R. HEDİYELEŞME ÂDÂBI

Malını mülkünü ver de bir gönül al. Al da o gönül, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!

Hz. Mevlânâ

Mü’minler arasındaki kardeşlik bağlarını kuvvetlendirici güzel adet ve davranışlardan biri de hediyeleşmektir. Fahr-i Cihân Efendimiz, ümmetinin birbirlerine karşı olan muhabbet ve bağlılıklarının artması için hediyeleşmeyi teşvik etmiş, kendisi de hediye vermiş ve hediye kabul etmiştir. Hz. Âişe vâlidemiz:

“Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- hediyeyi kabul eder ve ona mukabelede bulunurdu.” demektedir. (Buharî, Hibe, 11)

Enes bin Malik’in bildirdiğine göre Rum hükümdarı, Peygamberimiz’e atlastan, altın sırmalı, uzun yenli bir kürk hediye etmişti. Efendimiz onu sırtına giyince halk:

– Yâ Rasûlallâh! Bu, sana semâdan mı indirildi?! dediler. Allâh Resûlü:

“– Pek mi hoşunuza gitti? Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki Sa’d bin Muaz’ın cennetteki peşkirlerinden bir peşkir bile bundan daha hayırlı, daha güzeldir!” buyurdu. Sonra da, onu sırtından çıkarıp Hz. Ca’fer’e gönderdi. Ca’fer -radıyallâhu anh- onu giyince Efendimiz:

“– Ben bunu sana giyesin diye göndermemiştim!” dedi. Hz. Ca’fer:

– Onu ne yapayım? diye sorunca Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“– Kardeşin Necâşî’ye gönder!” buyurdu. (İbn-i Hanbel, III, 229; İbn-i Esir, Üsüdü’l-gâbe, I, 324)

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, hediyeyi küçük büyük demeden kabul ederek, vereni sevindirme konusundaki hassasiyetini şöyle dile getirmektedir:

 “Şayet bana kürek veya paça hediye edilse, hemen kabul ederim.” (Buhârî, Hibe, 2) Bunun hikmetini ise:

تَهَادَوْا تَحَابُّوا

 “Hediyeleşiniz ki birbirinize olan muhabbetiniz ziyâdeleşsin!” (Muvatta’, Hüsnü’l-hulk, 16; Münâvi, III, 271) sözüyle beyan etmiştir. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, hediyeleşmenin insanları birbirine nasıl yaklaştırıp sevdirdiğini anlatmak için de:

“Hediyeleşiniz; zira hediye, kalpteki kin ve nefreti yok eder. Hiçbir kadın komşu kadına verdiği hediyeyi, koyun paçasından bir parça bile olsa küçük görmesin!” buyururdu. (Tirmizî, Velâ, 6)

Hediyeyi bir sünnet olarak veren ve alan kimse onun azlığına çokluğuna, değerli veya değersiz oluşuna bakmamalıdır. Hediye verirken riyâ, gösteriş, çıkar gibi duygular araya girerse, beklenen netice alınamaz.

Hediyeleşme imkânlar ölçüsünde olmalı ve bütçeyi zorlamamalıdır. Hediyeleşmede aslolan hatırlamak ve hatırlanmaktır. Dolayısıyla “yarım elma, gönül alma” sözü bizler için bir ölçü olmalıdır.

İslâmî âdâba göre hediyeye karşı hediye beklememek gerekir. Bu yapılamazsa, hiç değilse verilenden fazla bir karşılık beklenmemelidir. Bununla alakalı olarak Allâh Resûlü ile bir bedevi arasında geçen şu hâdise hayli dikkat çekicidir. Ebu Hureyre -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Bir bedevi Resulullah’a genç bir deve hediye etti. Efendimiz de ona mukâbil altı genç deve verdi. Bedevi, memnun kalmadı. Bu durum Fahr-i Kâinât Efendimiz’e ulaştı. Efendimiz Allâh’a hamd ü senâdan sonra:

«Falan kimse bana bir deve hediye etti. Ben ona mukabil altı deve verdim. Buna rağmen memnun olmamış. Allâh’a yemin olsun, şu günden sonra Muhâcirler, Kureyşliler, Ensârîler, Sakifliler veya Devsliler dışında kimseden hediye almamaya azmettim!» buyurdu.” (Tirmizî, Menâkıb, 73; Ebu Dâvûd, Buyû, 82)

 Habîb-i Ekrem Efendimiz, birtakım insanlardan böyle kabalıklar görür ve daha çok onlara af, müsâmaha ve mülâyemetle davranırdı. Allah Resûlü’nün hayatında bunun örnekleri çoktur. Fakat bu tür üzücü ve kaba davranışlar, bazen de Allâh Resûlü’nü, o kadar ehemmiyet vermesine rağmen hediye kabülünde bazı kısıtlamalara sevketmiştir.

Buradan anlaşıldığına göre, daha çok istemeye bahâne olması için hediye vermek de, böyle bir hediyeyi kabul etmek de güzel bir davranış değildir. Peygamberimiz’in istisnâ ettiği kimseler ise daha ziyâde tokgözlülük, cömertlik, sehâvet, himmet yüceliği, hediyede karşılık beklememek gibi güzel vasıflarla mümtaz olanlardır. Bu vasıftaki insanlardan gelen hediye daha huzur verici ve gönül alıcı olur.

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, zarurî olmadıkça hediyeyi asla reddetmezdi. Fakat dinin yasak kıldığı bir durum sözkonusu olduğu zaman, dinin emrine ta’zîmi her şeyin üstünde tutardı. Sa’b bin Cessâme -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

“Allâh Resûlü’ne bir yaban eşeği hediye etmiştim. Fakat Resûlullah onu kabul etmeyip bana geri verdi. Yüzüme bakıp da üzüldüğümü görünce:

«– Hediyenizi ihramda olduğumuz için alamadık.» buyurdu.” (Buhârî, Hibe, 6)

Sa’b bin Cessâme, bahsi geçen hediyesini takdim ettiği sıralarda ihramlıya avın yasak olduğunu henüz bilmediği için hediyesinin kabul edilmeyişine üzülmüştür. Şefkatli Efendimiz, sahâbîsinin meseleyi yanlış anladığını, hediyesinin reddedildiğini sanarak üzüldüğünü görünce, onu hemen rahatlatmak istemiş ve eğer ihramlı olmasaydı hediyesini kabul edeceğini bildirmiştir. Bu bakımdan insanların birbirlerini yanlış anlamasına, davranışları yanlış yorumlayarak gönül koymasına fırsat vermemek, yanlış anlaşılabilecek davranışların sebeplerini hemen açıklamak îcâb eder.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, istisnâî durumlar haricinde umûmiyetle müşriklerin ve gayr-i müslimlerin verdikleri hediyeleri de kabul etmezdi ve bunun yasak olduğunu söylerdi. İyaz bin Himar -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Resulullah’a bir hediye takdim etmiştim. Bana:

«– Müslüman mı oldun?» diye sordu. «Hayır!» dediğimde:

«– Ben müşriklerin hediyesini almaktan nehyolundum!» buyurdu ve hediyemi almadı.” (Ebu Dâvûd, Harac, 35)

Ancak devletler arası münâsebetlerde durum farklıdır. Hz. Ali (r.a) der ki :

“Kisra Resulullah Efendimiz’e bazı şeyler hediye etti, Efendimiz ondan bu hediyeleri kabul etti. Diğer krallar da ona hediyede bulundular, o da onlardan bunu kabul etti.” (Tirmizî, Siyer, 23)

Çünkü bunlar devlet başkanı olup devletler arası münâsebetler açısından hediyelerini kabul etmek maslahat îcâbıdır.

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, hangi durumlarda hediye kabul edilmemesi gerektiğini de bildirmiştir. Ebu Ümame -radıyallâhu anh-’ın dediğine göre şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kimseye yardımcı olur, o da buna karşı bir hediyede bulunursa hediyeyi kabul ettiği taktirde, fâiz kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur.” (Ebu Dâvûd, Büyû, 82) Birisi hakkında hüsn-i şehâdette bulunmak mendup hatta bazı hallerde vacip olur. Yalnız bu hizmete karşı hediye almak caiz değildir. Böyle bir talepte bulunmak, faizin helal malı ziyana uğrattığı gibi, hizmet sevabının yok olmasına sebep olur. Ubâde bin Samit -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor; “Ben ehl-i suffadan bir kısım insanlara yazı yazmayı ve Kur’an’ı Kerîm’i öğretmiştim. Onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de:

– Bu yay benim için büyük bir mal değil, onunla Allâh yolunda atış yaparım. Ancak yine de gidip Resulullah’a soracağım, dedim. Gelince:

– Ey Allâh’ın Resûlü! Kendilerine yazı ve Kur’an öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allâh yolunda atış yaparım! dedim. Efendimiz bana:

«– Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et!» cevabını verdi.” (Ebu Dâvûd, Büyû, 37)

Daha sonraki dönemlerde birtakım zarûretler sebebiyle Kur’ân tâlimine karşılık ücret alınabileceği hususunda görüşler beyan edilmiş olsa da, Asr-ı saâdette, İslâm’ın ilk yıllarında bu tür hizmetlere karşı asla ücret talep edilmemiştir.

Hediyede dikkat edilmesi gereken bir husus da hediyeden dönmemek, hediye vermekten vazgeçmemek veya daha da ötesi verilen hediyeyi geri almaya kalkışmamaktır. Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle ikazda bulunmaktadır:

“Birinin bir hediye verip veya ikramda bulunup, tekrar bundan dönmesi helâl değildir. Ancak baba, çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir. Verdiği hediyeyi geri isteyen kimsenin durumu köpeğe benzer. Köpek yemek yer; karnı doyduktan sonra kusar, sonra da dönüp kendi kusmuğunu yer. (Ebû Dâvûd, Buyû, 81)

Peygamber Efendimiz, bu şekilde ağır ve caydırıcı bir teşbihte bulunarak, hediyeden dönmenin ne kadar çirkin olduğunu anlatmak ve insanları bu yanlış fiilden uzaklaştırmak istemiştir. Tıpkı Cenâb-ı Hakk’ın, en fenâ kalbî hastalıklardan biri olan gıybetten uzaklaştırmak için bu günâhı, kişinin ölü kardeşinin etini yemesine benzetmesi gibi…

İslâm, hayâtın her alanını kuşatacak şekilde prensipler getirmiş ve hiç bir alanı boş bırakmamıştır. İnsanların rahat ve huzûr içinde yaşayabilmelerini temin edecek bu edep kâidelerini Üsve-i Hasene Efendimiz yirmi üç yıllık nübüvvet hayatı boyunca ashâbına tâlim ederek insanlığa büyük bir medeniyet takdim etmiştir.

%d bloggers like this: