1. Kalbi Mânevî Hastalıklardan Korumak

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, 

 onu kötülüklere batıran da ziyana  uğramıştır.”

                                                                 eş-Şems, 91/9-10

Kur’ân-ı Kerîm, kalplerin paslanması, körelmesi ve mühürlenmesi gibi mânen fonksiyonlarını yitirmesine sebep olan hastalıkların esas kaynağını, “nefs-i emmâre” olarak tanıtır. Nefis, Yüce Kitâbımız’ın beyanına göre “fücûr” ve “takva”ya müsait bir şekilde yaratılmıştır. Bunun tabii bir neticesi olarak da günaha temayülün ve dünyaya ait isteklerin mihveri kabul edilmiştir. Konuyla ilgili âyetlerden birinde şöyle buyrulmaktadır:

“O, nefse fucuru ve takvayı ilham etti.” (eş-Şems, 91/8)

Âyette, nefsin öncelikle fücûr vasfının zikredilmesi, terbiye edilmemiş nefsin, tabiatı icabı kötülüklere meyledeceğini gösterir. Bu duruma diğer âyetlerde şöyle dikkat çekilir:

“Nefislerinizi tezkiye ederek övüp yüceltmeyiniz…” (en-Necm, 53/32)

“…Nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder…” (Yûsuf 12/53)

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere batıran da ziyana uğramıştır.” (eş-Şems, 91/9-10)

“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan (heva) alıkoyan kimsenin varacağı yer cennettir.” (en-Nâziât 79/40-41)

Kalp, akıl ve nefis tarafından ele geçirilmek istenen bir kaleye benzetilebilir. Dolayısıyla nefis, hevâ ve heveslerini tatmin için kalbe sürekli vesvese vermektedir. Kurân-ı Kerîm’de:

“Celâlim hakkı için insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini biliriz” buyrulmaktadır. (Kâf 50/16)

Âyette beyan edilen fısıldama vâsıtasıyla nefis, kalbi etkileme fırsatı bulduğunda kişide kötülük işleme iradesi ortaya çıkmaktadır. Bu irade neticesinde meydana gelen düşünce ve fiiller, kalbi zayıflatmakta ve onu manevî hastalığa dûçâr etmektedir. Söz konusu menfî temayülün önüne geçilmediği taktirde kalp, hak ile bâtılı temyiz kâbiliyetini kaybederek mühürlenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İşte nefsinin arzusunu ilâh edinen ve Allah’ın (ezelî olan) bir ilim üzere (küfürlerindeki inatları yüzünden) dalâlete düşürdüğü, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üzerine de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim hidâyete eriştirebilir? Hiç ibret almıyor musunuz?” (el-Câsiye 45/23)

Görüldüğü üzere kalbi muhâfaza adına yapılması gereken en önemli husus, nefsin hevasına boyun eğmemektir. Bunun yolu bir taraftan nefsin arzu ve isteklerini besleyen ve onu güçlendiren unsurları yok etmek, diğer taraftan da kalpteki takvâ şuurunu manevî gıdalarla sürekli kuvvetlendirmektir. Böylece nefsin kalbe yönelik tesiri, kemiyet ve keyfiyet itibariyle zayıflayacak, buna karşılık kalp de nefsin fısıltılarından büyük ölçüde kurtulmanın verdiği hürriyetle, kendi esas vazifesini icra etme fırsatını bulacaktır. Ancak nefsin tezkiye edilmesi hiç de kolay değildir. Zira nefis, insanın iç düşmanıdır. Bilindiği gibi düşmanın en tehlikelisi de içte ve gizli olanıdır. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in:

“Gerçek mücâhid, Allah’a itaat hususunda nefsiyle cihad edendir” (İbn-i Hanbel, VI, 21) ifadesi, nefisle mücahedenin zorluğuna dikkat çekmektedir.

Nefisle mücadelede öncelikle yapılması gereken şey, onun heva ve heveslerini güçlendirecek ve harekete geçirecek âmilleri ortadan kaldırmaktır. Bunların başında, insanlardan veya cinlerden olan şeytanlar ile insanı etkileyen “kötü çevre” gibi diğer menfî unsurlar gelmektedir.

İnsanın düşmanı olarak ilan edilen şeytan ve askerlerine karşı, sürekli uyanık bulunmak gerekir. Bu hususta Yüce Rabbimiz bizi şöyle îkâz etmektedir:

“Ey Âdem oğulları!… Şeytan sakın sizi de aldatmasın. Çünkü o ve kabilesi, kendilerini göremeyeceğiniz cihetten sizi görürler. Şüphesiz ki Biz şeytanları îmân etmeyenlere dost kıldık.” (el-A’râf 7/27)

Şeytan ilâhî divandan kovulduktan sonra, Allah’ın kullarını doğru yoldan saptırmayı kendine vazife edinmiş ve başarıya ulaşma uğruna her yolu deneyeceğini açıkça ilan etmiştir:

“İblis şöyle dedi: «Öyleyse beni azdırmandan dolayı (ben de) mutlaka onlar(ı saptırmak) için Sen’in dosdoğru yoluna oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen onların çoğunu şükredici kimseler olarak bulamayacaksın.»” (el-A’râf 7/16-18)

Şeytanın insanı idlâl yolları her ne kadar çok ve çeşitli olsa da aslında o, insana cebren (zorla) bir şey yaptırma gücüne sahip değildir. Bu husus âyet-i kerîmelerde şöyle ifade edilmiştir:

“Nihayet hesapları görülüp işleri bitirilince şeytan onlara şöyle der: «Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaad etti. Ben de size vaad ettim ama yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm de yoktu. Ben sizi sadece dâvet ettim, siz de hemen (ve hiç sonunu düşünmeden) bana uydunuz. O hâlde beni kınamayın, nefislerinizi kınayın!…” (İbrahim 14/22)

“Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir kuvveti yoktu. Ancak Biz âhirete îmân edeni şüphe içinde olandan ayıralım diye (ona bu mühleti verdik)…” (es-Sebe’ 34/21)

“Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” (en-Nisâ 4/76)

Görüldüğü üzere şeytanın başarısı kendine ait gücünden değil de insan nefsinin za’fiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Bir başka değişle şeytan, nefsin menfî temayüllerinin uyarıcısı ve destekçisidir. Yani şeytanın kalbe nüfûz etme yolları, insanda bulunan menfi vasıflar sayısınca çoktur. Bunlardan belli başlıları şunlardır: Şehevî arzular, gazap, hırs, haset, tamahkârlık, cimrilik, taassup, çok yemek, zinet tutkusu, acelecilik, mal ve makam sevgisi, tûl-i emel ve dünyaya aşırı bağlılık. Kalbin selâmeti ancak bu vasıfların gönülden sökülüp atılmasıyla sağlanabilir. (Gazâlî, III, 149, vd.)

Şeytanın kalbe nüfûzu, umumiyetle nefis aracılığıyla olsa da zaman zaman onun doğrudan kalbi etkilemesi de mümkündür. Kurân-ı Kerîm, şeytanın insan sadrına vesvese verdiğini ve bundan Allah’a sığınmak gerektiğini haber vermektedir. (el-Mü’minûn 23/97; en-Nâs 114/1-6) Hadis-i şeriflerde de şeytanın kalbi yönlendirebileceği (Tirmizî, Tefsîr, 2), insanda kanın dolaştığı her bir noktaya ulaşabileceği34 ve namaz kılan kişinin kalbine istenmeyen düşünceler atabileceği (Buhârî, Ezân, 4) belirtilmektedir.

Bununla birlikte daima Allah’ı hatırlayan O’nun sevap ve azabını düşünüp ilâhî hudutlara riâyet eden kimselere şeytanın her hangi bir tesirinin olamayacağı şöyle beyan edilmiştir:

(Allah Teâlâ şeytan’a dedi ki): “Benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur. Ancak sana tâbî olan azgın kimseler müstesnâ” (el-Hicr 15/42)

Nefsin hevasını harekete geçiren ve güçlendiren diğer bir unsur da mâsiyetlerin çokça işlendiği kötü muhitlerdir. Bu tür ortamlar, insanın rûhî yapısında tedavisi güç derin yaralar açmaktadır. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın âyetlerine inanmayan ve onlarla alay eden kimselerle zaruret olmaksızın oturup kalkmanın, onlara benzemekle neticeleneceğine dikkat çekmektedir. (en-Nisâ 4/140) Yine aynı mülâhazayla mü’minlerin yahûdî ve hıristiyanları dost edinmemeleri tavsiye edilmiştir. (el-Mâide 5/51) Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- de çevrenin insanı etkileme gücüne sahip olduğunu şöyle vurgular:

“Kişi dostunun dini üzeredir.” (Tirmizî, Zühd, 45)

“Her doğan çocuk, (İslâm) fıtratı üzere doğar. Daha sonra ana babası onu (inançlarına göre) ya hristiyan, ya yahûdî, ya da mecûsî… yapar.” (Buhârî, Cenâiz, 80; Müslim, Kader, 22)

İçinde yaşanılan coğrafyanın bile, insanın duygu ve davranışlarına yansıyan tesiri göz önünde bulundurulursa, ictimâî muhitin kalbi etkileme boyutları daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim taşrada yaşayan bedevilerin inkar ve nifâk bakımından çok şiddetli olduklarını bildiren âyet (et-Tevbe 9/97) bu hususa telmihte bulunmaktadır.

Ferdin çevreyle ilgisini sağlayan göz, dil ve kulak gibi uzuvların, Allah’ın râzı olmayacağı şekilde kullanılması, nefsin arzu ve isteklerinin uyarılmasında büyük bir tesire sahiptir. Nitekim erkek ve kadınların mahremi olmayan kimselere zaruret olmaksızın bakması yasaklandığı gibi (en-Nûr 24/30-31), karşı cinsi tahrik edecek biçimde konuşmak da uygun görülmemiştir. (el-Ahzâb 33/32) Bunun yanında Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- lüzumsuz bakışların kalp için ne derece zararlı olduğunu şöyle ifade etmiştir:

“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle bunu terk ederse Allah ona kalbinde halâvetini hissedeceği bir îmân bahşeder.” (Hâkim, IV, 349/7875)

Netice olarak kalp eğitimi açısından öncelikle yapılması gereken şey, gönül dünyamızı nefis, şeytan ve kötü çevre gibi amillerin menfî tesirlerinden muhafaza etmektir. Bunun için de küfür, gaflet, kibir, gazap, haset ve kin gibi mânevî hastalıklardan korunmak zarurîdir. Şimdi bu hastalıkları ve bunlara müptelâ olanların hâleti rûhiyelerini tetkike geçebiliriz.

%d bloggers like this: