c. İçtimâî Hayatta Kadın

İslâm’ın, kadınların sosyal sta­tüsünde köklü değişiklikler meydana ge­tirdiği şüphesizdir. Hz. Ömer’in, “Doğrusu biz câhiliye devrinde kadınlara değer ver­mezdik, nihayet Allah Teâlâ kadınlar hakkında âyetler indirdi ve onlara bir­çok haklar tanıdı” sözü, bunun delillerinden biridir.[1]

Asr-ı Saâdet’te kadınlar, içtimâî hayata iştirak ediyorlardı. Mescid-i Nebevî’deki ibadet hayatına katılma­ları, bayram, düğün vb. mühim günlere işti­rakleri bunu göstermektedir. Nitekim Rasûlullah r birgün mescide uğramış, kadınlardan oluşan bir cemaatin orada oturduğunu görünce onlara eliyle işâret ederek selâm vermiştir. (Tirmizî, İsti’zân, 9)

Bu dönemde kadınlar gerektiğinde hak­larını aramaktan geri durmuyorlardı. Ümmü Umâre c, Peygamber Efendimiz’e gelip:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, Kur’ân’da her zaman erkeklerden bahsedildiğini, kadınlardan fazla söz edilmediğini görüyorum” dedi. Bunun üzerine müslüman erkeklerin ve ka­dınların mesuliyetlerine ayrı ayrı işaret eden âyet-i kerime nâzil oldu. (Ahzâb, 35) (Tirmizî, Tefsîr, 33/3211)

Kocası tarafından evlilik ilişkisine fiilen son verilen Havle bint-i Sa‘lebe, durumu Rasûl-i Ekrem’e kadar götürüp düzeltilmesi husûsunda ısrar etmiş ve bunun üzerine:

“Allah kocası hususunda seninle tartışan ve hâlinden Allah’a şikâ­yet eden kadının sözünü işitti” diye başlayan âyetler nâzil olmuştur. (Mücâdele, 1-4)

Hz. Ömer birgün Peygamber Efendimiz’in minberine çıktı:

“–Mehrin 400 dirhemden fazla olduğunu hiç bilmiyorum” dedi ve indi. Kureyş’ten bir kadın Hz. Ömer’e itiraz ederek:

“–Ey Mü’minlerin Emîri, 400 dirhemden fazla mehir vermeyi insanlara yasakladın mı?” deyince, Ömer t:

“–Evet” dedi. Bu cevap karşısında kadın:

“–Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de: «Siz onlardan birine kantar kantar mehir vermiş olsanız bile verdiğinizden bir şey almayın!..»[2] buyurduğunu duymadın mı?” dedi. Durumu anlamakta gecikmeyen Ömer t:

“–Allah’ım, beni bağışla! Bütün insanlar Ömer’den daha fakih” dedikten sonra tekrar minbere çıkarak:

“–Ey insanlar! Ben size 400 dirhemin üzerindeki mehri yasaklamıştım. Artık kim ne kadar isterse malından o kadar mehir versin” buyurdu. (Bkz. Heysemî, IV, 284; İbn-i Hacer, Metâlib, II, 4, 5)

Kadınlara ev işleri uygun görülmekle birlikte Asr-ı Saadet’te bazı kadınların hâricî işlerle de uğraştıklarını müşahade etmekteyiz. Kayle bint-i Ümmi Enmâr isimli hanım sahâbi anlatıyor: Bir Umre esnasında Merve’de Peygamber Efendimiz’e:

“−Ey Allah’ın Rasûlü! Ben alış veriş yapan bir kadınım. Bir şey satın almak istediğimde, düşündüğümden az bir ücret veriyorum. Daha sonra normal ücretine yükseltiyorum. Bir şey satmak istediğim zaman da onun normal ücretinden fazla talep ediyorum. Daha sonra normal değerine indiriyorum” dedim. Rasûlullah r şöyle buyurdu:

“−Ey Kayle böyle yapma! Bir şey satın almak istediğinde onun normal ücretini teklif et! Ya alırsın ya alamazsın. Bir şey satmak istediğin zaman da yine malın normal ücretini iste! Ya satarsın ya da satamazsın.” (İbn-i Mace, Ticâret, 29)

Havle bint-i Tüveyt de Medîne’de ıtr (güzel koku) satan bir hanım sahabî olarak bilinmektedir. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 278)

Asr-ı Saadet’te içtimâi hayatın bir parçası olan gazvelere gelince; bu savaşlarda muhârip sınıfı dâima erkekler oluşturmuştur. Yani savaşa katılmak kadınların aslî vazifesi değildir. Hz. Âişe vâlidemiz şöyle der:

“Efendimiz’e:

«–Yâ Rasûlallah! Biz de sizinle birlikte gazâya çıkıp cihâd etsek olmaz mı?» diye sordum. Rasûlullah r:

«–Sizin için cihâdın en iyisi ve en güzeli hacc-ı mebrûrdur» buyurdu.

Bu sözü Peygamber Efendimiz’den işittiğimden beri haccı hiç bırakmadım!” (Buhârî, Cezâü’s-sayd, 26; Cihâd, 62)

Ümmü Süleym Hz. Peygamber’e savaşa katılmak istediğini ifade edince Rasûlullah r ona cihadın kadınlara farz kılınmadığını ifade etti. Ümmü Süleym, yaralıları tedavi edebileceğini, göz ağrılarına ilâç yapabileceğini, mücâhidlere su taşıyabileceğini söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah r:

“−O hâlde gazâya çıkmanız ne güzel olur” buyurdu. (Heysemî, V, 324)

Bazı kadınlar Peygamber Efendimiz’in bu iznine binaen savaşlarda yaralıları tedavi ettiler, yırtık ve sökükleri diktiler, su taşıdılar, yemek yaptılar, hatta ihtiyaç olduğunda bizzat savaşa girip çarpıştılar.[3]

İslâm hukukçu­ları, kadının devlet başkanlığı ve hâkimlik dışında kamu vazifesi yapmasına umumi­yetle karşı çıkmamışlardır. Hanefîler had ve kısası gerekti­ren suçlar dışındaki davalarda kadının şa­hitlik gibi hâkimlik de yapabileceğini söy­lemiştir. Ancak tatbikatta ka­dınların hâkimlik yapmasının örnekleri çok azdır.[4]

Görüldüğü gibi İslâm, kadınlara daha çok evlerini ve âilelerini tavsiye etmekle birlikte, onlara evlerin dışını yasaklamış değildir. Bilâkis ilim tahsilini onlara da emretmiştir. Ticaret yapmalarına, kendi fıtrî husûsiyetlerine uygun meslek edinmelerine hiçbir mânî koymamıştır. Hatta küçük çocukların tâlim ve terbiyesi ve tıpta kadın hastalıkları gibi hususları onlara bırakmak daha münasip görünmektedir.

Ancak müslüman kadınlar, her zaman İslâmî sınırları muhafaza etmek mecbûriyetindedirler. İslâm’ın hoş görmediği iş ve mekânlarda çalışmaları doğru olmaz. Çalışma ortamları İslâm’ın tasvip etttiği şekilde olmalıdır. İş hayatında ve içtimâî hayatta, konuşma ve davranışlarında hafiflikten ve ölçüsüzlükten uzak durmaları, hayâ ve vakar elbisesini kuşanmaları gerekmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Şuayb’ın kızlarından birinin, Hz. Musa’yı çağırmaya gelirken son derece hayâlı bir şekilde geldiğini haber vermektedir. (Kasas, 26)

Bu fıtrî hükümlere boyun eğmeyerek kadınları, “eşitlik” adı altında her türlü şartlarda sınırsızca çalıştıran, reklam vâsıtası olarak kullanan milletler, hep zarar etmişlerdir. Kadınları ezilmiş, âile müesseseleri dağılmış, nüfusları günden güne azalmaya başlamıştır. Onların gözünde “annelik” küçük düşürülmüştür. Satış, mankenlik, mürebbiyelik, sekreterlik, temizlik işleri gibi meslekleri annelik vazifesine tercih etmişlerdir. Kadın, âilesinden ve çocuklarından koparılmıştır.[5]



[1] Prof. Dr. M. Akif Aydın, “Kadın” mad., DİA, XXIV, 91.

[2] Nisâ, 20.

[3] Buhârî, Cihâd, 65-68; İbn-i Sa‘d, VIII, 425; İbn-i Mace, Cihâd, 37; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 396, 479.

[4] Prof. Dr. M. Akif Aydın, “Kadın” mad., DİA, XXIV, 90.

[5] Ali İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslâm, trc. Salih Şaban, İstanbul 1993, s. 211.

%d bloggers like this: