N. YATMA VE UYUMA ÂDÂBI

Yatma seherde, uğrarsın derde

Söyle her yerde elhamdülillâh

Yunus Emre

Yüce Rabbimiz, gündüzü daha çok maişetin temini için çalışma, geceyi de uyku ve dinlenme vakti yapmıştır. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“O (Allâh), geceyi sizin için (örtünecek) bir elbise, uykuyu bir dinlenme, gündüzü de kalkıp çalışma zamanı yapmıştır.” (el-Furkân 25/47)

 “Uykunuzu dinlenme (vasıtası) yaptık. Geceyi de (sizi örten) bir elbise yaptık.” (en-Nebe’ 78/9-10)

Gece karanlığı, örtücü ve gizleyici olduğu için elbiseye benzetilmiş ve uyku dinlenme vasıtası olarak takdim edilmiştir. Çünkü uyuyan çalışmayı bırakmak ve hareketsiz kalmak sûretiyle istirahat eder.

Gerçekten geceler, sıhhî, ictimâî, ahlâkî ve bediî bir libâs, yâni örtüdür. Dünya boyuna göre biçilmiş bir kudret, huzur ve nîmet elbisesidir. İzdivaç kanunu bakımından da bir seâdet libâsı, mahremiyeti koruyan bir sır perdesi, maddî ve mânevî olarak gizlenme isteyenler için de bir sığınaktır. Bu bakımdan geceler, bir taraftan Hak âşıkları için bir vuslat demi olurken diğer taraftan mücrim ve nefsine mağlûb olanlar için de büyük bir aldanıştır.

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Uyku ölümün kardeşidir.” buyurmuştur. (Suyûtî, II, 162) “Sizi geceleyin öldürür (gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen O’dur…” (el-En’âm 6/60) âyetinde de bu gerçeğe işâret edilmiştir. Bunun mânâsı, tefekkür-i mevt için başkalarının cenâzesinde bulunmaktan daha yakînî bir sûrette, insanın kendi uykusunu tefekkür ederek ölümün hakîkatini idrâk etmesidir.

Bu sebeple Müslüman, gecenin karanlığında kendisini uykunun kollarına bırakırken, bir daha dönüşü mümkün olmayan bir gidiş olabilir mülâhazasıyla hazırlıklı bulunmalıdır. Sevgili Peygamberimiz, ümmetine yatma ve uyumanın nasıl olması gerektiği noktasında çok güzel edep kâideleri tâlim etmiş ve bunu örnek yaşayışıyla göstermiştir. O, uyumak istediği zaman sağ yanının üzerine yatar, sağ elini sağ yanağının altına koyar, sonra da şöyle dua ederdi:

اَللّهُمَّ اَسْلَمْتُ نَفْسِى اِلَيْكَ وَفَوَّضْتُ اَمْرِى اِلَيْكَ وَوَجَّهْتُ وَجْهِى اِلَيْكَ

 وَاَلْجَأْتُ ظَهْرِى اِلَيْكَ رَغْبَةً وَرَهْبَةً اِلَيْكَ لاَ مَلْجَأَ وَلاَ مَنْجَا مِنْكَ اِلاَّ اِلَيْكَ.

 آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِى اَنْزَلْتَ وَنَبِيِّكَ الَّذِى اَرْسَلْتَ

“Allâhım! Kendimi Sana teslim ettim, işimi Sana havâle ettim, yüzümü Sana çevirdim. (Rızânı) isteyerek ve (azâbından) korkarak sırtımı Sana dayadım, Sana sığındım. Sana karşı yine Sen’den başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Peygamber’e inandım.” Bir sahâbîsine de şöyle demişti:

“Eğer bu duâyı yapıp yattığın gece ölürsen, îmân üzere ölürsün. Bunlar yatmadan önceki son sözlerin olsun.” (Buhârî, Deavât, 7)

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yatağının duruş şekli, mevtanın kabre konuş istikâmetindeydi. Uyumak üzere yattığı zaman başı mescide doğru gelirdi. (Ebu Dâvûd, Edeb, 97) Uyurken altına serdikleri örtü de kabre konanların üzerindeki kefene pek benziyordu. Es’ad Erbilî hazretleri Farsça bir beytinde Efendimiz’in bu hâlini şöyle anlatır:

“Marifet nurlarının tecellî ettiği yer mâdem ki topraktır; benim vücûdum yataklar üstünde yatmak arzusunda değildir.” (Divân, s. 14)

Müslüman, uyumasının bile bir ibadet olduğu şuuru içinde bir hayat sürmelidir. Çünkü o, her ânının Allâh’ın murâkabe ve müşâhedesi altında olduğunu, Allâh’ın kendisini her an gördüğünü, her işlediğini bildiğini, her söylediğini duyduğunu, hatta kalbinden geçirdiği her şeyden ânında haberdar olduğunu bilir. İşte bu sebeple, Allâh’tan bir an olsun gâfil olmamaya çalışır. Cenâb-ı Hak mü’min kullarına uyku vâsıtasyla nice mânevî ikramlarda bulunur. Bunlardan biri de sâdık rüyâlardır. [1]

Efendimiz’in tavsiyelerine uygun olarak yatmak, kişinin uykusunu bile ibadete çevirmekte ve onu Allâh’ın güvencesine almaktadır. Allâh’ın emânına inanmış bir insana Allâh’ın izni olmaksızın hiç kimse ve hiçbir şey zarar veremez. Son derece açık ve net ifadelerden ibaret olan yukarıdaki duanın anlamını her birimiz derinden düşünürsek, sanki Allâh’a son defa hâlimizi arzediyormuşuz gibi bir hisse kapılırız. Zîrâ yaptığımız bir dua son duamız, kıldığımız namaz son namazımız, tuttuğumuz oruç son orucumuz, kısacası yaptığımız herhangi bir iş son işimiz olabilir.

Peygamber Efendimiz’in sünnetlerinden biri de her işe sağdan başlamaktır. Dolayısıyla o, yatarken de sağ tarafı üzerine yatmayı tercih etmiştir. Üstelik, bu şekilde yatmak sağlık açısından da faydalıdır. Bilindiği gibi, insanın kalbi ve midesi sol tarafındadır. Her iki uzvumuz da çok önemli olup, sıkışmaları sağlık açısından son derece zararlıdır. Bu sebeple doktorlar kalp ve mide üzerine yatmamayı tavsiye etmektedirler.

Habîb-i Ekrem Efendimiz’in, sefer ve benzeri sebeplerle hâne-i saâdetlerinin hâricinde olduğu zamanlarda, yatma ve uyuma tarzı biraz daha değişik olmuştur. Bu durumda sağ tarafına yatıp sağ dirseğini dikerek, sağ elinin ayasını sağ yanağının altına destek yaparak yatmıştır. (Müslim, Mesâcid, 313) Bu yatma şekline daha çok arâzide baş altına yastık yapacak bir nesne bulunmadığı takdirde, onun yerini tutsun diye başvurulur. Yine Efendimiz kısa süreli uyumak istediğinde ve bilhassa zarûret îcâbı geç yattığında sabah namazını geçirme endişesi ile böyle yapmıştır. (Buhari, Deavât, 5; Müslim, Misâfirîn, 121-122)

Efendimiz’in yatarken ve uykudan uyanırken okuduğu başka dualar da vardır. Yatarken:

بِاسْمِكَ اَمُوتُ وَاَحْيَا اَللّهُمَّ

“Allâhım! Senin isminle ölür ve dirilirim.” diye dua eder; uykudan uyandığı zaman da:

اَلْحَمْدُ للهِ الَّذِى اَحْيَانَا بَعْدَ مَا اَمَاتَنَا وَاِلَيْهِ النُّشُورُ

“Öldürdükten sonra bizi dirilten Allâh’a hamd olsun. Dönüş ancak O’nadır.” derdi. (Buhari, Deavât, 8) [2]

Fahr-i Cihân Efendimiz, Allâh’ı zikretmeden yatan kimsenin eksik bir iş yaptığını belirtirdi. (Ebu Dâvûd, Edeb, 25) Kendisi de her gece yatağına girdiği zaman İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini okuyarak ellerine üfler ve onları vücuduna sürerdi. (Buhari, Fedâilü’l-Kur’an, 14) O, çalışmaktan elleri yara bere içinde kalıp kendisinden bir hizmetçi talebinde bulunan kızı Fâtıma’ya, yatağına girip istirahata çekileceği zaman; “Otuz üç defa Allâhuekber, otuz üç defa sübhânellâh ve otuz üç defa da elhamdülillâh” demesini tavsiye etmiştir. Böyle yapmasının, hizmetçi istihdam etmesinden daha hayırlı olacağını söylemiştir. (Buhari, Deavât, 11) Efendimiz Hz. Fatıma’nın, gündelik işlerden yorulup yatmak isteyince bu zikirleri yapmak sûretiyle, bir anlamda günün yorgunluğunu üzerinden atmasını da hedeflemiştir.

Yatmadan önce, yatılacak yerin gözden geçirilmesi, herhangi bir zararlı şeyin olup olmadığının kontrol edilmesi gerekmektedir. Resûl-i Müctebâ Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Biriniz yatağına yatacağı zaman elbisesinin bir ucuyla yatağını silkelesin. Çünkü yatağından ayrıldıktan sonra oraya hangi zararlının girdiğini bilemez. Sonra da şöyle desin; «Rabbim! Sen’in isminle yatağıma yattım, yine Sen’in isminle yatağımdan kalkarım. Eğer uykuda canımı alacaksan, bana merhamet edip bağışla! Şayet hayatta bırakacaksan, iyi kullarını muhafaza ettiğin gibi beni de fenalıklardan koru!»” (Buhârî, Deavât, 13)

Muntazam evlerde, apartmanlarda yaşayan kimseler bu hadîs-i şerifteki tavsiyenin sebebini gereği gibi anlamakta zorlansalar da kapısı, bacası düzenli olmayan çöl ve köy evlerinde yaşayanlar bunun ehemmiyetini çok iyi bilirler. Ancak bu edep, şehir hayatı için de geçerlidir. Zira buralar da iğne ve benzeri tehlikeli şeylerden tamamıyla uzak değildir.

Ayrıca Efendimiz, kişinin korkuluğu olmayan dam gibi tehlikeli yerlerde yatmasını da yasaklamıştır. (Tirmizi, Edeb, 82)

Peygamber Efendimiz’in yasakladığı yatış şekilleri de vardır. Bunlardan biri yüzüstü yatmaktır. Allâh ve Resûlü’nün hoşlanmadığı bu durumlardan uzak durmalıdır. Tahfe bin Kays -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

“Bir ara mescitte yüzükoyun yatmıştım. Baktım ki bir adam ayağıyla bana dürtüyor ve:

“Bu, Allâh’ın kızgınlığına sebep olan bir yatış tarzıdır.” diyordu. Bir de baktım o, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- imiş! (Ebû Dâvûd, Edeb, 94)

Bu yatış şekli Allâh ve Resûlü’nün hoşnutsuzluğuna sebep olduğu gibi insanın sağlığına da zararlıdır. Mide ve kalp gibi âzâların sıkışmasına sebep olur. Aynı zamanda edebe aykırı ve görüntüsü çirkindir. Netice itibariyle, Efendimiz’in sakındırdığı bu yatış biçiminden uzak durmak bizler için en uygun ve en doğru yoldur.

Abdullah bin Yezîd -radıyallâhu anh-, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i mescidde bir ayağını diğer ayağı üzerine atmış, sırt üstü yatarken gördüğünü nakletmektedir. (Buhârî, Salât, 85) Diğer bir sahih rivâyette ise; “Uzanıp yattığın vakit ayaklarını birbirinin üzerine koyma!” buyrulur. (Müslim, Libas 73) Bu hadisler arasında bir zıtlık yoktur. İkinci hadis, avret mahallinin tamamıyla veya bir kısmı açılacak şekilde, sırt üstü uzanarak bacak bacak üstüne koymayı yasaklamaktadır. Önceki ve bizzat Efendimiz’in davranış tarzını gösteren hadis ise açılıp saçılmaya meydan vermeyecek tarzda câiz olan şekli göstermektedir.

Efendimiz geceleyin uyandıkları zaman, ihtiyaçları varsa kaza-i hacette bulunurlar, ellerini ve yüzlerini yıkarlar, sonra tekrar uyurlardı. (Ebu Dâvûd, Edeb, 105)

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, gündüz ve gece hayatını ölçülü bir şekilde tanzim ederdi. Genel bir kâide olarak yatsı namazından önce yatmaz, yatsıdan sonra da sohbet ve konuşmaya yer vermezdi. (Buhari, Mevâkît, 23) İbn-i Mes’ud -radıyallâhu anh-; “Resûlullâh bize yatsı namazından sonra gece sohbetini yasakladı.” demektedir. (İbn-i Mâce, Salât, 12) Bu, tavsiye niteliğinde bir yasaktır. Fakat buna ittiba ederek yatsıdan sonra hemen yatabilmek; radyo, televizyon gibi fuzuli şeylerden kurtularak geceyi iyi değerlendirmek, özellikle teheccüde kalkabilmek açısından çok büyük önem arzetmektedir. Bu sünnetin ihyasına Müslümanlar, günümüzde daha çok muhtaçtırlar.[3]

Resûl-i Muhterem Efendimiz’in uykusuna gelince, şüphesiz onun uykusu bizimki gibi değildir. Belki ona uyku demek bile zordur. Zira onun hayatının hiçbir ânında gaflet söz konusu değildir. İmâm Bûsirî şöyle der:

لاَ تُنْكِرِ الْوَحْىَ مِنْ رُؤْيَاهُ اِنَّ لَهُ قَلْبًا اِذَا نَامَتِ الْعَيْنَانِ لَمْ يَنَمِ

Rüyâda vahy aldığın inkâr eyleme sakın

Kalbi uyumaz onun uyusa da gözleri.

Uyku halinde uyuyan ve faaliyetten kesilen sâdece organizmadır. Bu bakımdan Efendimiz’in zâhiren gözü uyusa da kalbi yani ruh, şuur ve idraki dâima Allâh’ın zikri ile uyanıktır. (Buhari, Menâkıb, 24)[4] Çünkü zikrin feyiz ve bereketinden âzamî derecede istifâde edebilmek için onun uykuda da inkıtasız devam etmesi gerekmektedir. Bununla alâkalı olarak âriflerden biri şöyle der:

Sabah yapılan zikrin bereketinin akşama, akşam yapılan zikrin bereketinin de sabaha erişebilmesi için uyku anında bile zikre devam etmek gerekir. Hakk tâlibi kimseler böylece büyük faydalar elde edip ilâhî fütühât ve kemâlâta nâil olabilirler.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in uyku vakti, genellikle yatsı namazından sonra ve sabah namazından önceki zamandır. Efendimiz, imkân varsa öğle namazından sonra bir saat kadar uyurdu. Buna “kaylûle” denir. Peygamber Efendimiz bununla alakalı olarak da:

“Gündüzün orucuna sahur yemeği ile, gecenin ibadetine de öğle uykusu ile yardımcı olunuz!” (Hâkim, I, 588) buyurmuş ve bu uykunun daha ziyade gece ibadetine yardımcı olacağını ifade etmiştir.[5]

Güneşin doğuşundan yaklaşık 45 dakika geçinceye kadarki zamanda uyumak iyi karşılanmamıştır. Aslolan erken yatıp erken kalkmaktır. Sabah namazını kıldıktan sonra tesbih, zikir, Kur’ân ve ilimle meşgul olmalı ondan sonra işe başlamalıdır. Sabahın bereketinden istifade etmek lazımdır. İkindi ile akşam arasında da yatmak uygun değildir. Herkes bu vakitte yatmanın zararını bizzat tecrübe ederek görmüştür. O vakitte yatıp da kalkan kişi sersem gibi olur ve kendine gelmekte güçlük çeker.[6] Sabah vakti olduğu gibi ikindi ve sonrası da zikir ve tefekkürle değerlendirilmelidir.[7]



[1] Uy­ku sı­ra­sın­da in­sa­nın mad­dî âlem­le ir­ti­bâ­tı as­ga­rî se­vi­ye­ye iner. Be­de­ne hap­se­dil­miş olan rû­ha âit his­ler güç­le­nir. Bu sû­ret­le rüyâ­la­rın­da gayb âle­mi­ni sey­ret­mek, bâ­zı sâ­lih kul­la­ra na­sîb olur. Rüyâ üç kı­sım­dır:

1. Şey­tâ­nî rü­ya­lar: Şey­ta­nın, in­sa­nı kor­kut­mak, rû­hu sı­kın­tı­ya dü­şür­mek ve­ya mah­zûn et­mek mak­sa­dıy­la il­kâ ey­le­di­ği rü­yâ­lar­dır. Yük­sek bir yer­den düş­mek ve­ya in­sa­nı te­sir al­tın­da bı­ra­kan kar­ga­şa ve fe­lâ­ket sah­ne­le­ri gör­mek gi­bi. Böy­le rü­yâ­la­rın bir esâ­sı yok­tur. Böyle bir rü­ya gö­ren, gör­dü­ğü­nü kim­se­ye an­lat­ma­ma­lı ve şey­ta­nın iğ­va­sın­dan Al­lâh’a sı­ğın­ma­lı­dır.

2. Hâ­ri­cî bir te­sir­le gö­rü­len rü­yâ­lar: Ki­şi­nin hâl ve ha­yâ­li­ne bağ­lı ola­rak rü­yâ­sı­na ak­se­den man­za­ra­lar­dır. Me­se­lâ çok tuz­lu ye­miş olan bir kim­se­nin rü­yâ­da bol­ca su iç­me­si ve­ya­hut da zih­ni­ni faz­la­ca meş­gûl eden bir me­se­le­nin rü­yâ­sı­na ak­set­me­si gi­bi. Bun­la­rın da tâ­bi­ri yok­tur.

3. Sâ­dık rü­yâ­lar: Böy­le rü­yâ­lar net ola­rak ha­tır­la­nır­lar. Bun­lar, Ce­nâb-ı Hak ta­ra­fın­dan ya be­şâ­ret (müj­de) ve­ya­hut da îkâz mâ­hi­ye­tin­de­dir. Sâ­dık rü­yâ­lar, eh­li ta­ra­fın­dan tâ­bi­re, yâ­ni şif­re­le­ri­nin çö­zül­me­si­ne muh­taç­tır. Rü­yâ ta­bi­ri de Hak ver­gi­si ve ba­zı kâ­ide­le­re is­ti­nâd eden bir ilim­dir. Bu­nun için rü­yâ­yı tâ­bir ede­nin, mâ­ne­vî bir ik­ti­dâ­ra sâ­hip ol­ma­sı ge­rek­li­dir. Ak­si hâl­de yan­lış tâ­bi­rin teh­li­ke­le­riy­le kar­şı­la­şı­lır. Zî­râ, Pey­gam­ber Efen­di­miz -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-;“… Rü­yâ, ilk tâ­bir­ci­ye gö­re ta­hak­kuk eder.” bu­yur­muş­tur. (İbn-i Mâ­ce, Ta‘bîr, 7) (Bkz. Osman Nûri Topbaş, Tasavvuf, s. 389-395)

 

[2] Allâh dostlarından birisi de Peygamberimiz’in bu duasından ilham alarak yatarken “Allâh’ım beni Sen’inle öldür Sen’inle dirilt.” diye dua ederdi.

[3] Sevgili Peygamberimiz’in bu sünnetinin insana sağladığı faydalardan bir kısmını uzmanlar şöyle îzâh etmektedir: “Epifiz bezi, salgıladığı melatoninden dolayı ruhî durumlarımız ile alâkalı bazı davranışlara ait bir merkez durumundadır. Cinsî hayatın düzenine tesir eder, enfeksiyonlara karşı vücudu korur, uykuyu getirir ve ruh hâlini düzeltir. Melatoninin en yüksek olduğu saati yakalamak için saat 21:00’de uyunup, 03:00’te kalkılmalıdır. Bu vakitte uyanık olup ışık alındığı zaman melatonin salınması devam eder.” (Dr. Arslan Mayda, s. 37)

[4] Muhammed Es’ad Erbilî hazretleri; “Gönül seni görmek için bedene muhtaç değildir. Her ne kadar geceleri göz uykuya dalarsa da, gönlün yolu açıktır.” demektedir. (Dîvân, s. 21)

[5] Nitekim bugün doktorlar, glikoz metabolizmasının en yüksek seviyede olduğu 11:00-13:00 saatleri arasında kısa bir öğle uykusunu faydalı olduğunu söylemektedirler. (Dr. Arslan Mayda, s. 39)

[6] Yine uzmanların tesbîtine göre, saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer. Saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar ve 15:00-18:00 arası en üst seviyeye ulaşır. Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede metabolize olduğu ikindi vaktinde uyumamalıdır. Ayrıca bu vakitte uyumakla yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına da dâvetiye çıkarılmış olur. İslâm âlimlerinin ikindi vakti uykuyu tavsiye etmemelerindeki hikmetlerden biri de bu olsa gerektir. (Mayda, s. 38-39)

[7] Tasavvuf ehli sünnete uyarak, zikir için genellikle seher, sabah ve ikindi vakitlerini tercih etmişler ve bu anların bereketinden faydalanmışlardır.

%d bloggers like this: