e. Merhamet

“Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki,

göktekiler de size merhamet etsin.”                  

                                                              Ebû Dâvûd, Edeb, 58

Ra-hı-me filinin masdarı olan “merhamet” ve “rahmet” kelimeleri yufka yüreklilik, yumuşak kalplilik ve acıma duygusuna sahip olmak gibi mânalara gelir.

Merhamet, Allah’ın “Rahmân” ve “Rahîm” sıfatlarının tecellisi olan ilâhî bir duygudur. Rahmân sıfatı, Allah Teâlâ’nın inanan-inanmayan ayrımı yapmadan bütün insanlara, hatta bütün varlığa uzanan, en geniş daireli rahmetidir. Rahîm sıfatının işaret ettiği merhamet ise, kıyâmet günü yalnız mü’minlere gösterilecek özel bir merhamettir. (Râgıb, s. 192) Bir âyet-i kerîmede bu husus şöyle dile getiririlir:

 

“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu (bilhassa) müttakîlere, zekat verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (el-A’râf 7/156)

Allah’ın rahmetinin hesap gününde özellikle mü’minlere has olması ilâhî adâlet gereğidir. Bu, hayırla şerrin, aydınlıkla karanlığın, Mûsâ ile Firavun’un farkını belirlemektir. Yoksa “Merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah” (el-Mü’minûn 23/109) kullarına hiç bir zaman zulmetmez.

Öte yandan Allah Teâlâ, yoldan sapanları hidayete çağırırken merhametiyle tecelli edeceğini şöyle haber vermektedir:

De ki: Ey nefisleri aleyhine (günah işlemekle) haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (ez-Zümer 39/53)

Hiç şüphesiz burada ilâhî rahmetin enginliğinin hatırlatılması, günah işlemeye teşvik için değil, en günahkâr insanların bile bir an önce tövbe etmelerini sağlamaya yöneliktir. Âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi kâfirlerin müslüman olmasını murad etmek ise de, hükmün âsîlerin tövbesini kapsadığında da şüphe yoktur. (Râzî, XXVII, 5) Çünkü Allah Teâlâ, Kurân-ı Kerîm’de sadece şirk ve küfür üzere ölen kimseleri affetmeyeceğini, bunun dışında dilediği kimselerin bütün günahlarını bağışlayabileceğini haber vermiştir. (en-Nisa 4/48)

Ömer bin el-Hattâb -radıyallâhu anh-’dan nakledilen şu rivayet Allah’ın kullarına olan merhametini tasvir etmesi bakımından oldukça dikkat çekicidir. Hz. Ömer diyor ki:

Bir keresinde Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e esirler getirildi. Bir de baktık ki esirlerden bir kadın (ayrı kaldığı çocuğunu) araştırıyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu vakit, onu alıyor göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bize:

Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” diye sordu.

– Hayır, vallahi asla atamaz! dedik.

Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu. (Müslim,Tevbe, 22)

Merhamet cevherinin sadece insanlara değil, bütün mahlûkâta verilmiş büyük bir lütuf olduğunu ve bize verilen merhametin Allah’ın nezdinde olana göre çok sınırlı bulunduğunu Resûlullah şöyle dile getirir:

“Cenâb-ı Hak rahmetini yüz parçaya ayırdı; bunun doksan dokuzunu kendi katında tuttu da bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle yaratıklar birbirine merhamet eder. Ana atın, (süt emzirirken) yavrusuna zarar verir diye ayağını yukarı kaldırması bile, bu yüzde birlik rahmetin eseridir.” (Buhârî, Edeb, 19, Müslim, Tevbe, 17)

Allah Teâlâ’nın en belirgin vasfı merhamet olduğu gibi, Resûlü Hz. Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in en önemli niteliği de merhamettir. Nitekim o, bizâtihî âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. (el-Enbiyâ 21/107) Bu yüzden Allah Teâlâ, kendi isimlerinden olan Raûf (çok şefkatli) ve Rahîm (çok merhametli) sıfatlarını Efendimiz’e de vermiştir ki, önceki peygamberlerden hiçbiri bu sıfatların ikisine birden mazhar olamamıştır. (Kurtubî, VII, 192) Zira katı kalpli Câhiliye devri insanı arasında İslâm’ın tutunup filizlenmesi, ancak böyle engin bir merhamete sahip Peygamber sayesinde mümkün olabilmiştir. Çünkü şefkat ve merhamet, katılığı yumuşatan, nefretin yerine sevgiyi davet eden, insanları birbirbirine yaklaştıran bir duygudur. Bütün bu gerçekler Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde dile getirilmektedir:

“Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şâyet sen kaba ve katı kalpli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 159)

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, merhamet duygusunun öncelikle inananlar arasında tesis edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu hususta:

“Mü’minler birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücût gibidir. Vücûdun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, diğer uzuvları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

Ayrıca insanın merhamet sahibi ve yardımsever bir ruh yapısına sahip olabilmesi için sevgi duygusunun kendisinde yer etmiş olması gerekir. Zira sevginin olmadığı yerde merhametin söz konusu edilemeyeceğini şu hadîs-i şerifte açıkça görmekteyiz.

Hz. Peygamber’in bazı çocukları öptüğünü gören bir bedevi buna hayret etmiş ve:

– Demek siz çocukları öpüyorsunuz, ha! Halbuki biz onları hiç öpmeyiz, demişti.

Bu adama acıyarak bakan Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Şâyet Allah, senin kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim ki!” buyurmuştu. (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65)

Yine Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- kızı Zeyneb’in can çekişmekte olan çocuğunun durumuna dayanamayıp ağlamış, bunu görenler hayretlerini saklayamayarak:

– Sen de mi ağlıyorsun ya Resûlallah? dediklerinde, Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Bu bir rahmettir. Allah Teâlâ onu kullarının kalplerine koymuştur. Cenâb-ı Hak, ancak merhametli olan kullarına rahmet eder” buyurmuştur. (Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 11)

Merhametin olmayışı, kalp katılığının bir sonucudur. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- kalbinin katılığından şikâyet eden bir sahâbîye, “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri doyur, yetimin başını okşa!” (İbn-i Hanbel, II, 263, 387) buyurarak gönlü kırık, yardıma muhtaç kimselere merhamet duygusuyla yaklaşmanın kişide oluşturacağı vicdânî duyarlılığa vurgu yapmıştır.

Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetine öğrettiği merhamet, sadece yakınları ve inanları değil, bütün insanlığı ve hatta bütün mevcûdâtı kucaklamaktadır. Bir hadiste bu husus şöyle ifade edilmiştir:

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Müslim, Fedâil, 66)

“Merhamet edenlere, Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16)

Bir başka hadîs-i şerifte ise yaptığı fuhuş ve ahlaksızlık sebebiyle günah bataklığına saplanmış bir kadının, bir köpeğe acıyıp yardım ettiği için Allah’ın af ve mağfiretine kavuştuğu bildirilmektedir. Şöyle ki: Güneşin ortalığı kasıp kavurduğu birgünde, zikri geçen bu günahkâr kadın çölde susuzluktan yorgun düşer. Gördüğü bir su kuyusuna inerek susuzluğunu giderir. Yukarı çıktığında susuzluktan bitkin hale gelmiş, nerdeyse ölmek üzere olan bir köpeğin kuyunun etrafında dolandığını, nemli toprağı yalayıp durduğunu görür. Hayvanın bu durumuna acıyan kadın, tekrar kuyuya inerek ayakkabısına su doldurup köpeği sular. Onun bu merhametli davranışından hoşnut olan Allah Teâlâ, işlemiş olduğu günahları affeder. (Müslim, Selâm, 153-155)

Merhamet, bazı kimselerin sandığı gibi, sadece bir acıma duygusu değildir. Sevgi ile gelişen, yardım ve fedâkârlıkla büyüyen şümullü bir histir. Şayet bir kalpte merhamet yoksa o kalp, hastadır.

Alemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- gerek örnek tavırlarıyla gerekse sözlü beyanlarıyla yer yüzünde merhametin en büyük temsilcisi olmuştur. Bizim medeniyetimizin diğer medeniyetlerde bulunmayan mümtaz vasfı, bu gönül ikliminin izlerini taşımasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde insanlığı kaos ve kargaşadan kurtarıp dünyanın yaşanılır bir hale gelmesini istiyorsak, kaynağı Allah’a uzanan bu engin rahmetin tekrar kalplerde yeşermesini sağlamamız gerekir. Nitekim Efendimiz’in sünnetine tabi olan, gönülleri muhabbet ve merhametle dolu mücahit müslümanlar, vaktiyle zulmet içerisindeki insanlara İslâm’ın nurunu takdim ederken, beldelerin fethinden önce kalplerin fethiyle işe başlamışlardır.

%d bloggers like this: