip etmeyip başka yollara saptılar, büyük günahlar işlediler.) Bunun üzerine ben de «Uzak olsunlar, uzak olsunlar» diyeceğim.” buyurdu. (Müslim, Tahâret, 39)

“Bana denilecek ki: «Sen onların senden sonra neler yaptığını bilmiyorsun!» Ben de «Benden sonra (istikâmetlerini ve hâllerini) değiştirenler uzak olsunlar, uzak olsunlar !» diyeceğim.” (Müslim, Fezâil, 26)

*

Rasûlullah r Muâz bin Cebel t’i Yemen’e (hizmete) gönderirken, onunla birlikte çıkarak kendisine bazı tavsiyelerde bulundu. Muâz t binek üzerinde gidiyor, Rasûlullah r Efendimiz de yanında yürüyordu. Tavsiyeleri bitince:

“–Ey Muâz! Herhalde bu seneden sonra benimle bir daha görüşemezsin! Umulur ki şu Mescid’ime ve kabrime uğrarsın!” buyurdu.

Muâz t, Rasûlullah r Efendimiz’in firâkıyla hıçkıra hıçkara ağlamaya başladı.

(Efendimiz r:

“‒Yüksek sesle ağlama ey Muâz! Zîrâ feryâd ederek ağlamak şeytandandır.” buyurdu.)

Sonra dönüp mübârek yüzünü Medîne-i Münevvere’ye doğru çevirdi ve şöyle buyurdu:

“–İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olurlarsa olsunlar, Allâh’a karşı takvâ sâhibi olan müttakîlerdir.” (Ahmed, V, 235; Heysemî, IX, 22)

*

Dâvûd bin Ebî Sâlih dedi ki:

Birgün Mervan; yüzünü Rasûlullâh’ın kabr-i şerîfinin taşına koymuş bir kişiyi gördü ve yakasından tuttu ve :

–Ne yaptığını sanıyorsun? dedi. Adam başını çevirince bir de baktı ki bu kimse Ebû Eyyûb el-Ensârî imiş. Şöyle dedi:

–Evet, ne yaptığımı biliyorum. Ben Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e geldim, taşa gelmedim. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle dediğini işittim:

“Dini ehil olanlar üstlendi mi din için kaygılanma; ancak ehil olmayanlar dini tedvîre başladılar mı din için ne kadar endişelensen ve ağlasan yeridir.” (Ahmed bin Hanbel, V, 422)

*

Ubade bin Sâmit’in torunu anlatıyor:

“Dedem Ubade -radıyallâhu anh- vefat edeceği sırada:

«–Azad ettiğim kölelerimi, hizmetçilerimi, komşularımı yanıma gelip giden herkesi bana çağırın.» diye emir verdi.

İstediği kimseler toplanınca onlara:

«–Öyle sanıyorum ki bu gün benim dünyadaki son günüm, önümüzdeki gece de ahiretteki ilk gecem olacak. Bilmiyorum, belki sizlere elimle vurmuş veya bir laf söylemiş olabilirim. Binaenaleyh kimi incitmişsem ruhum çıkmadan gelsin bana kısas yapsın, ona yaptığım hareketin aynını bana tatbik etsin. Ruhumu elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki kıyamet gününde kısas vardır.» dedi. Onlar:

«–Sen babamızdın, bize edep öğrettin.» dediler.”

Râvî diyor ki: “Aslında Ubade -radıyallâhu anh- hizmetçisine dahi kötü söz söylemiş değildi.”

“Ubade:

«–Size yaptıklarımı bağışladınız mı?» diye sordu.

«–Evet.» dediler.

«–Allah’ım, şahid ol» dedikten sonra şunları söyledi: «Madem ki kısas uygulamıyorsunuz öyleyse şu vasiyetimi iyi belleyin: Ardımdan ağlayacak olanlara hakkımı helal etmiyorum. Ruhum çıktığında güzelce abdest alın, mescide girin, namaz kılın. Hem Ubade, hem de kendiniz için istiğfar edin. Çünkü Allâh Teâlâ: ‘Ey îmân edenler, sabırla ve namazla yardım isteyin.’ (el-Bakara, 2/45) buyuruyor. Beni sür’atle mezarıma götürün, ardımdan ateş (mum, meşale) yakarak gelmeyin, kabrimin içinde altıma erguvan ağacı koymayın.»” (Ali el-Müttakî, XIII, 555/37443)

*

Muttalib İbnu Ebî Vedâ’a anlatıyor:

“Osmân bin Maz’un öldüğü zaman, cenazesi Medine’den dışarı çıkarıldı ve gömüldü. Osman -radıyallâhu anh-, muhacirlerden ilk ölen kimse idi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir adama Osman için bir kaya (getirerek mezar yerini belli etmesini) emretti. Adam (bir taş aldı, fakat) taşımaya güç yetiremedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizzat gidip kollarını sıvadı. -Râvi der ki: “Sanki ben sıvadığı sırada Rasûlullâh’ın kollarının beyazlığını görür gibiyim.”- Sonra kayayı getirip Osman’ın baş tarafına koydu ve:

“Bununla, kardeşimin kabrini işaretliyorum, âilemden ölenleri bunun yanına gömeceğim.” buyurdu.” (Ebu Dâvud, Cenâiz, 57-59/3206)

*

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Rasûlullâh (s.a.v) buyurdular ki:

“Kul kabrine konulup, yakınları da oradan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:

«–Muhammed (s.a.v) diye bilinen o zât hakkında ne diyordun?» diye sorarlar. Mü’min kimse bu soruya:

«–Şehadet ederim ki, O, Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür!» diye cevap verir. Ona:

«–Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı senin için cennetteki bir mekân ile değiştirdi » denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür.

Eğer ölen kâfir ve münafık ise (meleklerin sorusuna):

«–Bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!» diye cevap verir. Kendisine:

«–Öğrenmedin ve peşinden gitmedin!» denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir çekiç ile vurulur. Bu darbenin acısıyla öyle bir çığlık atar ki, sesini (insan ve cinlerden ibaret olan) iki âlem dışında etrafındaki her şey işitir.” (Buhâri, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Cennet, 70; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 78/3231; Nesâi, Cenâiz, 110; Tirmizî, Cenâiz, 70/1071)

Ölüme Hazırlık

Berâ t anlatıyor:

“Biz Rasûlullah r ile bir cenâze teşyîinde bulunmuştuk. Efendimiz r, kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki gözyaşlarıyla toprak ıslandı. Sonra da:

«–Kardeşlerim! İşte asıl böylesine mühim bir yer için hazırlık yapınız!» buyurdular.” (İbn-i Mâce, Zühd, 19)

Mü’min ve Namaz

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“(Mü’min) ölü kabre konulduğunda, güneş, gurûb hâlinde ona temessül ettirilir. Mü’min ölü gözlerini oğuşturarak oturur ve:

«Bırakınız beni namaz kılayım» der.” (İbn-i Mâce, Zühd, 32)

İki Defa İki Cennet

Medîne-i Münevvere’de bir genç vardı. Dünyaya karşı zâhid, Allah’a karşı takva sahibi idi. Devamlı mescide koşar ve ashab-ı kiramdan taze taze hadîs-i şerifler dinlerdi. Bu genç Hz. Ömer’in çok hoşuna giderdi.

Delikanlının yaşlı bir babası vardı. Yatsı namazını kıldığında onun yanına giderdi. Yolu da bir kadının kapısı önünden geçiyordu. Kadın gence gönlünü kaptırdı ve onu fitneye düşürmenin çarelerini aramaya başladı.

Birgün yine oradan geçerken kadın bütün hîlelerini kullanarak genci kandırmaya çalıştı. Genç tam ona uymuş, arkasından evine girmeye teşebbüs ediyordu ki Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerîmesini hatırladı:

“Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ı, O’nun emir ve yasaklarını) hatırlayarak hemen hakîkati görürler.” (el-A’râf, 201)

Âyeti hatırlayan genç bir anda bayıldı ve olduğu yere yığılıverdi. Onu alıp babasına götürdüler. Gecenin üçte biri geçinceye kadar o vaziyette kaldı. Ayıldığında babası ne olduğunu sordu. O da durumu haber verdi. Babası:

“–Oğlum, hangi âyeti okumuştun?” diye sordu.

Genç âyeti tekrar okudu ve yine bayıldı. Âilesi ve komşuları toplanıp ayıltmaya çalıştıklarında rûhunu teslim etmiş olduğunu gördüler. Gasledip defnettiler.

Sabah olunca durumu Hz. Ömer’e bildirdiler. Ömer (r.a) babasına gelerek tâziyede bulundu ve gencin kabrine gitti. Yüksek sesle şöyle hitab etti:

“–Ey fülân! «Rabbinin makâmında durup hesap vermekten korkan kimseye iki cennet vardır.» (er-Rahmân, 46)”

Gencin sesi kabrin derinliklerinden şu cevabı verdi:

“–Ey Ömer! Rabbim onları bana cennette iki defâ verdi!” (Bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, II, 291, el-A’râf, 201 tefsirinde; Ali el-Müttakî, II, 516-517/4634)

*

“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesîlesiyim. Vefât ettiğimde ise, kabrimde: «Yâ Rabbî, ümmetî ümmetî!..» diye ilk Sûr üfleninceye kadar nidâ edeceğim…” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIV, 414)

*

Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Vefâtımdan sonra beni ziyâret eden kimse, sanki hayâtımda ziyâret etmiş gibidir!” (Dârekutnî, Sünen, II, 278)

“Vefâtımdan sonra kim hacceder de kabrimi ziyâret ederse, sanki beni hayattayken ziyâret etmiş gibi olur.” (Dârekutnî, Sünen, II, 278; Heysemî, IV, 2)

*

 “Kibrimi ziyâret edene şefaatim vâcip olur.” (Heysemî, IV, 2)

*

Vehb bin Kâbûs, yanında kardeşinin oğlu Hâris bin Ukbe olduğu halde, Müzeyne dağından Medine’ye gelmişlerdi. Medine’nin boşalmış olduğunu görünce:

“–İnsanlar nereye gitti?” diye sordular.

Peygamber Efendimiz’in Kureyş müşrikleriyle çarpışmak üzere Uhud’a gittiğini öğrenince hemen yola koyulup Allah Rasûlü’nün yanına geldiler.

Rasûlullah (s.a.v), müşriklerden hücuma hazırlanan bir topluluk hakkında:

“–Şu topluluğu kim defeder?” diye sordu.

Vehb bin Kâbûs:

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Hemen kalkıp onları oka tuttu, geri püskürttü ve döndü.

Müşriklerden ikinci bir gurup hücuma hazırlanıyordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Şu topluluğu kim defeder?” buyurdu.

Yine Vehb bin Kabus:

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Kılıcını sıyırıp onları dağıtıp kovalayıncaya kadar çarpıştı ve geri döndü.

Bundan sonra bir topluluk daha hücuma hazırlanınca, Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Şu topluluğu defetmek için kim kalkar?” diye sordu.

Vehb bin Kâbûs:

“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi.

Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Kalk, karşıla onları! Seni Cennetle müjdelerim” buyurdu.

Vehb bin Kâbûs sevinerek kalktı, kılıcını sıyırıp müşriklerin içine daldı. Peygamber Efendimiz ve müslümanlar ona bakıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah’ım! Ona rahmet eyle!” diye dua etti.

Müşrikler, mızraklarını ve kılıçlarını onun üzerine çevirdiler ve en sonunda onu şehit ettiler.

Vehb bin Kâbûs’un cesedinin yirmi yerinde mızrak yarası vardı.

Vehb bin Kâbûs’un kardeşinin oğlu da kalkıp aynı şekilde müşriklerle çarpıştı ve şehit oldu. Allah ikisinden de razı olsun! (Vâkıdî, I, 274-275, 276, Belâzurî, Ensâb, I, 326; İbn-i Abdilberr, I, 297; IV, 1562; İbn-i Esîr, Üsdü’l-gâbe, I, 406; V, 462; İbn-i Hacer, el-İsâbe, I, 284)

Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a), Kâdisiye’den sonra Vehb’in kardeşinin oğluna şunları anlatmıştır:

“…Vehb’in arkasından ben de kalktım. Allah biliyor ya o gün onun istediği şehitliği ben de arzuluyordum. Düşmanın içine daldık. Allah rahmet eylesin onu vurdular. Vallahi o gün ben de onunla birlikte şehid edilmek istedim, lâkin ecelim beni geri bıraktı.”

Sa’d (r.a) hemen ganimetlerden hissesine düşen kısmı istedi, ondan Vehb (r.a)’in yeğenine hediyeler verdi, ona başka ikramlarda da bulundu. Sonra şöyle devam etti:

“–Rasûlullah (s.a.v)’i Vehb’in cenâzesi başında dururken gördüm:

«–Allah senden râzı olsun, ben senden râzıyım!” diyordu.

Sonra Rasûlullah (s.a.v) o mukaddes şehidin kabri başında ayağa kalktı. Efendimiz o gün pek çok yerinden yaralanmıştı. İyi biliyordum ki ayakta durmak ona çok zor geliyordu. Ancak buna rağmen şehîd, kabrine yerleştirilinceye kadar ayakta durdu. Şehîdin üzerinde bir örtü vardı. Rasûlullah (s.a.v) onu başına doğru uzunlamasına çekti. Başı örtülünce ayaklarının yarısı açıldı. Bize ot toplamamızı emretti. Onları mezarın içinde şehidin ayaklarına örttük. Daha sonra Efendimiz oradan ayrıldı.

Vallâhi Vehb gibi şehîd edilip Allah’a o şekilde kavuşmaktan daha çok istediğim başka bir şey yoktur!” (Vâkıdî, I, 276-277)

Hz. Ömer de, Vehb (r.a)’in şehîd edildiği gibi şehid olmayı ister ve özlerdi. (Vâkıdî, I, 275)

 

Kabri Düzeltmek, Taş Dikmek, Üzerine Su Serpmek

Muttalib bin Ebî Vedâ’a anlatıyor:

Osmân bin Maz’un vefât ettiği zaman, cenazesi (Medine’den Bakîʻa) çıkarıldı ve defnedildi. (Osman (r.a), muhacirlerden ilk vefât eden kişi idi.) Rasûlullâh (s.a.v), bir kişiye Osman’ın kabrine bir kaya getirmesini emretti. Sahâbî kayayı taşımaya güç yetiremedi. Rasûlullâh (s.a.v) bizzat kalkıp kayanın yanına vardı ve kollarını sıvadı. Sanki ben şu anda Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in kollarının beyazlığını görür gibiyim. Sonra kayayı getirip Osman’ın baş tarafına koydu ve:

“‒Bununla kardeşimin kabrini işaretliyorum, âilemden ölenleri bunun yanına gömeceğim.” buyurdu.” (Ebu Dâvud, Cenâiz, 57-59/3206; İbn-i Mâce, Cenâiz, 42)

*

Sevgili Peygamberimiz Hudeybiye Umresi için Mekke’ye giderken Ebvâ’ya uğramışlardı:

“‒Şüphesiz Allah Teâlâ Muhammed’e annesinin kabrini ziyaret etmesi için izin verdi!” buyurdu.

Sonra yanına varıp kabri güzelce düzeltti ve yanında ağladı. Rasûlullah (s.a.v) ağladığı için Müslümanlar da ağladılar. Daha sonra niçin böyle yaptığı sorulduğunda ise şöyle buyurdular:

“‒Annemin bana olan şefkât ve merhametini hatırladım da onun için ağladım.” (İbn-i Sa’d, I, 116-117. Ayrıca bkz. Müslim, Cenâiz, 105-108)

*

İbrahim’in kabri örtüldüğü zaman Rasûlullah (s.a.v) kabrin yanında bir taş kadar yerin düzgün olmadığını gördü. Bir taraftan orayı mübarek eliyle düzeltirken bir yandan da şöyle buyuruyordu:

“Sizden biriniz, bir iş yaptığınız zaman, onu sağlam yapsın! Çünkü, böyle yapmak, musi­bete uğrayan kişilerin gönlünü tesellî eden hususlardan biridir!” (İbn Sa’d, Tabakât, I, 141-142)

Rasûlullah (s.a.v), oğlu İbrahim’in kabrinin kenarındaydı. Lahidde bir açıklık gördü. Mezar kazan kişiye orayı düzlemesi için biraz çamur verdi ve şöyle buyurdu:

“‒Bunun ölüye ne zararı, ne de faydası olur; lâkin (kabrin düz olması) dirinin gözünü aydın eder, onu mesrûr ve memnûn eder!” (İbn Sa’d, Tabakât, I, 142, 143; Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, I, 451)

حَدَّثَنِي أَبِي كُلَيْبٍ أَنَّهُ شَهِدَ مَعَ أَبِيهِ جَنَازَةً شَهِدَهَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَنَا غُلَامٌ أَعْقِلُ وَأَفْهَمُ، فَانْتَهَى بِالْجَنَازَةِ إِلَى الْقَبْرِ وَلَمْ يُمْكِنُ لَهَا، قَالَ فَجَعَلَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: ” سَوُّوا لَحْدَ هَذَا ” حَتَّى ظَنَّ النَّاسُ أَنَّهُ سُنَّةٌ، فَالْتَفَتَ إِلَيْهِمْ، فَقَالَ: ” أَمَا إِنَّ هَذَا لَا يَنْفَعُ الْمَيِّتَ وَلَا يَضُرُّهُ، وَلَكِنَّ اللهَ يُحِبُّ مِنَ الْعَامِلِ إِذَا عَمِلَ أَنْ يُحْسِنَ “

(Beyhakî, Şuab, VII, 234/4932)

Hz. İbrahim gömüldüğü zaman, Rasûlullah (s.a.v):

“‒Bir kırba su getirecek kimse var mı?” diye sordu.

Ensâr’dan bir zât hemen bir kırba su getirdi.

Rasûlullah (s.a.v):

“‒Onu İbrahim’in kabrinin üzerine serp!” buyurdu. (İbn Sa’d, Tabakât, I, 141)

Rasûlullah (s.a.v), bir taş getirilmesini emretti. Taş, Hz. İbrahim’in kabrinin başına dikildi ve kabri üzerine su serpildi. (İbn Sa’d, Tabakât, I, 144; Belâzurî, Ensâb, I, 451)

Hz. İbrahim’in kabri bir alâmetle belirlendi. Kabrinin üzerine ilk defa su serpilen de, o oldu. (İbn Abdilberr, İstiâb, I, 59; İbn Esîr, Üsdü’l-gâbe, I, 51; Kastalânî, Mevâhibü’l-ledünniye, I, 259)

 

%d bloggers like this: