Eski devirlerde milletlerarası ilişkileri düzenleyen hukukî teamüller ve antlaşmalar mevcut olmadığından savaşlarda keyfîlik hâkimdi. Muzaffer taraf muharip-sivil, kadın-erkek, büyük-küçük demeden düşmanını imha etmeyi meşrû görüyor, bu arada esirler de en ağır muameleye mâruz kalıyordu.[1] Meselâ Talmut’ta yalnız muharip esirler değil kadın ve çocuklar ile ele geçirilen hayvanların da öldürülmesine hükmedilmiştir.[2]
İnsan var olduğu müddetçe savaş ve esirlik de devam edeceğinden dolayı İslâm, realist davranarak esirliği zâhiren kaldırmak yerine şartlarını ıslah edip elinde esir bulundurmayı insanlara ağır bir yük hâline getirmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in pek çok yerinde, esir ve kölelere ihsân ile muâmele edilmesi emredilir.[3] Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Onlar kendi canları çektiği, kendileri de muhtaç oldukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızâsına nâil olabilmek için fakire, yetime ve esire ikrâm ederler ve «Biz size bunu sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkuyoruz» (derler). Allah da onları o günün şerrinden muhafaza eder, yüzlerine nur, gönüllerine sürur bahşeder.” (İnsân, 8-11)
Müfessirler bu âyeti açıklarken kâfir olmasına rağmen esire yemek yedirmede büyük sevap bulunduğunu ifade ederler. (Cessâs, III, 471; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1898)
Diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“…Savaş sona erince esirleri ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin!” (Muhammed, 4)
Rasûl-i Ekrem Efendimiz de müslümanlara:
“Esirlere hayırla muâmele ediniz!” buyurmuştur. (Heysemî, VI, 86)
İşte bu İlâhî emirler sebebiyle müslümanlar, kendilerine her tüzlü zulmü revâ gören düşmanlarını esir ettiklerinde onlara aynı şekilde zulüm ve işkence etmezler.
Esirlere İyi Davranmak
Rasûl-i Ekrem Efendimiz muhtelif talimat, tavsiye ve tatbikatlarıyla esirlere iyi davranılmasını istemiş, onlara eziyet ve işkence edilmesini yasaklamış, kendisinden bilgi almak için bile esire baskı yapılmasının uygun olmadığına işaret etmiştir.[4] İslâm hukukçuları da aç ve susuz bırakmak gibi esire eziyet etmenin doğru olmadığını, bunun bir fayda sağlamayacağını ifade ederler. (Kâsânî, Bedâi‘u’s-sanâiʻ, 1406, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, VII, 120)
Mus’ab bin Umeyr’in kardeşi Ebû Azîz, Bedir’de müşriklerin bayraktarlığını yapmıştı. Müslümanlara esir düştüğünde onlardan gördüğü şefkat ve merhameti şöyle anlatır:
“Bedir Savaşı’nda ben de esir düşmüş, Ensâr’dan bir topluluğa teslîm edilmiştim. Bedir’den dönerken, sabah ve akşam yemekleri geldiğinde ekmeği bana verirler, kendileri kuru hurma ile idâre ederlerdi. Çünkü Allah Rasûlü r, esirlere güzel muâmelede bulunmalarını tavsiye etmişti. Onlardan birinin eline bir ekmek parçası geçse hemen onu getirip bana verirdi. Ben hayâ eder o ekmek parçasını onlardan birine iâde ederdim, ancak o ekmeği tekrar bana verir, kesinlikle el sürmezdi.” (İbn-i Hişâm, II, 288; Heysemî, VI, 86)
Esirlerden Ebu’l-Âs bin Rebi ve Velid bin Velid de, kendilerine aynı şekilde muâmele edildiğini söylemişlerdir. Hatta Velîd buna: “Bizi hayvanlara bindiriyor kendileri yürüyorlardı” cümlesini de ilave etmiştir. (Vâkıdî, I, 119)
Rasûlullah r, Bedir gazvesinde ele geçirilen esirleri topluca bir yerde tutmamış, bunları ashâb-ı kirâma birer birer dağıtarak misafir etmelerini ve ikramda bulunmalarını tavsiye buyurmuştur. (İbn-i Hişam, II, 288)
Yapılan istişâre netîcesinde bu esirler fidye karşılığında serbest bırakıldı. Fidye ödeyemeyecek durumda olanlar da karşılıksız serbest bırakıldı. Ancak bunlardan okur-yazar olanların her biri, on Medîneli çocuğa okuma-yazma öğretmekle vazîfelendirildi. Onlar da fidyelerini böylece ödemiş olacaklardı. (Ahmed, I, 247; Vâkıdî, I, 129; İbn-i Sa‘d, II, 22)
Huneyn Gazesi’nde Hevâzin kabilesinden çok sayıda esir ele geçirilmişti. Rasûl-i Ekrem Efendimiz Büsr bin Süfyân’a elbise sağlamasını emretti, Büsr de satın aldığı elbiseleri esirlere giydirdi. Rasûlullah r, esirler arasında bulunan süthala ve sütteyzeleri hatırına öncelikle kendisinin ve Abdulmuttalip oğullarının payına düşenleri, sonra da diğer ashab-ı kirâmın hisselerine düşen esirleri fidye almaksızın salıvermişti. Rasûlullah r, esirini karşılıksız bırakmak istemeyen müslümanlara fidyelerini bizzat kendisinin ödeyeceğini taahhüt etmişti. Bu şekilde 6000 esir karşılıksız serbest bırakılmış, ayrıca ganimet olarak alınan mallardan 24.000 deve, 40.000 koyun ve 4.000 ukiyye (475 kg.) gümüş iâde edilmiştir. (İbn-i Hişâm, IV, 135; Vâkıdî, III, 943, 950-954)
Rasûlullah r daha pek çok savaşta aldığı esirleri karşılıksız serbest bırakmıştır.[5]
Hanîfe Oğulları’ndan Sümâme bin Üsâl t Yemâme halkının reisiydi. Birgün müslümanların eline esir düştü. Rasûlullah r onun yanına varıp:
“–Ey Sümâme, sana ne yapacağımı düşünüyorsun?” buyurdu. O da:
“–Hayır yapacağını düşünüyorum. Eğer beni öldürürsen müslüman kanı akıtmış birini öldürmüş olursun. İyilikte bulunacak olursan bunun kıymetini bilip karşılığını verecek birine iyilik etmiş olursun. Eğer mal istiyorsan, iste, sana istediğin her şey verilecektir!” dedi.
Rasûlullah r Sümâme’nin yanından ayrıldı. Bu durum iki kere daha tekerrür ettikten sonra Rasûlullah r:
“–Sümâme’yi salıverin!” buyurdu. Sümâme hemen mescidin yakınındaki bir hurmalığa giderek oradaki suyla boy abdesti aldı, sonra mescide girdi ve:
“‒Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühû, Ey Muhammed! Vallahi yeryüzünden senin yüzünden daha fazla nefret ettiğim bir yüz yoktu. Fakat şimdi senin yüzün bana yüzlerin tümünden daha sevimli oldu. Vallahi senin dininden daha fazla nefret etiğim bir din yoktu. Fakat şimdi senin dinin bana dinlerin tümünden daha sevimli oldu. Vallahi senin memleketinden daha fazla nefret ettiğim bir memleket yoktu. Fakat şimdi senin memleketin bana memleketlerin tümünden daha sevimli oldu!” dedi. (Müslim, Cihâd, 59)
Rasûlullah r, muhtelif vesilelerle esirleri serbest bırakmayı severdi. Meselâ Ramazan ayı girdiğinde bütün esirleri serbest bırakır, kendisinden bir şey isteyen herkese ihtiyâcını verirdi. (İbn-i Sa‘d, I, 377)
İslâm’a göre yakın akraba olan esirler birbirlerinden ayrılmazlar. (Ahmed, V, 422; Tirmizî, Buyû’, 52/1283)
Esirlere kötü muamele yapılması yasaklandığı gibi esir alınan kadınların kişilik ve iffetleri de belirli bir hukukî düzenleme getirilerek emniyet altına alınmıştır. Hukukî bir statüye kavuşturulmadan önce esir kadınla cinsî münasebette bulunmak haramdır.[6]
İşkence Kesinlikle Yasaktır
İslâm, sadece insanlara değil bütün canlılara işkence etmeyi yasaklamıştır. Peygamber Efendimiz, askerlerine, düşman ölülerine işkence etmeyi (müsle) yasaklamıştır. Bazı azılı düşmanlarına işkence yapılmasını isteyenlere Rasûlullah r:
“–Ben ona müsle yapmam! Eğer böyle bir şey yapacak olursam, peygamber olmama rağmen Allah da beni aynı şekilde cezalandırır” buyurmuştur. (İbn-i Hişâm, II, 293; Vâkıdî, I, 107)
Rasûlullah r herhangi bir düşmanın veya zararlı bir hayvanın öldürülmesi gerektiğinde, bunun en hızlı ve en kolay şekilde yapılmasını emretmiş[7] ve şöyle buyurmuştur:
“Öldürme hususunda insanların en çekingeni ve şefkatli davrananı iman ehlidir.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 110/2666)
Savaşta öldürülen bir patriğin başı Medine’ye Hz. Ebû Bekir’e gönderildiğinde bunu hoş karşılamamış, düşmanın da aynı şekilde davrandığı söylenince:
“–Farslar’la Bizanslılar’ı mı örnek alacağım?” diye çıkışmıştır. (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 132; Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 99)
Yine İslâm âlimleri, düşman elindeki müslüman rehinelerin öldürülmesi hâlinde mukabele yoluyla gayr-i müslim rehinelerin öldürülemeyeceğini ifade etmişlerdir. (İbn-i Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, Kâhire 1386, IV, 265)
Müslümanlar tarih boyunca savaş esirlerini öldürmekten hoşlanmamışlardır. Dâimâ; “Fetih ve zafer alâmetleri görüldükten sonra hiçbir şekilde öldürmek câiz değildir. Esir etmek gerekir. Esir etmekte faydalar, öldürmekte ise yeni ölümler ihtimâli vardır. Fetih ve zafer nimetinin şükrü affetmekle olur!” prensibini tatbik etmişlerdir.[8]
İslâm devletler hukukunda iç hukuk gibi maddî müeyyide yanında manevî müeyyide de vardır. Yani ister idareci ister asker olsun her müslüman âhirette hesaba çekilecektir. Bunun yanında Kur’ân-ı Kerîm, düşmana duyulan kin ve nefretin onlara karşı haksız davranışlara sevketmemesi yolunda ısrarlı talimatlarda bulunur.[9] Bütün bunlar müslümanların tarih boyunca esirlere mümkün olan en insanî muameleyi yapmalarının temel dayanağını teşkil eder.
[1] Ahmet Özel, “Esir” mad., DİA, XI, 382.
[2] Ali Mansûr, eş-Şeriatü’l-İslâmiyye ve’l-kânûnü’d-düveliyyi’l-âm, Kâhire, 1390, s. 331; Abdüsselâm bin Hasan el-Edgîrî, Hükmü’l-esrâ fi’l-İslâm, Rabat 1405, s. 44-57; Ahmet Özel, “Esir” mad., DİA, XI, 382.
[3] Nisâ, 36; Nûr, 33; İnsân, 8-11; Muhammed, 4.
[4] İbn-i Hişâm, II, 255; Vâkıdî, II, 514.
[5] Bkz. Müslim, Cihâd, 132, 133; Ebû Davud, Itk, 2/3931; İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 559, 560, 835; İbn-i Sa‘d, II, 88, 142-143.
[6] Ahmet Özel, “Esir” mad., DİA, XI, 385.
[7] Müslim, Sayd, 57; Tirmizî, Diyât, 14/1409; Ebû Dâvud, Edâhî, 11-12/2815.
[8] Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Nesâyihu’l-vüzerâ ve’l-ümerâ / Devlet Adamlarına Öğütler, trc. Hüseyin Ragıp Uğural, İstanbul 1987, s. 34; Dr. Nihat Engin, Osmanlı Devletinde Kölelik, s. 65-67. Esirlere iyi davranmakla ilgili başka misaller için bkz. Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, s. 59, 250.
[9] Mâide, 2, 8.