Yaratılış kanunlarına göre erkek ve kadın birbirlerine karşı duydukları his, arzu ve meyillerle donatılmışlardır.[1] Dolayısıyla insan, fıtratı îcâbı bir âile kurmaya ve o âile içinde yaşamaya muhtaçtır. Bunun hâricindeki bir hayat, insana saâdet ve huzur vermekten uzaktır. Ancak bu ihtiyacın karşılanması gelişi güzel değil, nikâh ölçüleri çerçevesinde olmalıdır.
En tabiî gıdası muhabbet ve alâka olan kadın ve erkeğin birbirlerine olan yöneliş ve muhabbetleri nikâh sayesinde farklı bir mânâ ve boyut kazanır. Bir âyet-i kerîmede evliliğin sevgi ve huzur vesilesi olduğu şöyle ifade edilmiştir:
“Kendileriyle huzûra kavuşmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda muhabbet ve merhamet var etmesi de O’nun âyetlerindendir (birliğinin ve kudretinin delillerindendir.) Şüphesiz ki bunlarda, düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Rûm, 21)
Rasûlullah r şöyle buyurur:
“Birbirini sevenler için nikâh (evlilik) kadar sevgiyi artırıcı bir şey görülmemiştir.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 1)
Dînî Hayat
Evlilik, kişinin dinî hayatını en güzel şekilde yaşaması ve koruması için son derece lüzumlu bir müessesedir. Bu sebeple evlenirken dindar, güzel ahlâk sahibi eşleri seçmek ve dindar bir âile kurmaya çalışmak îcab eder. Rasûlullah r bu hususu şöyle ifade buyurur:
“Kadın dört sebepten biri için nikâhlanır: Malı, nesebi, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç ki hayır ve bereket göresin!” (Buhârî, Nikâh, 15, Müslim, Radâ, 53)
“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı dindar kadındır.” (Müslim, Radâ‘, 64)
“Tohumunuzu bıraktığınız rahme dikkat edin!” (İbn-i Mâce, Nikâh, 46)
“Kim evlenirse imanın yarısını tamamlamış olur; kalan diğer yarısı hakkında ise Allah’tan korksun!” (Heysemî, IV, 252)
Kur’ân’a göre kadın ve erkek, aynı zamanda birbirinin eksiğini ve zaafını kapatan, birbirini günahlardan koruyan, biyolojik mânâda olduğu kadar psikolojik ve ahlâkî açıdan da birbirini tamamlayan iki cins olarak görülür. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara, 187)
Âilenin en güzel tarafı gönül meyveleri olan evlatlardır. Kişinin hanımı ve çocuklarıyla huzurlu bir hayat sürdüğü âile yuvası, âdeta bir cennet köşesidir.
Evliliğe Teşvik
İslâm evliliğe çok ehemmiyet verir. Yüce Rabbimiz nikâha teşvik etmek üzere şöyle buyurur:
“İçinizden bekâr olanları, köle ve câriyelerinizden nikâha müsait olanları evlendirin! Eğer fakir iseler, Allah Teâlâ lutfundan onları zenginleştirir. Çünkü Allah Teâlâ Vâsi‘ (rahmeti geniş olan ve) Alîm (her şeyi bilen)dir.” (Nûr, 32)
Cenâb-ı Hak, evlenen insanlara maddî yönden rahatlık lutfettiği gibi muhabbet, ülfet ve gözül zenginliği de ihsân eder ve kazandıkları yeni akrabalarla onların içtimâî çevrelerini genişletir.
Rasûlullah r Efendimiz de evlileri kollar, onlara elinden gelen yardımı yapardı. Kendisine ganimet malları gelince, hemen gününde dağıtır, evliye iki hisse, bekâra bir hisse verirdi. (Ebû Dâvûd, Harâc, 14/2953)
Rasûlullah r evliliğe teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
“İçinizden evlenmeye gücü yetenler evlensinler. Çünkü evlilik gözü haramlardan ve iffeti zinâdan en iyi muhafaza eden bir vâsıtadır.” (Buhârî, Savm, 10)
“Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Kimin maddî imkânı varsa hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için kalkandır, şehvetini kırarak kendisini günahlara karşı korur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 1)
Ümmetini her hususta îtidâle dâvet ederken de şöyle buyurmuştur:
“Dikkat edin vallahi ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na karşı en fazla takvâ sahibi olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4)
Rasûlullah r vakti gelen gençleri evlendirmeye ve bunlar arasında arabuluculuk yapmaya teşvik ederek şöyle buyurur:
“Dini ve ahlâkı hoşunuza giden birisi size gelip kız talep ederse onu evlendirin! Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve geniş bir fesad çıkar.” (Tirmizî, Nikâh, 3/1084)
“Ey Ali! Şu üç şeyi sakın geciktirme: Vakti gelince namazı, hazırlandığında cenâzeyi, dengini bulduğunda bekâr veya dul kadını evlendirmeyi.” (Tirmizî, Salât, 13/171; Ahmed, I, 105)
“En hayırlı şefaatlerden biri, evlenecek iki kişinin arasında yardımcı olmaktır.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 49)
Efendimiz r imkânı varken evlenmeyen bir sahâbîye şöyle buyurmuştur:
“–İmkânın varken evlenmiyorsan o hâlde sen şeytanların kardeşlerindensin. Eğer sen hristiyanlar içinde olsaydın, onların ruhbanlarından olurdun. Bizim sünnetimiz evlenmektir. En şerlileriniz bekârlarınızdır, ölülerinizin en şerlileri de bekâr olarak ölenlerdir. Şeytanla mı gönül eğlendiriyorsunuz? Şeytanın, sâlih kişilere karşı, kadınlardan daha tesirli bir silahı yoktur. Ancak evliler bunun dışındadır. Onlar temizdirler, müstehcen söz ve fiillerden uzaktırlar. Ey Akkâf! Yazıklar olsun sana! Kadınlar Eyyûb, Dâvûd, Yusuf ve Kürsüf ile uğraşmış, onlar için imtihan vâsıtası olmuşlardır” buyurdu. Bunun üzerine Bişr bin Atiyye:
“–Kürsüf kimdir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu. Rasûlullah r:
“–Deniz sahillerinin birinde gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılarak üç yüz sene Allah’a ibadet eden bir kişiydi. Bu zât, âşık olduğu bir kadın yüzünden Allah’ı inkâr etti, küfre düştü ve yapmakta olduğu ibadeti terk etti. Sonra Allah, kendisinde bulunan bazı güzel hasletler sebebiyle onu eski hâline çevirdi ve tevbesini kabul buyurdu. Yazıklar olsun sana ey Akkâf! Evlen, yoksa ortada kalan şaşkınlardan olursun!” buyurdu… (Ahmed, V, 163-164; Beyhâkî, Şuâbü’l-İman, IV, 381-382)
Gerek kadının gerekse erkeğin birbirinden üstün tarafları vardır. Her iki tarafın üstün meziyetleri âile çatısı altında birleştirilir ve böylece âilenin hem ihtiyaçları hem de saadeti temin edilmiş olur.
Mesuliyetler
Üç kişi yolculuğa çıktığında birini âmir tâyin etmelerini isteyen[2] İslâm, âileyi de lidersiz bırakmamıştır. Erkekler güç ve kuvvet yönünden daha ileri olduğundan, Cenab-ı Hak, âilenin sorumluluğunu birinci derecede onlara yüklemiştir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Erkekler, kadınlar üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve âilenin geçimini sağlamakta)dır. Sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) muhafaza ederler...” (Nisâ, 34)
Bu âyet-i kerime bir taraftan erkeklerin hâkimiyetini, diğer taraftan da kadınların kıymet ve faziletini haber veriyor. Âyet-i kerimede erkeklerin sıfatı olarak zikredilen “kavvâm” kelimesi; “kadınların bütün ihtiyaçlarını karşılayan, onları zarar ve sıkıntılardan koruyan, evin dışındaki ağır işleri yapan” şeklinde tefsîr edilir. Bununla birlikte “hanımlarını eğiten ve gerek Allah için gerek kendi şahısları için yapmaları gereken hususlarda onların elinden tutan, işlerini takip eden” diye de anlaşılmıştır.
Lâkin erkeğin hâkim olması eşine tahakküm etme şeklinde değil, onu himaye ve koruma tarzındadır. Mutlak değil, kayıtlı ve şartlıdır. Erkeğin, kadının hak ve hukûkunu gözetmesi gerekir. Müslüman bir erkek hanımına aynen Rasûlullah r gibi davranmalı, âilesine muhabbet beslemeli, değer vermeli, ev işlerinde yardımcı olmalı ve ihtiyaçlarını karşılamalıdır.
Şunu unutmamalıdır ki, müslüman kadınlar, bilerek veya bilmeyerek erkeğinde Peygamber Efendimiz’in o güzel vasıflarının izlerini ararlar. Bulabildikleri nisbette mesut, bulamadıkları nisbette bedbaht olurlar.
Rasûlullah r şöyle buyurur:
“Kişinin, geçimini sağlamakla yükümlü olduğu kimseleri ihmâl etmesi, ona günah olarak yeter!” (Müslim, Zekât, 40; Ebû Dâvûd, Zekât, 45)
Âile reisi erkek olmakla birlikte bu müessesenin işleyişinde ve muhafazasında kadının da bir kısım vazifeleri vardır. Zira yuva müşterektir ve ona dâir hak ve vazifeler de müşterektir. Dolayısıyla İslâm, erkeğin üstlendiği bu mesuliyetlere mukâbil kadının da kocasına itaat etmesini istemiş ve bu itaati ibadet saymıştır. Erkek vazifesini yapar, âilesine karşı güzel davranır, kadın da ona karşı gereken muhabbet, hürmet ve itaati gösterirse âile içi nizam ve âhenk sağlanmış olur.
Haklar
Âilede babanın, annenin ve çocukların birbirleri üzerinde hakları vardır. Baba, hanımının ve çocuklarının her türlü eğitim ve gelişimiyle ilgilenir, ihtiyaçlarını helâlinden temin ederek onları âhirete hazırlar. Anne, kocasına karşı vazîfelerinde hassas davranır, evine ve çocuklarına sahip çıkar. Akıllı, firâset sahibi, sabırlı ve kanaat ehli olup israftan kaçınır. Anne-baba, çocuklarına karşı muhabbet ve adâletle davranır, ayrımcılık yapmazlar. Çocuklar da anne babalarına karşı son derece hürmet ve muhabbet hisleriyle dolu olur, onlara itaat ederek hizmetlerinde kusur etmezler.
Babanın temin edeceği mesken, âile fertlerini rahatça barındırabilecek genişlikte ve mümkün olduğu kadar iyi bir semt ve güzel komşular arasında olmalıdır.
Anne baba, âile içinde affedici ve uysal olmalı; muhabbet, şefkat ve merhamet hislerini önde tutmalıdır. Biri, kızgınlıkla herhangi bir yemin edip sonra onun hayır olmadığını anladığında, ısrarcı olmamalı, hemen yemininden vazgeçip keffâret vermelidir. (Buhârî, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 7, 26)
Allah Rasûlü r kocasının hakkını îfâ eden kadına şu müjdeyi verir:
“Kocası kendisinden memnun olduğu hâlde ölen kadın cennete girer.” (Tirmizî, Radâ` 10/1161; İbn-i Mâce, Nikâh 4)
Anne-baba üzerinde evlatların da hakkı vardır. Rasûlullah r şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ (Kur’ân-ı Kerîm’de) bazı kullarını «Ebrâr» diye isimlendirmiştir. Çünkü onlar hem baba ve annelerine hem de çocuklarına iyilik ve ihsanda bulunmuşlardır. Anne-babanın senin üzerinde hakları olduğu gibi, aynı şekilde çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.” (Heysemî, VIII, 268)
Cenâb-ı Hak, âileye bir yavru lutfettiğinde, sağ kulağına ezan, sol kulağına da kâmet okuyarak ona güzel bir isim vermek, anne-babanın başta gelen vazîfesidir.[3] Durumu müsâid olanlar, doğumdan bir hafta sonra Allah’a şükür için Akîka kurbanı kesmeli, çocuğu tıraş ederek saçlarının ağırlığınca gümüşü fakirlere infâk etmelidir. (Buhârî, Akîka, 1, 2; Muvatta’, Akîka, 2, 3)[4]
Bu anlatılanlar zâviyesinden bakıldığında, İslâm’da “kadınların erkeklere esir olduğu” yönündeki iddiaların tamamen yanlış olduğu görülür. Zira İslâm’da kadın erkekten daha rahat bir hayat yaşar. Erkek kadının nafakasını temin ile mükellef kılınırken, kadın bundan muaf tutulur, bunun yerine kadına en zevkli bir vazife olarak “çocuk terbiyesi” verilir. Bugün kadın hürriyeti diye ortaya atılan şeyler, kadınların ancak sefâlete düşmesine yol açmıştır. İslâm ise onların iffet ve namuslarını korumakta, şeref ve haysiyetlerini muhafaza altına almaktadır.