B. HARÂM VE HELÂL HUSÛSUNDAKİ HASSÂSİYETİ

“Bunlar Allâh’ın hudutlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın!”

el-Bakara 2/187

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, harâm ve helâl husûsunda nihâyetsiz bir hassâsiyet üzere idi. Nitekim Hz. Aişe Peygamberimiz’in bu özelliğini şöyle dile getirir:

“Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- iki şeyden birini yapma konusunda serbest bırakıldığı zaman, günâh olmadığı takdirde mutlaka onların en kolayını tercih ederdi. Yapılacak şey günâh ise, ondan en uzak duran da kendisi olurdu.” (Buhârî, Menâkıb, 23)

Burada dikkat çekilen iki mühim husûstan birisi Efendimiz’in günâh olmadığı takdirde kolay olanı tercih etmesi, diğeri de haramlardan en uzak duran kimse olmasıdır. Meselâ harâm kazançtan kaçınmak Resûlullâh Efendimiz’in, Müslümanların sakınmasını istediği şeylerin başında gelmektedir. Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:

“Cennetlikler üç kısımdır: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kimse ve ailesi kalabalık olduğu halde, harâm kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen iffetli Müslüman.” (Müslim, Cennet, 63)

Hadîs-i şerifte bahsedilen üçüncü grup cennetliklerin iki özelliği zikredilmiştir. Biri, kimseden bir şey istemeden elinin emeği ile geçinmek, diğeri de günâhtan sakınmak ve günâha götürecek davranışlardan kaçınmaktır. İnsan, ebedî bir hayâtın yaşanacağı âhiret yurduna hazırlanmanın her şeyden önemli olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Bunun için de çoluğunun çocuğunun nafakasını helâlinden kazanmalı, harâm olan yollara tevessül etmemeli ve kimseye el açıp yüz suyu dökmemelidir. İnsanoğlu, kul olmanın şerefini koruduğu, Cenâb-ı Hakk’ın kendisini aç koymayacağına inanarak çalıştığı takdirde, Âlemlerin Rabbi ona, dünyâda rızkını verdiği gibi âhirette de sermedî hayâtın tükenmeyen nimetlerini esirgemeden ihsân edecektir. Resûl-i Müctebâ Efendimiz, şahsi ve âilevî hayâtında bu ölçülere uygun yaşadığı gibi, ümmetine de böyle davranmalarını tavsiye etmiştir.

Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu aldığı şeyin helâl mi harâm mı olduğuna hiç aldırmayacak.” (Buhârî, Büyû, 7, 23) ifadesiyle mü’minleri ikaz etmiştir. Müslüman çocukların harâm ve helâl konularında hassas yetişmeleri için, küçük yaşlardaki terbiyelerine önem vermiş ve onları kötü hasletlere yönlendirecek uygulamalardan sakındırmıştır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:

“Çocukları para kazanmaya mecbur etmeyin. Siz onları buna mecbur ettiğinizde, hırsızlık yapabilirler. San’at sâhibi olmayan câriyeleri de bu husûsta zorlamayın. Zîrâ, siz onları zorladığınız takdirde, iffetlerini zedeleyerek kazanmaya başlarlar. Onların getireceği paraya tamah etmeyin ki Allâh da sizi ona muhtaç kılmasın. Size temiz olan yiyecekler yaraşır.” (Muvatta, İsti’zân, 42)

Harâm gıdâ, sâhibini insanlar arasında rezîl ettiği gibi, Allâh katında da kıymetsiz hâle getirir. Allâh -celle celâlüh- onun duâsını kabul etmez. Habîb-i Ekrem Efendimiz, bir insanın duâsının kabul edilebilmesi için, harâm ve helâle dikkat etmesi gerektiğini, bir çok defâ vurgulamıştır. Bunlardan birisinde şöyle buyurur:

“Allâh Teâlâ temizdir, ancak temiz olanları kabul eder. O, peygamberlerine emrettiği şeyi mü’minlere de emretmiştir. Cenâb-ı Hak peygamberlere:

«Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih ameller işleyin!» (el-Mü’minûn 23/51) buyurmuştur. Mü’minlere de aynı şekilde:

«Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin!» (el-Bakara 2/172) buyurmuştur. Bir kimse Allâh yolunda uzun seferler yapıyor. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak; yâ Rabbî! Yâ Rabbî! diye yalvarıyor. Halbuki onun yediği harâm, içtiği harâm, gıdası da harâmdır. Böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir!” (Müslim, Zekât, 65)

Allâh Resûlü’nün bildirdiği ölçüler böylesine açıktır. Demek ki bir kimse, din uğrunda savaşmak için canını ortaya koysa, saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette, dinine hizmet etmek için uzun seferler yapsa bile, harâm lokma ile beslendiği takdirde, onun bu fedakârlığının hiçbir değeri yoktur. Müslümanı dünyânın en temiz insanı yapan, inancının yanında dîninin emirlerine uygun olarak yaşaması, temiz ve helâl gıda ile beslenmesi ve böylece hem maddesini hem de mânasını temizlemesidir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in helâl harâm bakımından gösterdiği titizlik şu hadîs-i şerifte de açıkça görülmektedir:

“Biriniz, kardeşine ödünç para verir de ödünç alan kimse, ona bir şey hediye ederse, kabûl etmesin. Veya bineğine bindirmek isterse ona binmesin. Ancak daha evvel aralarında hediyeleşmek ve yardımlaşmak cârî ise bu müstesna.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19)

Efendimiz’in bu ince ölçülerine sıkı sıkıya bağlı olan İmâm-ı A’zam hazretlerinin bir kişide alacağı vardı. O mahalde bir talebesi vefât etti. Ebû Hanîfe onun cenâze namazını kılmak için gitti. Hava da çok sıcaktı. İmam, borçlunun duvarının gölgesinde oturursam faiz olur endişesiyle güneşin yakıcı sıcağında beklemeyi tercih etti. (Attar, s. 243)

Ebû Rühm el-Gıfârî’nin naklettiği şu rivayet de Allâh Resûlü’nün bu konudaki titizliğine güzel bir örnektir:

“Hurmaların koruk olduğu bir zamanda Hayber’e varmıştık. Hayber, çok sıcak ve bu yönüyle de tehlikeli bir yerdi. Orada son derecede acıkmıştık. Kaleyi kuşattığımız sırada idi ki, oradan yirmi veya otuz kadar ehlî eşek dışarı çıktı. Yahûdiler, onları içeri alamadılar. Müslümanlar, onları tutup boğazladılar ve yer yer ateş yakıp etlerini pişirmeye başladılar. Allâh Resûlü:

«– Bu ateşler nedir? Bunları ne için yakıyorlar?» diye sordu.

– Et pişirmek için! dediler. Efendimiz:

«– Hangi eti, ne etini pişirmek için?!» diye sordu.

– Ehlî eşeklerin etini pişirmek için! dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:

«– Dökünüz onu! Onların kaplarını da kırınız!» buyurdu. Ashabdan birisi:

– Yâ Resûlallâh! Etlerini döksek de, kaplarını yıkasak olmaz mı? diye sordu. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz:

«– Ya da öyle yapınız!» buyurdu. (Buhârî, Megâzî, 38; Müslim, Cihâd, 123)

Burada dikkat edilmesi gereken en mühim nokta şudur ki, hâdise bir savaş esnâsında ve açlığın dayanılmaz bir hâl aldığı zamanda vuku bulmuştur. Buna rağmen Allâh Resûlü, harâm olan bir şeyin yenmesine müsâade etmemiş ve derhal ashâbını bundan vazgeçirmiştir.

Haram gıdaya bu kadar titiz yaklaşan Resûl-i Ekrem Efendimiz, hayatın bütün alanlarında da aynı titizliği sergilemiştir. Meselâ yolda giderken dâimâ önlerine bakarak yürürler, gözlerini harâmlardan olduğu kadar, şüpheli şeylere bakmaktan dahî sakınırlardı. Ashâbına da, böyle davranmaları tavsiyesinde bulunurlardı. Cerîr -radıyallâhü anh-, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e, bakılması harâm olan bir şeyi ansızın görmenin hükmünü sorunca:

“Gözünü derhal başka tarafa çevir!” buyurmuştu. (Müslim, Âdâb, 45)

Ümmü Seleme’nin anlattığı şu hâdise ise daha ilginçtir:

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanında bulunuyordum. Meymûne de oradaydı. Âmâ sahabî İbn-i Ümmü Mektûm çıkageldi. Bu olay, örtünme emri geldikten sonra idi. Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- bize:

Perde arkasına çekilin!” buyurdu. Biz:

– O âmâ biri değil mi, ey Allâh’ın Resûlü, bizi göremez, dedik. Bunun üzerine Efendimiz:

“– Siz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Libâs, 34)

Zikrettiğimiz bu hâdiselerde, harâmlardan son derece uzak duran Allâh Resûlü’nün, âile efradını ve ashâbını da bunlardan uzak tutmak için uyardığı müşâhede edilmektedir.

Haram helâl konusundaki tavırda helâlin haram, haramın da helâl kabul edilmesi gibi yanlış tutumlar olabildiği için Resûlullâh Efendimiz, insanları bu konuda da îkâz etmiştir. İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- bununla alâkalı şöyle bir olay nakletmektedir:

 “Bir adam Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

– Et yediğim zaman kadınlara karşı zaafım artıyor ve bende şehvet galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi nefsime harâm ettim! dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

«Ey îmân edenler! Allâh’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri (kendinize) harâm kılmayın ve haddi aşmayın. Doğrusu Allâh, haddi aşanları sevmez. Allâh’ın size verdiği rızkın temiz ve helâl olanından yiyin. İnandığınız Allâh’tan sakının!» (el-Mâide 5/87-88)” (Tirmizî, Tefsir, 5/14)

Sathî bir nazarla bakıldığında, gâyet mâsum ve mâkul bir niyet gibi görünen bu davranış, hakîkatte bir âyetin inmesine sebep olacak kadar yanlış bir düşüncenin mahsûlüdür. Âyet-i kerîme, Allâh’ın helâl kıldığı şeyleri hiç kimsenin kendi arzusu istikâmetinde değiştirmesinin uygun olmadığını ortaya koymaktadır.

Fahreddin-i Râzî hazretleri “Allâh’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri, kendinize harâm kılmayın” emrinde altı muhtelif yasak olduğunu açıklar:

1. Allâh’ın size helâl kıldığı bir şeyin, harâm olacağına sakın itikad etmeyin. Zîrâ bu küfrü gerektirir.

2. Allâh’ın size helâl kıldığı bir şeyin harâm olduğunu dilinizle de telaffuz etmeyin.

3. Allâh’ın size helâl kıldığı şeylerden, harâmdan kaçtığınız gibi kaçmayın.

4. Fetva vererek, helâlleri başkasına harâm kılmayın.

5. Adak ve yeminde bulunarak helâlleri harâm kılma yoluna gitmeyin.

6. Gasbedilen şeyi, ayrılması mümkün olmayacak şekilde mülkünüze karıştırmayın. Zîrâ böylesi bir hareket, helâl olan şeyi de harâm kılar.

Âyette geçen, “Haddi aşmayın” ifâdesi, “helâli harâm kılma” fiilini kulluk haddini aşmak ve zulüm olarak takdim etmektedir. Aynı şekilde bu tabir, temiz olan şeyleri mubah kılmakla birlikte, israftan da sakındırmaktadır. Bir de burada, “Mâdem Allâh size temiz olanları helâl kılmış, bunlarla yetinip harâma gitmeyin!” mânâsı da mevcuttur.

 Tahrim sûresinin baş tarafında yer alan; “Ey Peygamber, eşlerinin rızâsını gözeterek, Allâh’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine harâm kılıyorsun?” (et-Tahrîm 66/1) âyeti de aynı maksadı ihtiva etmektedir.

Asr-ı saâdetten sonra Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in izini adım adım takip eden Allâh dostları, haram lokmadan son derece uzak durmaya çalışmışlardır. İbrahim Ethem hazretlerinin başından geçen şu hadise bu mevzunun ehemmiyetini göstermesi açısından pek ibretlidir. O şöyle anlatıyor:

Birgün Beyt-i Makdis mescidinde, hasıra sarınıp yatmıştım. Gece yarısı olunca mescidin kapısı açıldı, içeri bir pîr girdi. İki rekât namaz kıldıktan sonra arkasını mihrâba dönerek oturdu. Oraya kırk kişi daha geldi. İçlerinden biri:

– Burada bir kişi yatıyor, dedi. Pîr gülümseyerek:

– O İbrahim Ethem’dir. Kırk gündür kıldığı namazın tadını bulamaz, dedi. O sözü işitince dayanamayıp pîrin huzûruna geldim. Selam verip:

– Allâh aşkına, benim bu hâlimin sebebi nedir, diye sordum. Şöyle dedi:

– Falan gün Basra’da hurma satın almıştın. Bir hurma yere düştü, kendinin zannederek onu da aldın. Halbuki o senin değildi. Bu sebeple mâneviyattan yüz fersah uzak düştün, dedi.

Hemen gidip hurma aldığım kimseyle helalleştim. Bu durum ona da çok tesir etti ve infâk sâhibi sâlih kimselerden oldu. (Attâr, s. 122-123)

Hâsılı haram helâl konusu dînî hayatın ve uhrevî saâdetin esasını teşkil eden en mühim umdedir. Kul hakkına gösterilmesi gereken ehemmiyet de bunun bir parçasıdır.

%d bloggers like this: