Âhiret deyince kafamızda belli bir tasavvur oluşur. Orada nâil olmak istediğimiz mevkîyi hayâl ede, kavuşacağımız nimetleri düşünürüz. Âyet ve hadislerde bildirilen vasıfları idrak etmeye çalışırız. Acaba âhiret hayatına başladığımızda dünyaya bakışımız nasıl olacak? Dünyayı nasıl göreceğiz, neleri özleyeceğiz, orada neler yapmış ve nasıl bir mevkide bulunmuş olmayı temennî edeceğiz? Şimdi bir kısım âyet ve hadislere bakarak, insanın âhirette hasretle arzu edeceği bazı hususları tesbit etmeye çalışalım:
1. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, «Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Şimdi bizi (dünyaya) döndür de sâlih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız» dedikleri vakit, (onları) bir görsen!” (es-Secde 32/12)
Demek ki âhiret penceresinden bakınca dünya üzerinde görülen en mühim hasletler:
– Yakînî ve kuvvetli bir îmân ile amel-i sâlihler…
Semerkandî Hazretleri, mücrimlerin Allah’ın huzuruna varınca dünyada yaptıklarından dolayı utanıp hayâ edeceklerini ifâde eder.[1]
Kur’ân’da, günahkâr rûhların âhirette hissedeceği mânevî azap ve ızdırabın, onlara cehennem azâbından daha büyük ve daha şiddetli geleceğine işâret edilmektedir. Nitekim Âl-i İmrân Sûresi’nin 192. âyetinde cehenneme giren insanların son derece rezil rüsvâ olacağı beyân edilerek, kıyâmet günü hor ve hakîr düşmenin, başa gelebilecek en büyük belâlardan olduğu hissettirilir. Bu sebeple hemen 194. âyette, kıyâmet günü rezil rüsvâ etmemesi için Yüce Rabbimize nasıl duâ edeceğimiz öğretilir. Hz. İbrahim (a.s) da, tekrar diriltildiğimiz gün küçük düşmemek için Allah’a yalvarmıştır. (eş-Şuarâ 26/87)
2. Rasûlullah (s.a) Efendimiz şöyle buyururlar:
“Allah Tebâreke ve Teâlâ, cehennemliklerden azapça en hafif olan kimseye:
«Dünya ve içindekiler senin olsa bu azaptan kurtulmak için onları verir miydin?» buyurur, o da: «Evet» diye cevap verir. Allah Teâlâ:
“Sen Âdem’in sulbünde iken ben senden bundan daha hafif bir şey istemiştim: Şirk koşmayacaktın, ben de seni cehenneme koymayacaktım. Lâkin sen şirk koşmakta direttin» buyurur.” (Müslim, Münâfıkîn, 51)
Burada da özlenen hasletler:
– Bütün şirk unsurlarından arınarak tevhîdde derinleşmek…
3. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
“Sen bunların ateşin başında durdurulup, «Ah, ne olurdu, keşke dünyaya geri çevrilsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmeyerek mü’minlerden olsak!» dediklerini bir görmüş olaydın… Hayır, onların dediği gibi değil! Bilâkis daha önce gizledikleri şeyler bugün karşılarına çıktı. Eğer geri çevrilseler, elbette kendilerine yasaklanan şeylere tekrar dönerler. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.” (el-En’âm 6/27-28)
– Allah’ın âyetlerini cânı gönülden tasdik edip onlar okunduğunda kör ve sağır davranmamak, mü’minlerle birlikte onları öğrenip yaşamak için gayret sarfetmek…
Burada dikkat çeken husus, azâbı gören inkârcıların dünyaya geri gönderildiklerinde yine aynı günahlara dalacak olmalarıdır. Bu da bize insan nefsinin ne kadar büyük bir tehlike arzettiğini gösteriyor. Zira nefis, insanı bile bile helâke sürüklemektedir. O hâlde nefsin tezkiyesi üzerinde durmak, hatta bir ömür onunla mücâdele etmek lâzımdır.
4. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“…Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. İşte o zaman, dünyada kendilerine tâbi olunan önderler, arkalarından gelenlerden uzaklaşarak «Biz bunları tanımıyoruz» derler. Zîrâ azabı görmüş ve aralarındaki bütün bağlar parça parça olmuştur. Tâbî olanlar da şöyle derler: «Ah, keşke bir daha dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştığı gibi biz de onlardan uzak olsaydık ve onlarla hiç alâka kurmasaydık!» Böylece Allah Teâlâ onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış bir yığın nedâmet şeklinde gösterecek ve kendileri de bu ateşten çıkamayacaklar.” (el-Bakara 2/165-167)
– Bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu idrak etmek, fâsık ve günahkârlardan uzak durmak, onların peşinden gitmemek…
5. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Siz farkında olmadan ansızın başınıza azap gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) tâbi olun! Kişinin: «Allah’ın yanında yaptığım eksikliklerden dolayı veya Allah’a yaklaşma husûsunda kusurlu davrandığım için bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim!» (diyeceği günden sakının!) Veya: «Allah bana hidayet verseydi, elbette müttakîlerden olurdum!» diyeceği yahut azabı gördüğünde: «Keşke benim için bir kez (dünyaya dönmeye) imkân bulunsa da muhsinlerden olsam!» diyeceği günden sakının! Hayır (dönemeyeceksin)! Âyetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkârcılardan olmuştun!” (ez-Zümer 39/55-59)
İmâm Tüsterî -rahmetullâhi aleyh-, “Allah’a yaklaşma husûsunda kusurlu davrandığım için bana yazıklar olsun!” kısmını şöyle tefsir eder:
“Dünyanın peşin nimetleri, hevâ ve hevesin lezzetleri ve nefsin arzularına uymakla meşgul oldum, Allah’a yaklaşma fırsatını zâyî ettim. O’nun haklarına riâyeti ve devamlı O’nun yolunda hizmete koşmayı terkederek, Allah’ın zatına yönelme ve sadece O’na dayanma husûsunda kusur gösterdim.”[2]
Yine insan şöyle hayıflanacaktır: “Allah’ın zikrini terkettiğim için bana yazıklar olsun!”[3]
– Kur’ân’a tâbî olmak, İslâm’ı yaşama husûsunda tâviz vermemek, mü’minlerle alay etmemek, takvâ ve ihsân sahibi olmak…
6. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyur:
“Kıyâmet gününde Âdemoğlu âdeta bir kuzu gibi getirilip Allâh’ın huzûrunda durdurulacak ve Allâh Teâlâ ona:
«‒Sana bolca nîmet verdim, mülk verdim, bu kadar lutuf ve ihsanda bulundum. Buna karşılık sen ne yaptın?» buyuracak. Kul:
«‒Yâ Rabbi biriktirdim, artırdım, olduğundan daha fazla bir hâlde geride bıraktım. Beni (dünyaya) geri gönder de hepsini Sana getireyim.» diyecek. Allâh Teâlâ:
«‒Haydi, bana önceden âhirete gönderdiklerini göster.» buyuracak. Kul yine:
«‒Yâ Rabbi onları biriktirdim, artırdım, olduğundan daha fazla bir hâlde geride bıraktım. Beni (dünyâya) geri gönder de hepsini Sana getireyim.» diyecek. Zîrâ bu kul, önceden hiçbir hayır göndermemiştir. İşte bu sebeple de cehenneme atılmasına hükmedilecektir.”[4]
“Bu zât, önceden gönderdiği bir şey bulamayınca dünyaya geri döndürülmeyi talep eder ancak geri dönemez.”[5]
– Allah Teâlâ’nın lütfettiği bütün nimet ve imkânları O’nun yolunda infâk etmek, hayır işlerine koşmak, gerçek istikbâl için yatırım yapmak…
Demek ki insan, içinde bulunduğu hayatın kadrini hakkıyla takdir edemiyor. Ancak o, hayatın dışına çıkıp uzaktan baktığında “âh, keşke!” demeye başlayacak ve îmânın, sâlih amellerin, infâk, hayır ve sevapların hasretini çekecektir. İçine düştüğü yanlışlara pişman olacak, ancak bunun bir faydası olmayacaktır. Temennîlerin fayda vermediği gün gelmeden önce bir nefis muhâsebesi yapmaya ne dersiniz?!.
Murat Kaya