B. GİYİM KUŞAM ÂDÂBI

“Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır.”

el-A’râf 7/26

İnsan için yeme içme ne kadar zarûrî bir ihtiyaç ise giyinmek ve toplum içinde güzel bir görünüme sâhip olmak da o derece önemlidir. Vücûd, ancak giyim kuşam yoluyla hâricî tesirlerden korunur, ayıplardan kurtulur ve güzelliğini kemâle erdirir.

Aslında örtü, zerreden küreye kâinâtın hemen her unsurunda müşâhede edilen fıtrî bir hakîkattir. Dünyanın atmosferi, ağaç ve meyvelerin kabukları, hayvanların deri ve tüyleri, anne karnındaki cenini saran plasenta zarı bir nevi elbise (tesettür) hükmünde olup bunları dışa karşı muhafaza eder ve görünüşlerini güzelleştirir.

Kur’ân-ı Kerim’de:

Ey Âdem oğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise bahşettik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır.” (el-A’râf 7/26)

Allâh sizi sıcaktan (ve soğuktan) koruyacak elbiseler yarattı…” (en-Nahl 16/81) buyrulmak sûretiyle söz konusu hakîkatlere temâs edilmiştir.

Çevre ve iklim şartlarına karşı korunma duygusu, insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da mevcuttur. Aradaki bâriz fark, insanın aklını şuurlu bir şekilde kullanarak toplum içinde namus, şeref ve haysiyetini muhâfaza kabiliyetine sâhip olmasıdır. Bu ise hayâ duygusunun bir gereği olarak avret sayılan yerlerin örtülmesiyle mümkündür. Âyet-i kerîmede zikredilen “takvâ elbisesi” ifâdesiyle bu husûsa dikkat çekilmekle birlikte takvâ hâlini elde etmenin, insanı mânevî âfetlerden muhâfaza edeceği bildirilmiştir. Hâce Muhammed Lütfi şöyle der:

Zînet oldur hil’at-i mânevî geysün rûh-i pâk

Âsitân-ı ârifânda zer-şirâz etsün seni

“Zînet olan elbise, aslında pâk olan rûhun giydiği mânevî kaftandır. Bu elbiseyi giy ki seni âriflerin eşiğini süsleyen altın gibi kıymetli yapsın.”

Allâh’ın koyduğu bu gâyeye uymayan ve insanı takvâdan uzaklaştıracak şekilde giyilen elbiseler, İslâmî bir kıyafet olarak nitelendirilemez. Nitekim Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Hz. Âişe’nin kardeşi Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve:

“– Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra, kadınların -yüzü ve eline işâret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 31)

Yine Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- aynı mevzûya temasla şöyle buyurmuştur:

“Cehennemliklerden henüz görmediğim (ve daha sonra ortaya çıkacak) iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen, başkalarını da kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremezler. Hatta onun çok uzak mesâfelerden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)

Elbise giymenin esas gâyesi, vücûdun uygun bir şekilde örtülmesi ve nezih bir görünüm kazanmasıdır. Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- yeni bir elbise giydiği zaman:

اَلْحَمْدُ للهِ الَّذِى كَسَانىِ مَا أُوَارِي بِهِ عَوْرَتِى وَأَتَجَمَّلُ بِهِ فىِ حَيَاتِى

“Avret yerimi örttüğüm ve hayatında kendisiyle güzel göründüğüm bu elbiseyi bana giydiren Allâh’a hamd olsun.” duâsını okur sonra da; “Yeni bir elbise giyince bu şekilde hamdeden ve eski elbisesini de tasadduk eden kimse, hayat ve memâtında Allâh’ın hıfz u emânında (koruması altında) olur.” buyururdu. (Tirmizî, Deavât, 107)

Kadınlar, örtünme husûsunda daha dikkatli olmalıdır. Birgün Abdurrahman’ın kızı Hafsa, başında ince bir örtü olduğu hâlde Hz. Âişe’nin yanına gelmişti. Âişe onun başındaki örtüyü aldı ve yerine kalın bir baş örtüsü örttü.” (Muvatta, Libâs, 6)

Kadınların saçlarını, boyunlarını ve zînetlerini kapatacak ve vücut hatlarını göstermeyecek şekilde örtünmeleri Kitap, Sünnet ve icmâ ile sâbit olan bir farzdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (bakılması yasak olan şeylerden) çevirsinler ve ırzlarını korusunlar. Görünmesinde sakınca olmayan (el ve yüz gibi) yerleri dışında zînetlerini açığa vurmasınlar ve bunun için baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar…” (en-Nûr 24/31)

Bu âyet-i kerîmede kadınlardan:

1. Gözlerini bakılması haram olan şeylerden çevirmeleri,

2. Irzlarını ve iffetlerini korumaları,

3. Görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında zînetlerini (câzibe ve güzelliklerini) açığa vurmamaları,

4. Baş örtülerini boyun, gerdan vs. kapatacak şekilde yakaları üzerine salıvermeleri istenmekte, devamında da kadınların zînet yerlerini kimlerin yanında açabilecekleri sayılmaktadır.

Âyet-i kerîmede geçen “humur”, “hımâr” kelimesinin çoğulu olup “kadının başını örttüğü şey, baş örtüsü” mânâsına gelir. “Humur”, gerek İslâm’dan önce gerekse İslâm’dan sonra Arap kadınlarının kullandıkları geleneksel baş örtüsüdür. Bu baş örtüsü İslam öncesi dönemde genellikle süs giysisi olarak kullanılır ve uçları kadının sırtına doğru salınırdı. O günün yaygın modasına göre kadınların giydiği gömleğin ya da blûzun önünde genişçe bir açıklık bulunur ve böylece göğüsler örtülmezdi. (Kurtubî, XII, 153; Elmalılı, V, 3506) İslâm, bu şekildeki açıklığı yasaklayıp baş örtüsünün yakalar üzerine salıverilmesini emrederek tesettürü farz kılmıştır. Buna göre kadınların baş örtülerini yakalarının üzerine salmaları; başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını ve göğüslerini güzelce örtmeleri gerekmektedir. Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre bu âyet-i kerîme nâzil olunca Muhâcir ve Ensâr kadınları, hemen eteklerinden birer parça keserek başlarını ve yakalarını emre uygun olarak örtmüşlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 24/13; Ebû Dâvûd, Libâs, 31-33)

Karamanlı Nizâmî, hayâ ve edep sâhibi olmak için örtünmenin zarurî olduğunu, zirâ gülün, kendisine bakan yabancı kimseye açılmamasının şaşılacak bir durum olmadığını şöyle dile getirir:

Gül ârızına olsa muârız aceb olmaz

Kim yüzü açılmışta hayâ vü edep olmaz

Bir başka rivayette de kadın elbisesinin temel niteliğinin, “vücut hatlarını belli etmemesi” olduğuna dikkat çekilmektedir. (Heysemî, V, 137)[1] Dolayısıyla teni gösterebilecek elbisenin altına veya üstüne mutlaka başka bir şeyin giyilmesi gerekmektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle de (toplum içine çıktıklarında) dış kıyafetlerini üzerlerine alsınlar! Bu, onların (iffetli kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder. Şüphesiz Allâh, çok bağışlayıcıdır, rahmet edicidir.” (el-Ahzâb 33/59)

Bu âyet-i kerîmede, Müslüman hanımların evlerinden çıkarken üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetleri ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir. Bütün müfessirler, tabirleri değişik olsa da, mefhumda birleşerek âyetteki “cilbâb”dan maksadın, kadının elbiseleri üzerine giydiği ve bütün vücûdunu örten bir elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeple zamanımızda kadınların dışarı çıkarken ev kıyafetleri üzerine pardösü, manto ve benzeri bir elbise giymeleri gerekmektedir. Âyet, setr-i avretin yanısıra, örtünmenin tam şeklini de târif etmektedir. (Taberî, Tefsir, XXII, 33; Râzî, XXV, 230; Ebu Hayyan, VII, 250)[2] Ahmed Paşa, müslüman bir kadının nâ-mahremin yanında örtünmesi gerektiğini şöyle ifâde eder:

Cemâlin safhasın açma rakîbe

Önünde kâfirin Kur’ân yakışmaz

Çalışırken veya spor yaparken setr-i avrete kesinlikle riâyet edilmelidir. Misver bin Mahreme anlatıyor; Ağır bir taşı yüklenip getirdim. Üzerimde hafif bir elbise vardı. Taş omuzumda iken izârım (alt elbisem) çözülüverdi. Taşı bırakmadım ve o vaziyette yerine kadar götürdüm. Bunun üzerine Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Dön elbiseni al! Böyle çıplak dolaşmayın!” buyurdu. (Müslim, Hayz, 78)

Giyim kuşamda kadınlarla erkeklerin birbirlerine benzemeleri de yasaklanmıştır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, kadın gibi giyinen erkeklerin ve erkek gibi giyinen kadınların, rahmet-i ilâhiyeden uzak kalacaklarını bildirmiştir. (Ebû Dâvûd, Libas, 28)

Rahmet Peygamberi olan Efendimiz’in, karşı cinsin giyim kuşamını tercih edenlere bu şekilde îkâzda bulunması, herşeyden önce kılık kıyâfetin basit bir şekilden ibaret olmadığını göstermektedir. Ayrıca cinsler arasındaki duygusal yapı bozukluğunun da giyim kuşam taklidi ile başladığı malumdur. Ne kadar acıdır ki günümüzde cinsler arası benzeşmeyi daha ileri götürmek ve yaygınlaştırmak maksadıyla çok özel ve ciddî gayretler sarfedilmekte, büyük yatırımlar yapılmakta ve güya iktisâdî kolaylık sağlamak için hem erkeğin hem de kadının giyebileceği giysiler üretilip pazarlanmaktadır.[3] Bu yozlaşma, ancak Fahr-i Kâinât Efendimiz’in uyarılarını ciddîye alıp gereğini yerine getirmekle önlenebilir.

Diğer taraftan, örtünme ve tabiî süslenme gibi iki temel amaca hizmet etmeyen, gösterişe kaçan ve kibre sebep olan elbise de yasaklanmıştır. Bu hususla alâkalı hadislerden bazıları şöyledir:

“Kim dünyada şöhret elbisesi giyerse, Allâh Teâlâ ona kıyâmet gününde mezellet elbisesi giydirir.” (İbn-i Mâce, Libâs, 24)

“Allâh, büyüklük taslayarak elbisesinin eteklerini yerde sürüyen kimsenin kıyâmet gününde yüzüne bakmaz.” (Buhârî, Libâs, 1, 5)

Hadislerde zikredilen “şöhret elbisesi” tabiri iki açıdan yorumlanmaktadır: Kişinin insanlar arasında giyimi ile şöhret ve ün kazanması, gösterişli ve lüks elbiseler giymek şeklinde olabileceği gibi, eski ve yıpranmış elbise giyerek, zühd ve takvâ gösterişi sûretinde de tezâhür edebilir.

Büyüklük taslamak ve gösteriş yapmak gibi menfî tavırların yanısıra, giyim kuşamda israftan da kaçınılmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz; “İsraf etmemek ve kibre kapılmamak şartıyla yiyiniz, içiniz, tasadduk ediniz ve giyininiz.” (Buhârî, Libâs, 1) buyurmaktadır. Büyük sahâbi İbn-i Abbâs da; “Kibir ve israf hatasına düşmediğin müddetçe dilediğini ye, dilediğini giy!” demiştir. (Buhârî, Libâs, 1)

Bilhassa günümüzde giyim kuşamdaki aşırılıklardan biri de giyim eşyası olarak kullanılan deri mamulleri sanayinde görülmektedir. Kürk elde edebilmek için birçok hayvan nesli telef edilmektedir.[4]

Ehlullâh, giyim kuşamdaki israfı; şeriat bakımından giyinmede haddi aşmak, tarîkat cihetinden kifâyet miktarından fazlasını giymek ve hakîkat yönünden de giyilen elbiseye aşırı muhabbet göstermek şeklinde üç merhalede îzâh etmişlerdir.

Diğer taraftan gücü ve imkânları elverdiği hâlde, sırf tevâzudan dolayı lüks giyimi terkeden kişiye, Allâh Teâlâ’nın herkesten önce hitab edeceği ve cennet elbiselerinin en iyilerinden giydireceği müjdesi verilmiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 39) Bununla birlikte, kişinin imkânları nisbetinde kibre kapılmadan, düzgün bir kılık kıyafeti tercih etmesi de gâyet tabiîdir. İbn-i Mesûd diyor ki; “Peygamber Efendimiz:

«– Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete giremeyecektir.» buyurdu. Kendisine:

– İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister, denilince Fahr-i Kâinât Efendimiz:

«– Allâh güzeldir, güzel olanı sever. Kibir ise hakkı beğenmemek, şımarmak ve insanları küçümsemektir.» buyurdu.” (Müslim, İmân, 147)

Başka bir çok rivayette de Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in kılık-kıyâfetin pejmürdeliğini hoş karşılamadığını görmekteyiz. Ashâb-ı kirâmdan Mâlik bin Nadla anlatıyor; “Bir gün dağınık bir kıyafetle Peygamberimiz’in ziyâretine gitmiştim. Beni bu şekilde gören Efendimiz sordu:

«– Senin malın mülkün var mı?»

– Evet, var yâ Resûlallâh! dedim.

«– Ne gibi malların var?» dedi. Ben de:

– Allâh bana deve, koyun, at sürüleri, arpa ve buğday harmanları ihsan etmiştir, dedim. Bunun üzerine Güzeller Güzeli Efendimiz:

«– Allâh sana mal mülk ihsan etmişse O’nun nimetinin ve ikrâmının eseri üzerinde görünsün.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 14)

Yine “Cibril Hadisi”nde, Cebrâil -aleyhisselâm-’ın Efendimiz ve ashâbının huzuruna çıktığı zaman, pırıl pırıl bir görünüm sergilediği, saçlarının simsiyah, elbisesinin bembeyaz olduğu, üstünde başında en küçük bir leke ve dağınıklık bulunmadığı ifâde edilmektedir. (Müslim, Îmân, 1)

Fahr-i Kainât Efendimiz, imkân nisbetinde beyaz giyinmeyi tercih eder ve bu husûsta; “Beyaz renk elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise temiz ve daha hoş görünümlüdür. Ölülerinizi de beyaz kefene sarınız!” (Tirmizî, Edeb, 46) buyurarak mü’minlerin dirisi yanında ölüsüne bile daha temiz ve daha hoş görünümlü olan beyaz renkli elbiseyi tavsiye etmekteydi.[5]

Resûlullah -sallalahu aleyhi ve sellem-’in yolculuğa çıktıkları anlaşılan bir grup ashâbına verdiği şu nasihatler de oldukça mânidardır; “Sizler kardeşlerinizin yanına varacaksınız; binek hayvanlarınızı düzene koyunuz, elbiselerinize çeki düzen veriniz! Tâ ki insanlar arasında, yüzdeki güzelliğin timsâli olan ben (şâme) gibi olunuz. Çünkü Allâh, çirkin davranışı, çirkin görünüşü, kötü sözü ve bunlarda ısrar etmeyi sevmez.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 25)

Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz, insanların karşılıklı ilişkilerinde, giyim kuşam tertîbinin yanısıra binilecek araçlara bile çeki düzen verilmesini emreder. Bu tutum, başkalarına olan saygımız ve sevgimiz hakkında da fikir verir. Bu sebeple giyilen her çeşit elbisenin tertipli ve düzenli olması gerekir.

Bir kimsenin giyim kuşamı, karşıdaki muhâtaba o kişinin şahsiyet yapısıyla alâkalı ipuçları da verir. Tabiî ki bu yegâne ölçü değildir; fakat önemli ölçülerden biridir. “İnsanlar elbiseleri ile karşılanır, sözleriyle ağırlanırlar.” hikmeti bu gerçeğin en güzel ifâdelerinden biridir. Çünkü düzgün bir kıyafet, insanın vakur görünmesine ve saygı görmesine vesile olur. Bu ise dinimizde arzu edilen bir durumdur. İnsanlar böyle güzel görünüme sâhip bir kimseye daha yakın olmak ister ve kendisiyle ülfet etme yolunu ararlar. Böylece kalpler birbirine daha çabuk ısınır ve insan karşısındakine vermek istediği mesajı daha kolay verebilir. Şu halde tertipli ve temiz giysilerle, kibirlilik ve kendini beğenmişliği ifâde eden elbiseleri, birbirinden ayırmak gerekir.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in tavsiye ve emirlerinden anlaşıldığına göre giyim kuşamda moda ve lüksün değil, yakışma ve uyum esâsının belirleyici olması; cinsiyet farkının gerektirdiği tabiî ve normal süsün ihmâl edilmemesi gerekir. Nitekim saçı olanın bakımına özen göstermesini isteyen Efendimiz (Ebû Dâvûd, Tereccül, 3), yarı tıraşlı bir çocuk gördüğünde, “Ya tam tıraş edin veya tamâmen saçlarını bırakın!” buyurmuş (Ebû Dâvûd, Tereccül, 14), başın herhangi bir yerinde bir tutam saç bırakılmasını hoş karşılamamıştır.

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir keresinde de kendisine perde arkasından yazılı bir sahife uzatan elin, erkek eli mi yoksa kadın eli mi olduğunu sormuş, kadın eli olduğu söylenince; “Öyle olsaydı tırnaklarına kına yakardı!” buyurmuştur. (Nesâî, Zînet, 18) Yine Efendimiz, eşarbını başına iki kere doladığını gördüğü Ümmü Seleme vâlidemizi, erkeklerin sarığına benzediği için; “Bir kere dola, iki kere değil!” diye uyarmıştır. (Ebû Dâvûd, Libâs, 35) Hatta kadınların kullanacakları güzel kokunun, hafif olması gerektiği belirtilirken, erkek kokularının buna nispetle biraz daha ağır olabileceği söylenmiştir. (Nesâî, Zînet, 32)

Bunun yanında ipek ve altın kullanımı erkeklere haram kılınmış ancak bunların kadınlar için giyim ve zinet eşyası olduğu belirtilmiştir. (İbn-i Mâce, Libâs, 19)

Üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan elbiselerin giyilmesine de müsâade edilmemiştir. Efendimiz’in, sûret ve köpek bulunan evlere meleklerin girmeyeceğini bildirdiği ve resimli örtülerin kaldırılmasını istediği bilinmektedir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 45)

Yine vahşi hayvanların tabaklanmamış derilerinden yapılan kürk ve diğer giyim eşyalarının kullanılması da Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. (Tirmizî, Libâs, 32; Dârimî, Edâhî, 19) Âlimlerimiz muhtelif hadislerden hareketle domuz derisi hâriç tabaklanıp temizlendikten sonra diğer hayvanların derilerini kullanmakta bir beis olmadığını bildirmişlerdir. Zîra Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Tabaklanarak kullanılır hâle getirilen her türlü deri temizdir.” buyurmaktadır. (Tirmizi, Libâs, 7)[6]

Giyim kuşamdaki düzenlemelere ek olarak, mü’minin dış görünümüyle alâkalı birtakım belirleyici prensipler de getirilmiştir. Meselâ erkeklerden, sakalın uzatılması ve bıyıkların mümkün olduğu kadar kısa tutulması, böylece müşriklere muhalefet edilmesi istenmiştir. (Buhârî, Libâs, 64) Yine bazı rivayetlerde, za’feranla aşırı sarıya boyanmış elbiselerin, kâfirlerin veya genel olarak kadınların giydiği elbise olması ve dikkatleri üzerine çekmesi sebebiyle erkekler tarafından kullanılması yasaklanmıştır. (Müslim, Libâs, 27-28)

Ayrıca bazı hadîs-i şerîflerde kadınların saçlarını kökünden kazıtmaları doğru bulunmamıştır. (Nesâî, Zînet, 4) Kadınların Allâh’ın yarattığı şekli bozarak yüzlerinin ve kaşlarının kıllarını almaları, güzel görünsün diye dişlerini seyrekleştirmeleri, cildlerine dövme yaptırmaları ve peruk takmaları şiddetle yasaklanmıştır. (Buhârî, Libâs, 82-87)[7]

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- gözlere “ismid” denen sürme çekmenin görmeyi kuvvetlendireceğini ve kirpikleri besleyeceğini bildirmiş ve bunu tavsiye etmiştir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 13)

Hulâsa giyim kuşamla alâkalı emir ve tavsiyelerden anlaşıldığına göre kişi, tesettüre uygun olmayan elbiseleri kullanmaktan kaçınmalı ve imkânlar nisbetinde düzgün bir görünüme sâhip olmaya gayret etmelidir. Ayrıca kadın ve erkek, kendi fıtrî yapılarına uygun olmayan giyim kuşam ile isrâfa veya gurura sevk edecek kılık kıyafetlerden uzak durmalıdırlar.


[1] Geniş ve rahat elbise giyilmesinin insan sağlığı açısından da oldukça önemli olduğu konunun uzmanları tarafından belirtilmektedir. Vücudu sıkıca saran jean ve strech tipi elbiselerin kan dolaşımını yavaşlatması ve eklemlerin rahat hareket etmesini engellemesi sebebiyle çeşitli sağlık problemlerine yol açtığı bilinmektedir.

[2] Âlimlerimiz Nur sûresi 31. âyetteki “zînet” kelimesi ve “Görünmesinde sakınca olmayan (el ve yüz gibi) yerleri dışında” ibâresi hakkında açıklama yaparak kadınların örtünmeleri ile alâkalı şu tespitlerde bulunmuşlardır:

“Zînet”, ister tabiî ister sun’î olsun insanı başkalarının gözünde süsleyen ve güzelleştiren şeylerdir. Bu durumda zînet iki çeşittir. 1. Kadınların kullandıkları altın, gümüş gibi süs eşyaları. 2. Kadınların erkeklerin dikkatini çeken yerleri. Müfessirlere göre âyet-i kerîmede zînet ile, daha çok ikincisi kastedilmiştir. (Kurtubî, XII, 153; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 284)

Âyetin “kendiliğinden açılan” veya “görünmesinde sakınca olmayan” diye istisna edilen kısmını, ashaptan Hz. Ali, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Enes; tabiînden Said bin Cübeyr, Atâ, Mücâhid, Dahhâk; müctehid imamlardan Ebû Hanîfe, Mâlik ve Evzâî gibi alimlerin çoğu “yüz ve bileklere kadar eller” şeklinde yorumlamışlardır. Sahabe ve tabiînin bir kısmı ile İmam Şâfiî ve Ahmed bin Hanbel gibi fakihler kadının yüz ve ellerinin açılmasının da haram olduğu görüşündedirler; dolayısıyla onlara göre açılmasına müsaade edilen dış zînet, âyet-i kerîmede kullanılan “zahara” fiilinin husûsiyeti gereği, kendiliğinden açılan zînettir ve bunun “eller ve yüz” olması mümkün değildir. Çünkü bunları kapatma imkânı vardır ve kendiliğinden açılması söz konusu değildir. Bu, kadının iradesi dışında rüzgâr vs. ile açılan zîneti olmalıdır. Âyette, zînetin ikinci zikredilişinde istisnânın olmaması da bunu gösterir. Yahut da bu, zâten kapatma imkânı olmayan ve “siyâb” denen dış elbiseden ibarettir. (Taberî, Tefsir, XIII, 92-93; Cessâs, V, 172)

[3] Giyilen kılık kıyafetin insan şahsiyetinin teşekkülüne de etkisi bulunmaktadır. Örneğin teamül olarak kendi cinsiyetinin gerektirdiği elbiseler yerine herhangi bir nedenle karşı cinse ait giyim tarzını benimseyen insanların tavırlarında da zamanla bu yönde bir değişim görülmektedir.

[4] Bazı özel kürk çeşitleri için akıl almaz uygulamalar yapılmakta ve çok yüksek meblağlar harcanmaktadır. Örneğin tamâmen süs ve tezyînât için yapılan vizon ve astragan gibi pahalı deri mâmülleri bunlardan sadece birkaçıdır. Fransızca bir isim olan vizon, bildiğimiz “sansar”dır. Bu hayvanın derisi kürk yapımında pahalı süs eşyâsı olarak kullanılır. Astragan ise henüz doğmamış koyun ve keçi yavruları, ana karnındayken boğazlanarak elde edilen deridir. Bu şekildeki bir kürk için asgarî sekiz-on yavrulayacak hayvanın kesilmesi gerekmektedir. Aşırı israf ve gösterişin âyet ve hadislerle yasaklanmış olması sebebiyle bu tür hususlarda ihtiyatlı davranmak uhrevî selâmet için daha evlâdır. Kânûnî Sultan Süleyman ile Şeyhülislâm Ebu’s-Suûd Efendi arasında cereyan eden şu hâdise, hesap endişesi taşıyan hassas bir mü’min için güzel bir ölçüdür; Birgün Kânûnî sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhülislam’dan aşağıdaki beyit ile fetvâ istedi:

Dırahta ger ziyân etse karınca

Zararı var mıdır ânı kırınca!?

“Eğer karınca ağaca zarar verirse onu öldürmenin bir mahsuru var mıdır?” Padişahın bu fetva talebine Ebu’s-Suûd Efendi de bir beyitle şöyle cevap verdi:

Yarın Hakk’ın dîvânına varınca

Süleyman’dan hakkın alur karınca!

[5] Yapılan araştırmalar, renklerin insan psikolojisi üzerinde çeşitli tesirlerinin bulunduğunu göstermektedir. Mesela beyazın saflık, temizlik ve arınma duyguları, kırmızının da öfke ve kızgınlık duyguları uyandırdığı bilinmektedir.

[6] Mevzuyla alakalı bu ve benzeri hadîs-i şerîfleri değerlendiren âlimlerimiz, birtakım farklı neticelere ulaşmışlardır. İmam Ebû Hanîfe, sâdece domuz müstesnâ olmak üzere, bütün ölmüş hayvan derilerinin tabaklanmak sûretiyle temiz olacağı kanâatini taşımaktadır. İmam Şâfi’ye göre ise domuz, köpek ve bunların yavruları hâricinde bütün ölü hayvanların derileri tabaklandıktan sonra temiz olur ve bunlar kuru işlerde de, su kırbası yapmak gibi sulu işlerde de kullanılır. (Mübârekfûrî, V, 400-401; Kâmil Mîras, Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, V, 301)

[7] Süslenmek gâyesiyle peruk takılarak nâmahreme görünmek dinimizce yasaktır. Ancak saç dökülmesi gibi tıbbî bir gerekçeden dolayı mahrem hudutlar dâhilinde güzel görünmek için peruk takmanın bir sakıncası yoktur. Bunun dışında herhangi bir mülahazayla peruk kullanmak, “Şer’î bir gayeye gayr-i meşru bir vasıta ile ulaşılamayacağı” kaidesinden hareketle dinen câiz değildir.

%d bloggers like this: