i. Peygamberimiz’in Birden Fazla Evlenme Sebepleri

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yirmi beş yaşında iken, kendisinden on beş yaş büyük olan Hz. Hatice’nin teklifini kabul ederek onunla evlenip elli yaşlarına kadar mesut bir hayat yaşadı. Çok evliliğin yaygın olduğu bir toplumda tek hanımla evliliğin saâdetini temsil etti. Hz. Hatice’nin vefatından sonra onun aziz hatırasına hürmeten yaklaşık 2,5 sene yalnız yaşadıktan sonra yine dul ve Hz. Hatice ile aynı yaşlarda olan Sevde -radıyallâhu anhâ- ile evlendi. İki hanımla aynı anda evli bulunması ise Medine’de Hz. Âişe c ile evlendikten sonra ancak 54 yaşlarında vukû bulmuştur. O zaman da Sevde vâlidemiz nöbetini Hz. Âişe’ye devrederek:

“–Yâ Rasûlallah! Benim dünyalık bir arzum yok, ancak kıyâmet günü senin hanımların arasında haşredilip onlara verilecek sevabın bana da verilmesini istiyorum” demiştir. (Abdürrazzâk, Musannef, VI, 238)

Şunu da unutmayalım ki, sıcak iklimlerde kadınların çok erken gelişip yine çok erken yaşlarda ihtiyarlığa adım attığı herkesçe kabul edilen ve tecrübe olunan bir gerçektir.[1]

Bu anlatılanlar, Peygamber Efendimiz’in tek evlilikten yana olduğuna işaret eder. Nitekim o, damatları Ebu’l-Âs ve Hz. Ali’den, kızlarının üzerine başka biriyle evlenmemeleri husûsunda söz almış ve Hz. Ali’nin ikinci evlilik arzusuna şiddetle karşı çıkmıştır.[2]

Ancak bazı sebep ve hikmetler, hayatının sonlarına doğru Efendimiz’in birden fazla evlenmesini îcâb ettirmiştir. Bunlardan bir kısmını şöyle ifade etmek mümkündür:

Medine’de kurulan İslâm devleti, güçlenmek ve dünyaya yayılabilmek için birçok kabile ve devletle anlaşmayı, samimî münasebetler kurmayı gerekli kıldı. İslâm’ın kadınlar arasında tebliğ edilip öğretilmesi, Allah Rasûlü’ne yakın olan farklı meşreplere sahip çok sayıda kadın talebenin varlığını icab ettiriyordu. Nitekim büyük peygamberlerin hemen hepsinin birden fazla hanımla evlenmesinin bir sebebi de budur. Bir de ümmetinin hâmîsi olan Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, sıkıntıya düşen kimselere yardımcı olmak durumunda idi. Bütün bu ve benzerî sebepler Peygamber Efendimiz’i birden çok hanımla evlenmeye sevketti. Allah Teâlâ da Rasûlü’ne bu konuda genişlik tanıdı, hatta hanımlarından Zeyneb bint-i Cahş’ın nikâhını bizzat Cenâb-ı Hak kıyarak onunla evlenmesini peygamberine emretti. Diğer mü’minlere getirdiği sınırı Efendimiz’e getirmedi. (Ahzâb, 37, 50)

Peygamber Efendimiz’in evliliklerinin Allah’ın emriyle olduğunu gösteren bir rivâyet şudur: Rasûlullah (s.a.v), Hz. Âişe’ye şöyle buyurmuştur:

“–Rüyamda sen bana üç gece gösterildin. Melek seni bana bir ipek örtü içerisinde getirdi ve «Bu senin zevcendir, aç onu!» dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. «Bu rüyâ Allah katından ise Allah onu muhakkak gerçekleştirecektir» diye düşündüm.” (Buhârî, Nikâh, 9, 35; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe, 79)

İlmi Neşretmek

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in, birden fazla evlenmesinin, İslâm ahkâmının peşpeşe emredilip tatbik edildiği Medine dönemine rastlaması, bu durumun daha ziyade risâlet vazifesiyle alâkalı olduğunu göstermektedir. Zira âile hayatındaki Sünnet’inin tesbiti ve müslümanlara ulaşmasında hanımlarının büyük rolü olmuştur. Peygamber Efendimiz’in hanımları arasında bu hususta en faal olan Hz. Âişe annemizdir. O, genç, akıllı, firâset sahibi ve uyanık bir kimseydi. Âişe vâlidemizin 2210 hadis rivayet ettiğini göz önüne aldığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: “Şayet Hz. Âişe c olmasaydı Peygamber Efendimiz’in hayatındaki pek çok mühim husus bize ulaşamayacaktı.” Yüzlerce şiiri ezbere okuyabilen Âişe vâlidemiz, tebliğ ve dâvet vazîfesinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in en mühim yardımcılarından biri olmuştur. (İbn-i Sa‘d, VIII, 73)

Hz. Âişe vâlidemiz Kur’ân’ı, helâlleri, haramları, fıkhı, tıbbı, şiiri, Arap hikâyelerini, nesep ilmini çok iyi bilirdi. Ashab hangi konuda ihtilâfa düşse hemen ona müracaat ederdi. Hatta ashabın ileri gelenleri dahi çözemedikleri meselelerde ona danışırlardı.[3] Nitekim Ebû Mûsâ el-Eş‘arî t:

“Rivâyet edilen herhangi bir hadiste bir müşkilât görürsek onu Âişe’ye sorardık. Mutlaka onda bunun bir açıklamasını bulurduk” buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb, 62)

Meşhur âlim Zührî şöyle der:

“Bütün insanların ve Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in diğer hanımlarının ilmi bir araya toplansa, Hz. Âişe’nin ilmi yine de hepsinden daha üstün gelirdi.” (Hâkim, IV, 12)

Uzak bölgelerden ba­zı kişiler de mektup gönderip soru­lar yöneltir, Hz. Âişe (r.a) bunlara yazılı olarak cevap verirdi.[4]

Peygamber Efendimiz’in diğer hanımları da pek çok hadis rivayet etmişlerdir. Bununla da kalmayıp aynı zamanda bütün akrabalarına ve ümmetin hanımlarına hocalık yapmışlar, böylece çevrelerinde pek çok insan yetişmiştir. Meselâ Ümmü Seleme vâlidemizin çocukları büyük birer hadis ve fıkıh âlimi olmuşlardır. Yine annesi Ümmü Seleme vâlidemizin hizmetinde bulunan Hasan Basrî Hazretleri, bu ilim yuvasında yetişmiş ve İslâm âlimlerinin en meşhûr sîmalarından biri olmuştur. (İbn-i Sa‘d, VII, 161; Süheylî, I, 248)

Siyâsî Münasebetler

Peygamber Efendimiz’in evlenirken nazar-ı dikkate aldığı hususlardan biri de siyasî münasebetlerdir. Evlilik vâsıtası ile kurulan akrabalıklar sebebiyle birçok kabilenin dostluğu kazanılmış, bu sâyede pek çok insan İslâm’a girmiştir. Meselâ Allah Rasûlü’nün Hz. Cüveyriye c ile evlenmesi Benî Müstalik’ten yedi yüz kadar harp esirinin karşılıksız azad edilmesini sağlamış ve bundan dolayı yüzlerce kişi müslüman olmuştur. Zira müslümanlar “Bunlar artık Allah Rasûlü’nün akrabalarıdır!” diyerek ellerindeki esirleri serbest bırakmışlardır. Hz. Âişe (r.a):

“Kavmi için Cüveyriye’den daha hayırlı ve bereketler getiren başka bir kadın görmedik; onun sebebiyle Benî Mustalik’ten yüz hâne halkı azad olundu” demiştir. (Ebû Dâvûd, Itk, 2/3931)

Bu evliliğin bir yönü de şudur: O devirde savaşta esir alınan kadınlar ya câriye olarak satılır veya hizmetçi olarak tutulurdu. Câriyeler insanların nazarında mal gibi görülür, onlarla evlenmek gayet ayıp karşılanırdı. Rasûlullah (s.a.v) bu evliliğiyle insanların bu yanlış düşüncesini düzeltti, câriye durumuna düşmüş kadınların şeref ve haysiyetini yükseltti. Esir kadınlara nasıl muâmele edilmesi gerektiğini, zor duruma düşmüş bir insana nasıl yardım edilebileceğini öğretti.[5]

Rasûlullah (s.a.v), yahudilerle müslümanlar arasındaki husûmeti azaltıp dostane münasebetleri geliştirmek maksadıyla onların ileri gelenlerinden Huyey’in kızı Safiyye c ile evlendi. Bu evliliğin gâyelerinden biri de, Harun peygamberin neslinden olan bir kadını esirlikten kurtarmak, onu büyük dedesinden daha yüce bir Peygamber’in hanımlığına, mü’minlerin anneleri mertebesine yükseltmekti.[6]

Yine Peygamber Efendimiz’in Mekke lideri Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe c ile evlenmesi Ebû Süfyan’ın, dolayısıyla Mekkelilerin gönlünü İslâm’a karşı yumuşattı.

Hz. Meymûne’nin çok sayıda kızkardeşi vardı ve hepsi de mühim kimselerle evliydi. Allah Rasûlü r onunla evlenerek birçok kabileyle akraba ve dost oldu.

Ümmü Seleme c ile evlenerek, büyük bir kabile olan Mahzûm Oğulları ile arasındaki bağları kuvvetlendirdi.

Bu ve benzeri akıllıca davranışlar neticesinde 10 yıl sonra Vedâ Haccı’na yaklaşık 120.000 müslüman katıldı. Hacca gelemeyenlerin sayısını ise Allah bilir.

Hz. Mâriye (r.a) ile evliliği, Mukavkıs ve Kıptîler üzerinde derin bir tesir uyandırmış ve bu durum daha sonra Mısır fethedilirken büyük kolaylıklar sağlamıştır.[7]

Rasûlullah (s.a.v) evlilik müessesesini kullanarak müşriklerle olduğu gibi müslümanlardan birçok kimseyle de akrabalık kurmuş ve bu sâyede birbirine bağlı sağlam bir cemiyet vücûda getirmiştir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in kızlarıyla evlenmiş, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye kızlarını vermiştir. Böylece önde gelen ashâbıyla sıkı bir akrabalık bağı tesis etmiş, istikbâlin dört ana direği olan halifelerini yetiştirmiştir.

Muhafaza Etme ve Sahip Çıkma

Buraya kadar saydığımız hanımlar aynı zamanda zor duruma düşmüş, bakıma muhtaç ve pek çoğu da akraba idi. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz’in evlilik sebeplerinden birisi de ümmetine olan şefkat, merhamet ve nihayetsiz vefâ duygusu olmuştur. Onun mübârek hayatına bakıldığında, İslâm’ın ilk yıllarında çile çeken, dinin tebliği için hizmet ve hicret eden kimselere karşı ayrı bir muhabbet beslediği, onlara karşı dâimâ minnet, şükran ve vefâ duyguları içinde bulunduğu görülür. Bu fedâkâr insanlar daha sonra korumasız ve muhtaç duruma düştüğünde, Rasûlullah r onların elinden tutmuştur. Onları ya ashâbından biriyle evlendirmiş ya da kendisi nikâhlamıştır. Hz. Sevde, Ümmü Seleme, Zeyneb bint-i Huzeyme, Ümmü Habîbe, Hafsa, Meymûne vâlidelerimizi bu şanslı insanlar arasında saymak mümkündür. Bu hanımların kocaları vefat ettiğinde müşrik olan kabilelerine geri dönmek ve onlardan yardım almak imkânları yoktu. Zira kavimleri onlara baskı yaparak dinlerinden döndürmeye çalışıyordu. Dolayısıyla çaresiz ve zor durumda kalmışlardı.

Diğer bir husus da Efendimiz’in muhafaza etmek maksadıyla evlendiği hanımların büyük bir kısmı, sütkardeşlerinden ve akrabalarından geriye kalan bakıma muhtaç dul hanımlardı. Meselâ Ebû Seleme, Peygamber Efendimiz’in hem halası Berre’nin oğlu, hem de sütkardeşi idi. Zeyneb bint-i Huzeyme’nin önceki kocası Abdullah bin Cahş, hem halasının oğlu hem sütkardeşi idi. Ümmü Habîbe’nin önceki kocası Ubeydullah bin Cahş da yine halasının oğlu idi. Hz. Hafsa’nın önceki kocası İslâm uğruna şehit olan bir cengâverdi. Bu evliliklerde akraba ve yakınları koruyup gözetmek, onların geride kalan dul ve yetimlerine sahip çıkmak da sözkonusudur.

Bir de bu hanımlardan bir kısmının yetim çocukları vardı. Meselâ Ümmü Seleme’nin 4 tâne, diğer hanımların da birer ikişer tane küçük çocuğu vardı. Rasûlullah r her bir hanımına; “Senin çocuğun benim çocuğumdur” diyerek bu yavruları da büyütüp birer İslâm âlimi olarak yetiştirmiştir.

Yanlış İnançları Tashih

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in evlilik sebeplerinden biri de cemiyette yerleşmiş olan bazı yanlış inançları tashih etmektir. Âzâd edilmiş kölelere mevâlî denilirdi. Köle kökenli olmaları hasebiyle cahiliye döneminde mevâlî ile hürler arasında bir statü farkı bulunurdu. Rasûlullah r, halası Ümeyme’nin kızı Zeyneb bint-i Cahş’ı, onun çok fazla gönlü olmamasına rağmen âzatlı kölesi ve evlâtlığı Zeyd ile evlendirmiş ve böylece “zengin-fakir, asîl-köle” ayrımına son verdiğini, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, en yakınları vâsıtasıyla îlân etmişti. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, I, 564)

Daha sonra çeşitli huzursuzluklar çıkmış, Zeyd (r.a), Peygamber Efendimiz’in sabır ve takvâ tavsiyelerine rağmen boşanmak zorunda kalmıştı. Cenâb-ı Hak, Hz. Zeyneb’i Peygamber Efendimiz’e nikâhlayarak o gün insanlar arasında yerleşmiş olan evlenme, evlât edinme, boşanma, miras bırakma, âile mahremiyetleri ve benzeri birçok husustaki gayr-i hukûkî muameleye son verdi. (Ahzâb, 37)

Şu husûsa da dikkat etmek lâzımdır ki, Rasûlullah (s.a.v) ilk defâ Zeyneb (r.a) ile Zeyd (r.a)’ı evlendirmek isteyince Zeyneb (r.a) kendisini üstün görerek çekingen davranmış ve buna râzı olmamıştı. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (el-Ahzâb, 36)

Aralarındaki geçimsizlik artıp boşanacakları zaman da yine Ahzâb Sûresi’nin 37. âyet-i kerimesi nâzil oldu. Yani ilâhî vahiy bu nikâhın akdine doğrudan müdâhale ettiği gibi feshedilmesine de müdâhale ederek Zeyneb vâlidemizi Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e nikâhladı. Zira bu evlilikler, Arap toplumunu saran kuvvetli bir örfün değiştirilmesi husûsundaki Allah’ın emrini gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Bu değişimin hızlı olması için ilâhî vahiy bu evliliğin hem başına hem de sonuna müdâhale etmiştir.

Rasûlullah (s.a.v), Hz. Zeyneb’i almakla aynı zamanda kocalarından boşanan kadınların herkesin gözünde küçük görülmesini de ortadan kaldırmış oldu. Boşanan kadınları, toplumda hayat boyu maruz kalacakları hakaretten kurtardı. Bu vesîleyle kadınların toplumdaki yerini yükseltmek için bir adım daha atılmış oldu.[8]

Her Hususta Örnek Olmak

Peygamber Efendimiz’in birden fazla evlenmesinin sebeplerinden biri de ümmetine her hususta örnek olmasıdır. Rasûlullah r, hem uzun süre tek hanımla huzurlu bir yuva kurmasıyla, hem birden fazla hanımı büyük bir adâlet ve muhabbetle memnûn etmesiyle, hem de evlilik hayatında hanımlarıyla güzel geçinmesi, hep onların hayrını düşünmesi, yardımlarına koşması gibi güzel vasıflarıyla insanlığa en güzel nümûne olmuştur.[9]

Cenâb-ı Hak dört kadınla evlilik sınırını getirince Rasûlullah r ashâbından çok evli olanlara bunlardan dört tanesini seçip diğerlerini bırakmalarını söylemiştir.[10] Ancak Cenâb-ı Hak kendisini bu hükümden muaf tutmuştur. Bu ona mahsus bir izindir. Bunun bir hikmeti şu olabilir:

Mü’minlerin boşadığı hanımlarla başkaları evlenebiliyordu. Efendimiz’in hanımları ise ondan sonra başkası ile evlenemiyordu. Çünkü onlar ümmetin anneleri idiler. Hal böyle olunca Allah Rasûlü r onları boşadığında mağdur duruma düşmeleri kuvvetle muhtemeldi. Dolayısıyla Rasûlullah r dinî ve siyasî bir maksatla yeni bir evlilik yapmak durumunda kalınca dörtten fazla olan hanımlarını nikâhı altında tutmasına, ona has bir ruhsat olarak, izin verilmiştir.[11]

Şunu da ifade edelim ki, Kur’ân’ın çok evliliği 4 ile sınırlayan hükümleri Medine döneminin sonlarına doğru ve Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık 2 sene evvel nâzil olmuştur. Bundan evvel evlilik husûsunda eski örf geçerli idi ve herhangi bir sınır yoktu. Arabistan’da çok kadınla evlilik normal olarak yaşanan bir hayat tarzı idi. Aslında Rasûlullah r de çok evliliği örf üzerine gerçekleştirmiş bulunuyordu. Dolayısıyla onun evliliklerini değerlendirirken dönemin siyasî, içtimâî ve kültürel şartları göz önünde bulundurulmalıdır. Zira kendi devrinde dostlarından ve düşmanlarından hiç kimse onu bu tatbikatı sebebiyle tenkit etmemiştir.[12]

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, bazılarının iddiâ ettiği gibi sırf şehvet yüzünden evlenmiş olsaydı, gençlik devresini dul ve yaşlı bir hanımla geçirmezdi. Daha sonraki evliliklerinde de hep genç hanımları tercih ederdi. Ancak onun Hz. Âişe hâricindeki tüm hanımları dul idi. Medine’ye hicret edip imkânları genişlediği devrede Muhâcirler ile Ensâr’ın çok güzel kızları vardı. Müslümanlar, kızlarını Peygamber Efendimiz’e vermeyi şeref sayar, kızlar da “Peygamber zevcesi” ve “mü’minlerin annesi” olmaya can atardı. Nitekim Ebû Berze’nin ifade ettiği gibi; “Ensar’dan herhangi birinin evlenme çağına gelmiş bir kızı olduğunda, Allah Rasûlü’nün, kızıyla ilgili bir düşüncesi olup olmadığını öğrenmeden onu evlendirmezdi.”[13] Yani bütün mü’minler bu hususta Peygamber Efendimiz’in gözünün içine bakıp duruyordu. Fakat Allah Rasûlü r Ensar’dan hiçbir kadınla evlenmedi.[14] Çünkü İslâm’ın ilk çilesini çeken, alâkaya ve bir araya getirilmeye muhtaç insanlar Ensâr’dan ziyade Muhâcirlerdi.

Efendimiz’in Hâne-i Saâdetlerinde Yaşanan Sâde Hayat

Rasûlullah r ve âilesinin ömrü en sâde bir hayat içinde geçmiştir. Onların dünya zinetlerine karşı zerre kadar rağbetleri yoktu. Rasûlullah r yetimlik gibi çaresizliğin en aşağı mertebesinden başlayarak hükümdarlık gibi şevket ve kudretin nihayetine ulaştığı halde aynı tevâzu ve sadelik içinde yaşamış, ömrünün her devrinde yetimlik zamanlarındaki hâlini muhafaza etmiş, en câzibeli şeyler bile onu bir lahza esir alamamıştır. Allah Rasûlü r ve âilesi birçok geceyi yemeksiz geçirir, günlerce bacaları tütmez, hurma ve su ile yetinirlerdi. Bunun sebebi de daha çok ellerindeki malları fakirlere infak etmeleri idi. Böyle bir hayat yaşayan insanın bir takım arzulara esir olmasına imkân var mıdır?

Müslümanların Medine’ye hicretlerini müteâkip elde ettikleri ganimetler ve Bedir savaşında esirler mukabilinde aldıkları fidyeler refahlarını artırmıştı. Fakat bu değişimin hiçbir sûrette tesir edemediği bir yer vardı, o da Peygamber Efendimiz’in evi idi. Bunun üzerine Efendimiz’in hanımlarının gönlünden pek tabiî ve pek insânî bir arzu geçti. Onlar da umûmun hissemend olduğu bu refahtan istifade etmek istediler. Bunun için Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e müracaat ettiler. Allah Rasûlü’nün verdiği cevabı Kur’ân-ı Kerim’den dinleyelim:

“Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: «Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, Peygamberi’ni ve âhiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

Ey peygamber hanımları! İçinizden kim çirkinliği aşikâr bir günah işlerse, onun cezası iki kat olur. Bu Allah’a göre kolaydır. İçinizden kim de Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder ve sâlih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.

Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın! Sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Mâruf üzere, uygun, ciddî ve ağır başlı bir şekilde konuşun! Evlerinizde oturun, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın! Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin! Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Evlerinizde okunan Allah’ın âyetleri ve hikmet ile meşgul olun, onlar üzerinde tefekkür edin! Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır. (Ahzâb, 28-34)

Bu âyet-i kerimeler bize açıkça gösteriyor ki, Peygamber Efendimiz’in evi dünyevî zevk ve heveslerin tatmin edildiği bir yer değil, ilim, ibadet, tefekkür, infak ve sâlih amellerle meşgul olunan nezâhet, ulviyet, edep ve fazilet ocağı idi. Nitekim birgün Rasûlullah r evine girdiğinde, Zeyneb bint-i Cahş c namaz kılıyor ve Allah’a gönülden dua ediyordu. Nebî r:

“–Şüphesiz o «evvâh»tır” buyurdu. (Taberânî, Kebîr, XXIV, 39)

Evvâh, “huşû ve tazarrû ile yalvara yakara dua eden, gönlü yanık” demektir. Yine Zeyneb vâlidemiz el işleri yaparak para kazanır ve infâk ederdi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 101)

Diğer hanımlar da bu şekilde ibadet ve infâka düşkündüler. Meselâ Hz. Sevde vâlidemizin en mühim vasıflarından biri, cömertlik ve âlicenaplık idi. Esasen Rasûl-i Ekrem Efendimiz ile fazla temas edenler hep güzel vasıflar elde etmişlerdir. Bu sebeple onun hanımları da herkesten fazla güzel ahlâk sahibi oluyorlardı. Birgün Hz. Ömer t, Hz. Sevde’ye bir kese göndermişti. Hz. Sevde c kesenin içinde ne olduğunu sordu. Para bulunduğunu öğrenince onun derhal fukaraya dağıtılmasını emretti.[15] Bu tür misaller Peygamber Efendimiz’in hâne-i saâdetlerinde çok yaşanmıştır.

Dolayısıyla Rasûlulllah r ve âilesi, dünya zinetleriyle, dünyevî hevâ ve heveslerle meşgul olacak insanlar değillerdi. Onların daha ulvî vazifeleri vardı: İslâm’ı öğrenip yaşamak, insanlara tebliğ etmek ve geleceğin âlimlerini yetiştirmek… Bundan dolayı onlardan hayatın câzip taraflarını terk ederek asıl bu hedefe kilitlenmeleri, bütün varlıklarını ona vakfetmeleri istenmiştir.[16]

Hâsılı Allah Rasûlü’nün birden fazla evlilik devresinin hem yaşlılık zamanına hem de dînin uzak bölgelere ulaştırıldığı devreye rastlaması, bu evliliklerin nefsî arzular sebebiyle olmayıp ilâhî tâyinle ve İslâm’ı daha geniş kitlelere rahatça ulaştırmak, çaresiz insanlara yardımcı olmak, dînî hükümler getirmek gibi ulvî gâyelerle gerçekleştiğini açıkça ortaya koymaktadır.[17]

{

İslâm’ın kadınlar hakkındaki hüküm ve emirlerine baktığımızda, dâimâ kadınları kollayıp muhafaza ettiğini görmekteyiz. Rasûlullah r hayatı boyunca ve hatta son nefesi esnâsında bile bunun mücadelesini vermiştir. (Beyhakî, Şuab, VII, 477)



[1] M. Sâdık Vicdânî, Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi, s. 55.

[2] Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 16; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 96.

[3] İbn-i Hacer, el-İsabe, IV, 360. Âişe vâlidemiz, ashâb-ı kirâmın yanlış bildiği hususları da düzeltirdi. Ebû Mansûr el-Bağdâdî, İmam Zerkeşî ve Suyûtî buna dâir rivâyetleri derleyen müstakil kitaplar kaleme almışlardır. Bu eserlerde görüldüğü üzere Hz. Âişe c, Ömer bin Hattab, Hz. Ali, Ebû Hüreyre, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İbn-i Mes’ud, Ebû Said el-Hudrî, Ebu’d-Derdâ, Berâ bin Âzib, Câbir bin Abdullah y gibi ashâbın büyüklerini dahi, yanlış ve eksik anladıkları hususlarda îkâz etmiş, Peygamber Efendimiz’den öğrendiği şekilde hâdiselerin hakîkatini ortaya koymuştur. Bkz. Suyûtî, Aynü’l-isâbe fi istidrâki Âişe ale’s-sahâbe, thk. Abdullah Muhammed Dervîş.

[4] K. Kamil Ali – Salim Öğüt, “Çok Evlilik”, mad., DİA, VIII, 368.

[5] Prof. Dr. M. Mahmut Savvâf, Rasûlullah’ın Pâk Zevceleri ve Birkaç Oluşunun Hikmeti, trc. Ali Aslan, Ankara 1966, s. 46-47.

[6] Tirmizî, Menâkıb, 63; M. Sâdık Vicdânî, Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi, s. 65.

[7] Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, s. I, 394-397; M. Sâdık Vicdânî, Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi, s. 73-76.

[8] M. Sâdık Vicdânî, Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi, s. 161-162.

[9] Prof. Dr. Abdullah Ulvan, İslâm’da Dört Evlilik ve Rasûlullah’ın Çok Evlenmesindeki Hikmetler, trc. İ. Hakkı Sezer, Konya 1985, s. 85.

[10] Tirmizî, Nikâh, 33; İbn-i Mâce, Nikâh, 40; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VII, 184.

[11] Ahzâb, 50, 53; K. Kamil Ali – Salim Öğüt, “Çok Evlilik”, mad., DİA, VIII, 368.

[12] Prof. Dr. İbrahim Sarıçam, Hz. Peygamber’in Çağımıza Mesajları, s. 29-30.

[13] Ahmed, IV, 422, 425; Heysemî, IX, 367-368.

[14] Cenâb-ı Hak, Efendimiz’in evlenebileceği kimseleri sayarken “Seninle birlikte hicret eden” kaydını koymuştur. (Ahzâb, 50) İbn-i Abbâs v şöyle buyurur: “Peygamber Efendimiz’in muhâcir mü’minlerin hâricindeki kadınlarla evlenmesi yasaklandı.” (Tirmizî, Tefsir, 33/17-18)

[15] Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, II, 140.

[16] Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, II, 167-169.

[17] Birden fazla evlilik konusunda bkz. Osman Nûri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v), I, 130-140 (http://hazretimuhammedmekkedevri.darulerkam.altinoluk.com/); Çelik-Öztürk-Kaya, Üsve-i Hasene, II, 392-405 (www.usveihasene.com).

%d bloggers like this: