F. MUSÂFAHA ÂDÂBI

“İki Müslüman karşılaştıklarında musâfahada bulunurlarsa birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanır.”

Ebû Dâvûd, Edeb, 142

Musâfaha, dilimizdeki kullanımıyla tokalaşmak veya el sıkışmak demektir. Birbirleriyle karşılaşan mü’minlerin önce selâmlaşıp sonra musâfaha yapmaları İslâm’ın tavsiye ettiği güzelliklerdendir. Dolayısıyla tokalaşmak için elini uzatandan yüz çevirmek ve mukâbelede bulunmamak, edebe aykırı bir davranış olarak telâkki edilir. Nitekim tokalaşmak, bir hadis-i şerifte selâmlaşmanın ikmâli olarak değerlendirilmiş (Tirmizî, İsti’zân, 31), Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- de kendisine yönelen her bir kimseyle musâfaha etmiş, karşısındaki elini çekmedikçe elini çekmemiş ve yüzünü çevirmedikçe o da çevirmemiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 46)

Fahr-i Kâinât Efendimiz, ayrıca Müslümanları musâfaha yapmaya şu sözleriyle teşvik etmektedir:

“İki Müslüman karşılaştıklarında musâfaha yaparlar da Allâh’a hamdeder ve bağışlanmalarını dilerlerse, her ikisi de mağfiret olunur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 142)

Burada zikredilen mağfiret, kul hakları dışındaki küçük günahları kapsamaktadır. Külfetsiz gibi gözüken bir davranışa böyle bir müjdenin verilmesi, bunun ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde dinimize göre güzel bir söz (İbn-i Hanbel, II, 316) hatta bir tebessüm bile mü’minin sevap hânesine sadaka olarak kaydedilmektedir. (Tirmizî, Birr, 36) Zîra insanlar arasında muhabbet ve dostluklar, bu tür güzel hasletler sâyesinde neşv ü nemâ bulmaktadır.

İslâm’da musâfahadan başka bilhassa uzak yoldan gelen arkadaş ve dostlarla kucaklaşmak (muânaka), duruma göre el ve alından öpmek de câiz olmaktadır. Hz. Âişe, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in dışardan Medîne’ye gelen Zeyd bin Hârise’yi karşılayıp boynuna sarıldığını ve kucaklayıp öptüğünü bildirmektedir. (Tirmizî, İsti’zân, 32)

Yine Resûl-i Ekrem Efendimiz Habeşistan’dan dönüp gelen Ca’fer -radıyallâhü anh-’ı kucaklayarak iki gözünün arasından öpmüştür. (İbn-i Hişâm, III, 414)

Ayrıca İbn-i Ömer’in bildirdiğine göre Peygamber Efendimiz, elini öpmek isteyen sahâbîlere izin vermiştir. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 96; Edeb, 148) Nitekim Safvân bin Assâl -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu hâdise, el öpmenin yerine göre uygun bir davranış olduğunu göstermektedir:

Bir yahudi diğer bir yahudi arkadaşına:

– Bizi şu peygambere götür, dedi. Bunun üzerine arkadaşı:

– Sakın ona peygamber deme! Eğer böyle dediğini işitirse çok sevinir ve gözünün içi güler, îkâzında bulundu. Sonra Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e geldiler ve (Müslümanlarla yahudiler arasında ortak olan) apaçık dokuz emri sordular. Allâh Resûlü onlara şöyle cevap verdi:

“Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, hırsızlık etmeyin, zinâ yapmayın, Allâh’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın, suçsuz bir insanı öldürmesi için devlet adamına götürmeyin, sihirbazlık etmeyin, fâiz yemeyin, iffetli bir kadına zinâ isnâd etmeyin, savaşta cepheden kaçmayın. Bir de, sâdece siz yahûdilere mahsus olmak üzere, cumartesi yasağını çiğnemeyin!”

Bunun üzerine onlar Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in elini ve ayağını öperek:

– Şehâdet ederiz ki sen gerçek bir peygambersin, dediler. Resûl-i Ekrem:

“– O hâlde bana tâbî olmanıza mânî olan nedir?” diye sordu. Onlar:

– Dâvûd -aleyhisselâm-, devamlı olarak zürriyetinden bir peygamberin bulunması için Rabbi’ne duâ etmişti. Şâyet sana uyacak olursak yahûdilerin bizi öldürmelerinden korkarız, dediler. (Tirmizî, İsti’zân, 33)

Bu rivâyetler ışığında âlimlerimiz bir kimsenin zühd ve takvâsından, ilim ve şerefinden, dürüstlük ve adaletinden dolayı elinin öpülebileceğini söylemişlerdir. Ancak kişinin zenginliği ve dünyalığı için elinin öpülmesi uygun değildir. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, XI, 57)

Mahrem olmayan erkeklerle kadınların tokalaşmaları veya birbirlerinin ellerini öpmeleri ise câiz değildir. Nitekim Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- kadınlardan bey’at alırken onlarla musâfahadan özenle kaçınmış (Buhârî, Talâk, 20) ve “Ben kadınlarla tokalaşmam!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Cihâd, 43) Ancak günümüzde bir kısım yanlış ve yerleşik geleneklere uyan bazı Müslümanların bu husûsta pek titiz davranmadıkları görülmektedir. Hâlbuki Müslümana yaraşan, her husûsta üsve-i hasene olan Fahr-i Kâinât Efendimiz’in sünnetine tâbi olmaktır.

%d bloggers like this: