B. HATALARA KARŞI SABIR ve TAHAMMÜL GÖSTERMESİ

Fahr-i Kâinât Efendimiz hatalı davranış sahiplerine rıfk ve mülâyemetle muâmele ettiği gibi, onlara karşı büyük bir sabır ve tahammül de gösterirdi. Asla sabırsızlık etmez ve fevrî hareketlerde bulunmazdı. Her hususta onda sabır ve tahammül zirve noktadaydı. Efendimiz’in sâdece bu hususiyetini nazar-ı dikkate alarak bile müslüman olanlar vardı. Yahudi âlim ve zenginlerinden Zeyd bin Sa’ne bunlardan biridir. O Allah Resûlü’nün hatalı davranışlara karşı sergilediği sabır ve tahammülüne dair bir misali şöyle anlatıyor:

Muhammed -aleyhisselam-’ın yüzüne bakınca, kendisinde peygamberlik alâmetlerinden iki şey hâricinde bütün vasıfların bulunduğunu farketim. Acaba ondaki hilm sıfatı, karşılaştığı câhillik ve kabalığı geçiyor mu, geçmiyor mu? Kendisine karşı en ağır, câhilce ve kabaca davranışlar, hilmini arttırıyor mu, artırmıyor mu? Bu hususta henüz bir bilgi edinememiş; eğer onunla bir müddet beraber olursam herhalde bunu da öğrenirim, diye düşünmüştüm.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, birgün yanında Ali bin Ebî Talib bulunduğu halde, evinden dışarı çıktı. O sırada hayvan üzerinde bedevîye benzeyen bir adam çıkageldi ve:

– Yâ Resûlallah! Köy halkından filan oğulları Müslüman olup İslâm’a girdiler. Onlara, Müslüman olurlarsa bolluk ve bereket geleceğini söylemiştim. Tam  aksine kuraklık yüzünden son derecede kıtlığa uğradılar. Yâ Resûlallah! Onların bir şeyler umarak girdikleri İslâm’dan çıkmasından korkuyorum. Eğer onlara yardım edersen iyi olur! dedi.

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- adama baktı, sonra yan tarafına bakınca Hz. Ali’yi gördü. Ali -kerremellâhu vecheh-:

– Yâ Resûlallah! Onlara verilecek hiçbir şey kalmadı, dedi.

Bunun üzerine, ben hemen Resûlullah’ın yanına sokulup:

– Yâ Muhammed! Sana ait olan filan oğullarının bahçesinden, şu kadar zaman sonra teslim etmen şartıyla, bana şu kadar miktar hurma satsan olmaz mı? dedim.

Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Hayır, olmaz ey Yahudi! Fakat sana şu kadar zaman sonra belli miktarda hurma satabilirim!” buyurdu. Filan oğullarının bahçesinden diye isim açıklamadı.

Ben de:

– Olur! dedim.

Bana satış yapınca, gidip şu kadar müddet sonra şu kadar hurmaya karşılık kendisine seksen miskal altın verdim. Peygamberimiz bu altınları hemen o (sıkıntılı) adama teslim edip:

“– Onlara adalet üzere paylaştır ve kendilerine bununla yardım et!” buyurdu.

Alacağımın vâdesinden iki veya üç gün önce, Resûlullah’ın yanına vardım. Gömleğinin yakasından tuttum. Asık ve ekşi bir suratla yüzüne dik dik baktım:

– Yâ Muhammed! Hakkımı daha ödemeyecek misin? Vallahi ey Abdulmuttalib oğulları! Sizin borcunuzu ödemede kötü davranan kimseler olduğunuzu, hep uzatıp durduğunuzu bilmezdim. Sizinle düşüp kalkmak, öyle olduğunuzu bana öğretti, dedim.

Hz. Ömer’in yüzüne baktığım zaman, gözleri fıldır fıldır dönüyordu! Sonra gözlerini bana dikti ve:

– Ey Allah düşmanı! Sen misin Resûlullah’a bu sözleri söyleyen ve böyle davranan?! Onu hak din ve kitabla gönderen Allah’a yemin ederim ki, eğer kendisinden çekinmeseydim, muhakkak kılıcımla vurup kelleni uçururdum, dedi.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, sükûnet içinde gülümseyerek Ömer’e baktıktan sonra:

“– Ya Ömer! Ben ve o, senden daha farklı bir davranış sergilemeni isterdik! Sen, bana borcumu güzellikle ödememi, ona da alacağını güzellikle istemesini  tavsiye etmeliydin! Ey Ömer! Git, ona hakkını öde, yirmi sa’43 da fazla ver!” buyurdu.

Ben:

– Ey Ömer! Bu fazla kısım bana niçin veriliyor? diye sordum.

Ömer:

– Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, sana sert davranmam ve şiddet göstermem sebebiyle bu fazlayı vermemi emretti, dedi.

Ömer’e:

– Ey Ömer! Beni tanıdın mı? diye sordum.

Ömer:

– Hayır, tanımadım, sen kimsin? dedi.

– Zeyd bin Sa’ne’yim! dedim.

Ömer:

– Yahudilerin âlimi mi? diye sordu.

– Yahudi âlimi! dedim.

Ömer:

– Öyleyse, Allah Resûlü’ne karşı böyle davranmanın sebebi ne idi? diye sordu. Kendisine:

– Ey Ömer! Muhammed -aleyhisselam-’ın yüzüne bakınca, kendisinde peygamberlik alâmetlerinden iki şeyden başka her şeyin tamam olduğunu anladım. Fakat hilim sıfatı, karşılaşacağı cahillik ve kabalığı geçiyor mu, geçmiyor mu?  En kaba ve cahilce davranışlar onun hilmini arttırıyor mu, artırmıyor mu? Bu hususu henüz tetkik etmemiştim. İşte, ona söylediklerimi ancak bu maksatla söyledim ve kendisinde aradığım bu sıfatların da bulunduğunu gördüm. Ey Ömer seni şahit tutarım ki; ben Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed -aleyhisselam-’ı da peygamber olarak kabul ettim. Ve yine seni şahit tutarım ki; malımın yarısı Muhammed -aleyhisselam-’ın ümmetine sadakadır. Çünkü ben servetçe onlardan zenginim, dedim.

Ömer:

– Onlardan bir kısmına, de! Çünkü sen onların bütününe tasaddukta bulunmaya mal yetiştiremezsin, dedi.

Ben de:

– Onlardan bir kısmına, dedim.

Zeyd bin Sa’ne, Peygamberimiz’in yanına dönünce:

– Şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah’ın kulu ve resûlüdür, diyerek îmân, ikrar ve bey’at etti. (Hâkim, III, 700-701)

Cenâb-ı Hak dünyada her dert için bir deva yaratmıştır. Fakat mânevi dertlere sabır kadar tesirli bir ilaç yoktur. İnsanların düşünceleri ve psikolojik yapıları birbirinden çok farklılık arzetmektedir. İnsanların iç alemlerini ve orada barındırdıkları niyetlerini bilmek ve ona göre davranmak ne kadar zordur. Bu bir sırr-ı ilâhîdir. Dolayısıyla, Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’de gördüğümüz gibi sabır ve tahammülle hareket edebilmek en semereli yoldur.

Efendimiz’in hatalı davranışlara karşı sabır ve tahammülü ile ilgili bir diğer misali ise Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yürüyordum. Onun üzerinde Necran kumaşından yapılma, kalın yakalı bir cübbe vardı. Bir bedevî, arkadan yetişip Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in cübbesinden şiddetle çekti. Efendimiz’in boynuna baktım; çekmenin şiddetinden, cübbenin yakası orada iz bırakmıştı!

Bedevî:

– Ya Muhammed! Allah’ın, senin yanında bulunan malından şu iki devemin üzerine yükle! Çünkü sen bana ne kendi malından ne de babanın malından yükleyecek değilsin, dedi.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- güldü. Sonra da bir adam çağırdı ve:

“– Şu iki deveden birisine arpa, diğerine hurma yükle!” buyurdu. (Müslim, Zekat, 128; Ebû Dâvûd, Edeb, 1)

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in engin sabır ve tahammülüyle alakalı Cübeyr bin Mut’im -radıyallahu anh- de şöyle anlatmaktadır:

Huneyn Gazvesi’nden dönüşte  Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte yürürken bedevi araplar ganimetin taksimini ısrarla istemeye başladılar. Neticede Peygamber Efendimiz’i Semüre ağacının altında durdurdular. Cübbesi ağaca takılıp kaldı. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- devesini durdurup:

“– Cübbemi verin bana! Şayet şu gördüğünüz ağaçlar kadar hayvanım olsaydı, onların tamamını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri, yalancı ve korkak olmadığımı görürdünüz!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 24)

Görüldüğü üzere Fahr-i Kâinât Efendimiz, insanların şahsına yönelik câhilce davranışlarına karşı dâimâ sabır ve hilimle muâmele etmiş, onları kırmadan ve incitmeden eğitmiştir.

%d bloggers like this: