M. YOLCULUK ÂDABI

“Allâhım! Ümmetimin (sabah) erkenden başladıkları işlerini bereketli kıl!”

Ebu Dâvûd, Cihâd, 78

İnsan hayatının vazgeçilmez ihtiyaç ve vâkıalarından biri, yapılan yolculuklardır. Bu yolculuklar askerî, ticârî, ilmî maksatlarla olabileceği gibi ibret almak ve sıla-i rahim için de olabilir. Bunun haricinde beşeri hayat îcâbı daha farklı gayelerle de yolculuklar yapılır. Şu kadar var ki yapılan bu yolculukların; dinen “meşrû” olması, belli bir gâyeye mâtuf olması ve Allâh ve Resûlü’nün emrine muhalif olmaması gerekmektedir.

Yolculukların esas hedefini, Rabbimiz’in rızası ve O’nun tâlim buyurduğu maksatlar teşkil etmelidir. Yüce Rabbimiz, Zâtı’nın azamet ve kibriyâ nişânelerini müşâhede etmek ve geçmiş nesillerin iyi veya kötü hâllerinden ibret alabilmek için seyr ü sefer yapmayı tavsiye ederek:

(Resûlüm) de ki: Yeryüzünde dolaşın da (dîni) yalanlayanların âkıbetlerinin nasıl olduğuna bir bakın!” (el-En’âm 6/11)

(Resûlüm) de ki: Yeryüzünde dolaşın da Allâh’ın (kâinâtı) ilk olarak nasıl yarattığına ve sonra ikinci dirilişi nasıl tekrar ettiğine ibret nazarıyla bir bakın. Şüphesiz Allâh, her şeye kâdirdir.” buyurur. (el-Ankebût 29/20)

Kur’ân-ı Kerîm, samimi niyetlerle ve güzel gâyelerle sefere çıkmayı ve seyahati teşvik etmektedir. Bu maksatla seyahat edenleri; tevbe, ibadet, hamd, rükû ve secde edenler, emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münkerde bulunanlar ile birlikte zikrederek müjdelemiş ve övmüştür. (et-Tevbe 9/112) Bu sebeple olmalıdır ki ta Hz. Ömer’den itibaren İslâm âleminde yol ve konaklama tesisleri ciddi olarak ele alınmıştır. Meselâ Kahire’den yola çıkan bir kişi, Bağdat’a gelinceye kadar yanına ne kendisi için azık ne de hayvanı için yem almadan huzurlu ve emniyetli bir şekilde seyahat edebilmiştir.

Seyahat, tasavvufta seyr u sülûkun ikmali için uygulanan bir metoddur. Bu uygulama ile doğup büyüdüğü, âşina olduğu yerlerden ayrılan kişi, dünyada fânî olduğunu hisseder. Ziyâret ettiği yerlerde kendisini kimsenin tanımaması neticesinde, gariplik duygusunu derinden hissetmesi onun maneviyatının ve şahsiyetinin tekamülüne vesile olur. Zira seyahat etmek, suyun akmak sûretiyle pisliklerden arınması gibi, sâliki dünya bağlarından ve manevi kirlerden temizler.

Müslümanları, vâkıalardan ibret almaları ve daha ziyâde mânevî bir gaye için seyahate teşvik eden İslâm dini, yolculuğun meşakkatine mukâbil dört rekâtlık farz namazları iki rekât kılmak, duruma göre oruç tutmayı ve Cuma namazı kılmayı ihtiyârî hâle getirmek, imkânını zâyi edene zekât alabilme ve kurban kesmeme ruhsatı tanımak gibi bâzı kolaylıklar getirmiştir.

Allâh Resûlü, hicret, gaza ve benzeri vesilelerle birçok yolculuklar yapmıştır. Bu yolculuklarında dikkat ettikleri mühim hususlar vardır ki bunlar, ümmeti için de ittiba edilmesi gereken birer örnektir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, yolculuklarına umûmiyetle perşembe günü çıkardı. Perşembe günü haricinde yolculuğa çıktığı pek nâdir olurdu. (Buhârî, Cihâd, 103; Ebu Dâvûd, Cihâd, 77)

Peygamber Efendimiz’in, yolculuk için bu günü seçmesinin şüphesiz pek çok hikmeti vardır. Zira bu gün, amellerin Allâh Teâlâ’ya arzedildiği (Tirmizi, Savm, 43) ve cennet kapılarının açıldığı bir gündür. (Müslim, Birr, 35) Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yolculuğu da Allâh rızası için yaptığından, bunun bir sâlih amel olarak Rabbine arzedilmesini istemiştir. Dolayısıyla mü’minlerin de bu hassasiyete dikkat etmeleri gerekir.

Yolculuğa erken saatlerde çıkmak, sabahın serinlik ve dinçliğinden istifâde etmek lâzımdır. Nitekim Nebiyy-i Ekrem Efendimiz; “Allâhım! Ümmetimin (sabah) erkenden başladıkları işlerini bereketli kıl!” diye dua eder, gönderdiği seriyye ve orduları sabahleyin erkenden gönderirdi. (Ebu Dâvûd, Cihad, 78) Nitekim meşhur bir atasözümüzde; “Erken kalkan yol alır.” denilmektedir.

İşe erkenden başlamak, sadece yolculuk için değil ilim öğrenmek, ticaret yapmak gibi her türlü hayırlı iş için de pek mühim bir düstûr ve bereket vesilesidir. Mü’minler bu bereket kaynağından istifade etmelidirler. Sahâbeden ticaretle meşgul olan Sahr bin Vedâa el-Gâmidî’nin, ticaret mal ve kervanlarını sabah erkenden yola çıkardığı için malının arttığı ve zengin olduğu bildirilmiştir. (Tirmizî, Büyû’, 6)

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- yolculuğa çıkarken hayvanı üzerine binip iyice yerleşince üç kere tekbir getirir ve:

سُبْحَانَ الَّذِى سَخَّرَ لَنَا هذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ. وَاِنَّا اِلَى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ

 “Bunu bizim hizmetimize veren Allâh’ı tesbih ve takdis ederiz; yoksa biz buna güç yetiremezdik. Şüphesiz biz Rabbimiz’e döneceğiz.” (ez-Zuhruf 43/12-13) âyetini okur, sonra da şöyle dua ederdi:

اَللّهُمَّ إِنَّا نَسْأَلُكَ فِي سَفَرِنَا هذَا الْبِرَّ وَالتَّقْوَى وَمِنَ الْعَمَلِ مَا تَرْضَى. اَللّهُمَّ هَوِّنْ عَلَيْنَا سَفَرَنَا هذَا وَاطْوِ عَنَّا بُعْدَهُ. اَللّهُمَّ أَنْتَ الصَّاحِبُ فِي السَّفَرِ وَالْخَلِيفَةُ فِي الأَهْلِ. اَللّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ وَعْثَاءِ السَّفَرِ وَكَآبَةِ الْمَنْظَرِ وَسُوءِ الْمُنْقَلَبِ فِي الْمَالِ وَالأَهْلِ

 “Ey Allâhım! Biz, bu yolculuğumuzda Sen’den iyilik ve takvâ, bir de hoşnut olacağın amellere muvaffak kılmanı dileriz. Ey Allâhım! Bu yolculuğumuzu kolay kıl ve uzağı yakın et! Ey Allâhım! Seferde yardımcım, geride kalan çoluk çocuğumun koruyucusu Sen’sin. Ey Allâhım! Yolculuğun zorluklarından, üzücü şeylerle karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuzda kötü haller görmekten sana sığınırım.”

Efendimiz yolculuktan döndüğünde de aynı sözleri söyler ve şu cümleleri ilâve ederdi:

آيِبُونَ تَائِبُونَ عَابِدُونَ لِرَبِّنَا حَامِدُونَ

 “Biz yolculuktan dönen, tevbe eden, kulluk yapan ve Rabbimiz’e hamd eden kişileriz.” (Müslim, Hac, 425; Ebû Dâvûd, Cihad, 72)

Bu duada Sevgili Peygamberimiz, yolculuğa çıkan herkesin hissedebileceği müşterek endişe ve kaygıları dile getirerek, bunlar için Yüce Rabbimiz’e nasıl niyaz edileceğini fiilen göstermiştir.

Sevgili Peygamberimiz yolculuğa çıkarken ve binitine binerken şu âyet-i kerîmeyi de okurdu:

بِسْمِ اللهِ مَجْريهَا وَمُرْسيهَا اِنَّ رَبِّى لَغَفُورٌ رَحِيمٌ

 (Bindiğimiz bu vâsıtanın) gitmesi de durması da Allâh’ın ismiyledir. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Hûd 11/41)

Yolculuk esnasında Peygamber Efendimiz, ashabı ile birlikte tepelere çıktıklarında “Allâhüekber” derler, düzlüklere indiklerinde de “sübhânellâh” diye tesbih ederlerdi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 72) Yine hac, umre veya bir gazadan dönerken her yokuş veya yüksek yere çıktığında üç kere “Allâhüekber” der sonra:

“Allâh’tan başka ilâh yoktur, O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na âittir. O, her şeye gücü yetendir. Biz yolculuktan dönen, tevbe eden, kulluk yapan ve Rabbimiz’e hamd eden kişileriz. Allâh verdiği sözü yerine getirdi, kuluna yardım etti ve o toplulukları hezimete uğratıp perişan etti.” buyururdu. (Buhârî, Cihâd, 158; Müslim, Hac, 428)

Ancak Allâh Resûlü, yolculukta tekbir getirip tesbihatta bulunurken îtidali muhafaza eder, aşırılıktan sakınır ve ashabına da bunu tavsiye ederdi. Fırsat düştükçe Allâh’ın azametini ve O’na saygılı olmayı hatırlatırdı. Bu hususta sahabeden Ebû Musâ el-Eş’arî -radıyallâhu anh-’ın rivayet ettiği şu hâdise ne kadar ibretlidir:

“Biz bir yolculukta Efendimiz ile birlikte idik. Tepelere çıktıkça «Allâhüekber, Lâ ilâhe illallâh» diye yüksek sesle tekbir ve tehlil getirdik. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem; «Ey Müslümanlar! Kendinizi zorlamayınız. Zira siz sağıra veya burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allâh dâima sizinle beraberdir, işitir ve size sizden daha yakındır.» buyurdu.” (Buhârî, Cihâd, 131; Müslim, Zikr, 44)

Peygamber Efendimiz yolculuklarında; “Ey yeryüzü! Benim Rabbim de senin Rabbin de Allâh’tır. Senin ve sendekilerin şerrinden, sende yaratılanların ve üzerinde dolaşıp duranların şerrinden Allâh’a sığınırım. Arslanın, büyük yılanın, diğer yılan ve akreplerin şerrinden, burada yaşayanların, doğuran ve doğanların şerrinden Allâh’a sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 75) diye duâ ederdi. Ayrıca Efendimiz şerlerden muhafaza etmesi için Allâh’a iltica edilmesini tavsiye ederek:

“Kim bir yerde konaklar da sonra:

اَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّامَّاتِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ

«Yarattıklarının şerrinden Allâh’ın mükemmel kelimeleri (âyet, sıfat ve isimleri)ne sığınırım.» derse, konakladığı o yerden ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar veremez.” buyururdu. (Müslim, Zikir, 54-55)

İnsan yolculuğa yalnız çıkmamaya gayret göstermelidir. “Evvel refîk sümme’t-tarîk; önce arkadaş sonra yolculuk” düstûrundan hareketle kendisine güzel bir yol arkadaşı edinmelidir. Pîr Mehmed Azmî, yalnız başına yola çıkmanın akıl kârı olmadığını, bunun birçok tehlikeler taşıdığını şöyle ifâde etmektedir:

Âkil isen eyleme tenhâ sefer

Yalınız gitmekte vardır çok hatar.

Yolculuk esnasında, tabiî sıkıntıların yanında beklenmedik durumlar da vuku bulabilmektedir. Değişik sebeplerle insanlar yardıma muhtaç olurlar. Kiminin çocuğu hasta olur, kiminin azığı biter, kiminin hayvanı rahatsızlanır, kimisinin de ya arabası ârıza yapar veya benzeri ihtiyaçlar olabilir. Zira اَلسَّفَرُ قِطْعَةٌ مِنَ السَّقَرِ “Sefer, Sekar’dan yani cehennemden bir parçadır. (Hatta yazılışlarında bile sadece bir nokta farkı vardır.)”

Zâten Hz. Ali -radıyallâhu anh- da:

“Eğer Rasûlullah’ın «es-Sefer kıt’atün mine’l-azâb (yolculuk azâptan bir parçadır)» (Buhârî, Umre 19) beyânı olmasaydı, ben «es-Sekar kıt’atün mine’s-sefer (Cehennem azabı yolculuktan bir parçadır)» derdim” sözüyle, seferdeki sıkıntının büyüklüğünü anlatmak istemiştir.

O hâlde bu gibi durumlarda Müslüman, muhakkak yanındaki insanlara yardımcı olmalıdır. Bu da yolculukta İslâm’ın emrettiği edeplerden biridir. Ebu Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- anlatıyor:

 “Allâh Resûlü ile bir yolculukta beraberken devesi üzerinde bir adam çıkageldi. (Yardım talebiyle) sağına soluna bakınmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz:

«Yanında fazla binek hayvanı olan olmayana versin, fazla azığı olan da olmayana versin!» diye hemen hemen her çeşit malı saydı. Öyleki biz, hiçbir malın fazlasında, hiçbirimizin hakkı olmadığı düşüncesine kapıldık.” (Müslim, Lukata, 18)

Câbir -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre Peygamber Efendimiz bir gazveye çıkacağı zaman:

“Ey Muhâcirler ve Ensâr topluluğu! Malı ve akrabası olmayan kardeşleriniz vardır. Her biriniz onlardan iki veya üç kişiyi yanına alsın” buyururdu. Aslında bizlerin de ancak bir kişi ile nöbetleşe binebileceğimiz bir devemiz vardı. Ben nöbetleşe binmek üzere iki (veya üç) kişi aldım. Benim de ancak onlardan biri kadar deveme binme hakkım vardı. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 34)

Yine Câbir -radıyallâhu anh-, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yolculuk esnasında yol arkadaşlarına yardım etmek için arkadan yürüdüğünü, yürümekte güçlük çeken kimseleri terkisine bindirdiğini ve onlara dua ettiğini haber vermektedir. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 94) Bir grupla hareket edilirken en zayıf kişinin seviyesi dikkate alınarak hareket edilmelidir. Zîrâ bir zincirin kuvvetliliği en zayıf halkasıyla ölçülür.

Yolculuk mânâsına gelen “sefer” kelimesinde açma, ortaya çıkarma mânâları da vardır. Bundan hareketle yolculuklar, insanların karakter ve iç dünyâlarının açığa çıkıp anlaşıldığı en önemli anlardır. Nitekim şu hâdise de bunu açıkça ifâde etmektedir:

Bir adam Hz. Ömer’in huzûrunda birini methetmişti. Hz. Ömer ona:

– O kimseyle herhangi bir ticâretiniz, alış verişiniz oldu mu? dedi.

– Hayır.

– Onunla komşuluk yaptınız mı?

– Hayır.

– Peki beraber yolculuk yaptınız mı?

– Hayır.

Bunun üzerine Hz. Ömer:

– O hâlde siz hiç tanımadığınız birinden bahsediyorsunuz, demiştir.

Özellikle pek meşakkatli ve yorucu olan hac yolculuklarında bu husus daha açık bir şekilde tebellür etmektedir. Çok küçük sebeplerden dolayı büyük kırgınlıklar ve kargaşalar olabilmektedir. Bu, insanın za’fiyetinden ve içinde sakladığı menfîliklere mâni olamamasından kaynaklanmaktadır. Hâlbuki böyle kudsî bir yolculukta gâyet nezâketli, sabırlı ve tahammüllü olmak; kötü sözden, münâkaşadan ve her türlü günahlardan uzak durmak gerekmektedir.

Yolculuktan maksat hâsıl olduğunda, fazla oyalanmadan hemen dönülmelidir. Fahr-i Kâinât Efendimiz, yolculuğun bir çeşit azâp olduğunu, insanı düzenli bir şekilde yiyip içmekten ve uyumaktan alıkoyduğunu belirterek:

“Yolculuğa çıkan biri işini bitirince, evine dönmekte acele etsin!” buyururdu. (Buhârî, Umre, 19; Müslim, İmâre, 179)

Zira insanın üzerinde, başta kendisinin olmak üzere, ailesinin ve çoluk çocuğunun da hakkı vardır. Bir Müslüman, hayatını tanzim ederken, üzerine düşen vazife ve sorumluluklar arasında muvâzeneyi tesis edebilmelidir. Bu da ancak her şeye, layık olduğu hakkını vermekle sağlanabilir.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, uzun bir süre âilesinden ayrı kalan kimsenin, evine gece vakti ansızın gelmesini de yasaklamıştır. (Buhârî, Nikâh, 130; Müslim, İmâre, 183)

Enes bin Mâlik -radıyallâhü anh-’ın bildirdiğine göre Resûlüllâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bizzat kendisi de, yolculuktan evine gece değil kuşluk vakti veya akşam üstü dönerdi. (Müslim, İmâre, 180)

Şüphesiz bu edebin pek çok hikmeti, ferdî ve ailevî faydaları vardır. Özellikle haberleşme imkânı olmayan zamanlarda bu hususa dikkat edilmelidir. Zîrâ evdekiler, şeklen ve rûhen kendilerini hazırlama imkân ve fırsatı bulacaklar, eksiklerini tamamlayacaklar ve eve çeki düzen vereceklerdir. Haber verilmişse zaten sürpriz olmayacak ve bir problem doğmayacaktır. Eğer haber vermek mümkün değilse kişi, programını gündüzleyin eve ulaşacak şekilde düzenlemelidir.

Ka’b bin Mâlik -radıyallâhu anh-’den rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bir yolculuktan döndüğü zaman ilk olarak mescide uğrar ve iki rekât namaz kılardı. (Buhârî, Meğâzî, 79)

Bu şekilde bir davranış, pek çok hikmet ve faydayı ihtivâ etmektedir. Öncelikle bu, yolculuğumuzu sağ salim tamamlayıp dönmemizi nasip ettiği için Yüce Rabbimiz’e bir hamd ve şükrân ifadesidir. İkinci olarak, abdest ve namaz insanı her türlü maddî mânevî pisliklerden temizler ve hem bedenen hem de rûhen dinçlik verir. Yolculuk ise kısa mesâfeli bile olsa insanı yorar ve halsiz bırakır. Yoldan döndüğümüzde abdest alıp mescidde kılacağımız iki rekât namaz, bu yorgunluğu atmaya ve ailemizin yanına daha dinç, neşeli ve huzurlu varmamıza vesile olur. Ayrıca eve varmadan biraz bekleme fırsatı bularak, biz yokken meydana gelen ölüm, hastalık vesâire gibi herhangi bir fevkalade durumla alakalı bilgi alma imkânı bulmak ve âniden haberdar olunduğu zaman insanı derinden sarsacak olan bu tür şeylere karşı ruhen hazırlanmak mümkün olacaktır.

%d bloggers like this: