4. Dost ve Akrabâ Ziyâreti

“Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin.”

Buhârî, Edeb, 12

İslâm’ın, üzerinde çokça durduğu hususlardan biri de “sıla-i rahim”dir. Sıla-i rahim, akrabalar arasındaki münâsebetleri kuvvetlendirmek ve devam ettirmektir. Yakında iseler onları sık sık ziyâret etmeli, yardımda bulunmalı ve meseleleri ile ilgilenmelidir. Sürurlu günlerinde tebrik etmeli, üzüntülü vakitlerinde ise teselli ve tâziyede bulunmalı, hâl hatır sormalıdır. Uzakta iseler zaman zaman ziyâretlerine gitmeli, en azından mektup ve telefon gibi vâsıtalarla irtibâtı devâm ettirmelidir. Allâh Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendisi adına birbirinizden (haklarınızı) talep ettiğiniz Allâh’tan korkun ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının!” (en-Nisâ 4/1)

Âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz akrabalık bağlarını koparmaktan sakınmayı, kendisinden sakınmakla aynı anda zikretmek sûretiyle sıla-i rahimin ehemmiyetine dikkat çekmiştir.

Âyet-i kerimeye iki farklı mânâ vermek mümkündür. Birisi; “Birbirinizden bir şey rica ederken “Allâh aşkına”, “Allâh için senden şunu rica ederim” diye adına yemin verdiğimiz Allâh’a isyan etmekten ve o akrabaların haklarını ve itibarlarını gözetmemekten korkunuz.” şeklindedir. Diğeri de, “O Allâh’a isyan etmekten korkunuz ve öyle rahmânî bir ahlâk ile hareket ediniz ki siz o Allâh’a ve akrabalara and vererek birbirinizden karşılıklı istekte bulunursunuz.” demektir.

Sıla-i rahim öncelikle akrabaları ilgilendirse de komşulara, arkadaşlara, meslektaşlara, din kardeşlerine ve her çeşit tanıdıklara karşı da dînî bir vazifedir. Yüce Rabbimiz Kitâb-ı Kerîmi’nde şöyle buyurmaktadır:

“Allâh’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın.” (en-Nisâ 4/36)

Akrabalarla ilgiyi koparmak ve onlara kötü davranmak büyük bir günahtır. Akrabaya iyiliğin ölçüsü, onların yakınlık derecesine ve ihtiyaç durumlarına göre farklılık arzeder. Allâh Resûlü emânet ve akrabalık bağının sırattan geçmede bir ölçü olacağını, bu ikisinin gönderilerek sıratın sağ ve solunda duracaklarını ve dünyâda iken haklarını îfâ etmeyen kimseleri büyük kancalarla cehenneme yuvarlayacaklarını bildirmiştir. (Müslim, Îmân, 329) Bu açıdan sıla-i rahim imtihânından geçemeyen kimsenin sırâtı geçmesi pek mümkün görünmemektedir.

Peygamber Efendimiz, Allâh Teâlâ’nın akrabalarla iyi münâsebetler içinde bulunmaya ne kadar ehemmiyet verdiğini, şu hadis-i şerifleri ile beyân etmişlerdir:

“Allâh Teâlâ mahlukâtı yaratmayı tamamlayınca, akrabalık bağı (rahim) ayağa kalkarak:

– (Huzurunda) bu duruş, akrabalık bağını koparan kimseden Sana sığınanın duruşudur, der. Allâh Teâlâ:

– Pekâlâ, seni koruyup gözeteni gözetmeme, seninle ilgisini kesenden rahmetimi kesmeme râzı olur musun? diye sorar. Akrabalık bağı:

– Evet, râzıyım, der. Bunun üzerine Allâh Teâlâ:

– Sana bu hak verilmiştir, buyurur.” Bunları anlattıktan sonra Efendimiz:

“– İsterseniz (bunu doğrulayan) şu âyeti okuyunuz.” buyurdu ve:

«(Ey münâfıklar!) Demek idâreyi ve hâkimiyeti ele alırsanız yeryüzünde hemen fesat çıkaracak, akrabalık münâsebetlerinizi bile koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?! İşte Allâh’ın kendilerini rahmetinden uzaklaştırdığı, kulaklarını sağır ve gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır.» (Muhammed 47/22-23) âyetini okudu. (Buhârî, Tefsîr, 47; Müslim, Birr, 16)

Cenâb-ı Hakk’ın bu kadar önem verdiği sıla-i rahim husûsunda, gereken titizliği göstermek lâzımdır. Karşı taraf ne kadar kötü davranırsa davransın, biz âhireti düşünerek yine onlara gitmeli ve dertleri ile dertlenmeliyiz. Bir adam:

– Yâ Resûlallâh! Benim akrabâlarım var. Kendilerini ziyâret ediyorum fakat onlar bana gelip gitmiyorlar. İyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“– Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allâh’ın yardımı seninledir.” buyurmuştur. (Müslim, Birr, 22)

Diğer bir hadîs-i şerifte de; “Akrabasının yaptığı iyiliğe aynıyla karşılık veren, onları koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten kimse, kendisiyle alâkayı kestikleri zaman bile onlara iyilik etmeye devam edendir.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 15)

Ziyâret ederek akrabaları sevindirmek, zâhiren onlara faydalı imiş gibi görünse de gerçekte sıla-i rahimde bulunanlar daha kazançlı çıkmaktadır. Zîrâ akraba ziyâretlerinin âhiretteki büyük faydaları ile birlikte dünya hayatında da pek çok hayırlı netîceleri vardır. Allâh Resûlü bunlardan bir kısmını şöyle ifâde eder:

“Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin.” (Buhârî, Edeb, 12; Müslim, Birr, 20-21)

Yakınların ziyâreti ve korunup kollanması yanında Müslüman kardeşlerin ve gönül dostlarının aranıp sorulması da çok mühimdir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ashâbını arayıp sorar, ziyâretlerinde bulunurdu. Âlemlerin Efendisi, Cenâb-ı Hakk’ın sırf kendi rızâsı için bir dostunu ziyâret eden kimseleri sevdiğini ve onlardan râzı olduğunu şu misalle ne güzel anlatmıştır:

“Bir adam, başka bir köyde bulunan ve kendisini Allâh için sevdiği bir din kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allâh -azze ve celle- geçeceği yere onu gözetlemek üzere bir melek gönderdi. Yanına geldiğinde melek ona sordu:

– Nereye gidiyorsun?

– Falan kardeşime gidiyorum.

– Herhangi bir yakınlığın olduğu için mi gidiyorsun?

– Hayır.

– Peki ondan elde etmeyi düşündüğün bir menfaat için mi gidiyorsun?

– Hayır.

– Öyleyse onun yanına niçin gidiyorsun?

– Ben onu Allâh için seviyorum.

– Ben de Allâh’ın sana gönderdiği bir elçisiyim. Sırf O’nun rızâsı için din kardeşini sevdiğinden dolayı Allâh da seni seviyor.” (İbn-i Hanbel, II, 292)

Ayrıca Peygamberimiz, başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, Allâh Teâlâ’nın arşının gölgesinde barındıracağı yedi sınıftan birisinin de, birbirlerini Allâh için seven ve Allâh için buluşup ayrılan iki insan olduğunu bildirmektedir. (Buhâri, Ezân, 36; Zekât, 16)

Ashâb-ı kiram dost ve akraba ziyâretine ihtimam göstermiş, bu konuda arkalarında ibretli misaller bırakmışlardır. Abdullah bin Mes’ud -radıyallâhu anh-, Kûfe’den Medine’ye kendisini ziyâret etmek için gelen arkadaşlarına:

– Oturup dertleşiyor ve ilim müzâkere ediyor musunuz, diye sormuş, onlar:

– Bunu hiç terk etmiyoruz, cevabını vermişlerdi. Bu sefer İbn-i Mes’ud:

– Birbirinizi ziyâret ediyor musunuz? diye sordu. Arkadaşları:

– Evet, ey Ebû Abdurrahman, hatta bazılarımız Müslüman kardeşini bir müddet görmezse, Kûfe’nin tâ öte başına yürüyerek gidip onun hâlini hatırını soruyor, dediler. Bu güzel cevap üzerine sevinen o mübârek sahâbî:

– Siz böyle devam ettiğiniz müddetçe huzur içinde ve hayır üzere yaşarsınız, buyurdu. (Dârimî, Mukaddime, 51)

Efendimiz’in çok sevdiği sahâbîsi Selman -radıyallâhu anh- de bu husûsun ehemmiyetini bildiği için, Medâin’den Şam’a kadar yürüyerek gitmiş ve kardeşi Ebû’d-Derdâ’yı ziyâret etmiştir. (Buhârî, Edebü’l-müfred, s. 127, no: 346)

Bu ziyâretlerde de uyulması gereken kâideler vardır. Bunlardan bâzısı şöyledir:

– Ziyâret için uygun bir zaman seçmeli; uyku, yemek ve iş saatlerinde gitmemelidir.

– Mümkünse önceden ziyârete gelineceği haber verilerek bildirilen saatte mutlaka gidilmelidir.

– Temiz ve derli toplu bir kıyafet giyilerek başkalarını rahatsız edecek koku ve görüntülerden sakınılmalıdır.

– Ziyâret fazla uzatılmamalıdır. Ziyâret edilen yaşlılar sabırla dinlenmeli, onları üzecek söz ve davranışlardan sakınılmalıdır. Onlara sevinecekleri haberler verilmeli, güler yüz ve tatlı dille gönülleri alınmalıdır.

%d bloggers like this: