Tükenmeyen Dostluklara Doğru…

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İnsanlar kıyamet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (Nâziât, 46)

“O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir. Artık insan, kendi kendinin şâhididir. İsterse özürlerini sayıp döksün!” (Kıyâme, 13-15)

Bu dünyada, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına uygun olmayarak sürdürülen dostluklar Kıyâmet günü düşmanlığa döner. Birbirine hayrı tavsiye edip kötülüklerden nehyetmeyen ve Allah’ın yasaklarını çiğneme husûsunda yekdiğerine yardımcı olan dostlar, o gün düşman kesilirler. Cenâb-ı Hak bunu şöyle haber verir:

“Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.

Nihâyet bize geldiğinde arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaşmışsın!» der. Bugün (nedâmet) size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü siz (günah işleyerek) zulmetmiş oldunuz. Siz, azapta ortaksınız.” (Zuhruf, 36-39)

“O gün, zâlim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o Peygamber ile birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallâhi zikir (Kur’an) bana gelmişken o beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (muhtelif vaadlerle aldatıp yanlış yola sevkeder, en zor ânında da) yüzüstü bırakıp rezil rüsva eder.” (Furkân, 27-29)

En isâbetli dostluk, pişmanlığa sebep olmayan dostluktur. Bunun için insan kimlerle beraber olduğunu ve kimlerle nereye doğru gittiğini sık sık kontrol etmeli, kendini hesaba çekmelidir. Güzel insanlarla beraber bulunmalı, ancak asıl hedefi Allah Teâlâ ile ünsiyet ve dostluğu kazanmak olmalıdır.

Kötü insan, arkadaşını saptırır ve beraberce helâke sürüklenirler. Mü’min ise arkadaşını rüşd yoluna hidâyet ederek onu sürura kavuşturur. Âhirette hakikati gören kâfir, dünyada kâfirlerle beraber olduğu için nedâmet duyar. Mü’minler de Allah için sevdikleri dostlarıyla beraber oldukları için mesrur olurlar.

Dünyada dost olduklarını zanneden insanların şiddetli münâkaşalarını tasvir eden şu manzara ne müthiştir:

“Kâfir olanlar dediler ki: Biz hiçbir zaman bu Kur’an’a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zâlimleri, Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman, birbirlerine söz atarken bir görsen! Zayıf düşürülenler, büyüklük taslayanlara: Siz olmasaydınız, elbette biz mü’min olurduk, derler.

Büyüklük taslayanlar, zayıflara: «Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz kendiniz suç işliyordunuz!» derler.

Zayıflar da büyüklük taslayanlara: «Hayır! Gece gündüz (işiniz) dolap çevirmekti. Çünkü siz daima Allah’ı inkâr etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz!» derler. Azabı gördüklerinde, nedâmet ateşiyle için için yanarlar. Biz de o inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yaptıklarının cezâsını çekerler.” (Sebe’, 31-33)

Zayıflar, “Gece ve gündüzün akıp gitmesi yani selâmetin uzunluğu bizi aldattı ve biz sizin hak üzere olduğunuzu zannettik ve sizi taklid ettik!” derler. Ayıplanma ve azarlanma korkusuyla nedâmet ve hasretlerini birbirlerinden gizlerler.[1] Yani onlar “İstediğimiz şeyi yapıyoruz ama bize bir şey olmuyor. Demek ki âlimlerin âhiretle ilgili verdiği bilgilerin aslı yokmuş!” diye düşünmeye başlamışlardı. “Hep böyle gidecek” zannediyorlardı. Ama öyle olmadı. Zamanla gençlik bitti, sıhhat elden gitti ve nihâyet ömür tükendi. Kuvvetliler zayıfladı, zenginler fakirleşti, meşhurlar tanınmaz hâle geldi. Bitmez zannedilen ne varsa tükendi ve ilâhî vaadlerin tahakkuk zamanı geldi. Maskeler düştü, aldatmaca bitti ve herkes hatâsını îtirâf etmeye başladı:

 “(Kıyamet gününde) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: «Biz sizin tâbilerinizdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından zerre kadar bir şeyi bizden defedebiliyor musunuz?» Onlar da diyecekler ki: «Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için kurtuluş yoktur.»

(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: «Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaadetti, ben de size vaadde bulundum ama vaadimi yerine getirmedim. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi dâvet ettim, siz de bana icâbet ettiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Daha önce beni (Allah’a) ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.» Şüphesiz zâlimler için elem verici bir azap vardır.” (İbrâhîm, 21-22)

Hakikat ortaya çıkınca öfkeler iyice kabarır ve birbirlerine beddua etmeye başlarlar:

“(İnkârcıların liderlerine:) «İşte bu sizinle beraber cehenneme girecek topluluktur» (denildiğinde, liderler:) «Onlar rahat yüzü görmesin! Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir.» (derler).

(Tâbî olanlar ise:) «Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Onu başımıza siz getirdiniz! Ne kötü bir yerdir!» derler.

Yine onlar: «Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim getirdiyse onun ateşteki azabını iki kat artır!» derler.” (Sâd, 59-61)

Cenâb-ı Hak U şöyle buyurur:

“O gün dost olanlar (bile) birbirlerine düşman kesilirler. Ancak müttakîler bundan müstesnâdır.” (Zuhruf, 67)

Rasûlullah r Efendimiz:

“Pişmanlığın en kötüsü, kıyâmet gününde yaşanandır.” buyuruyorlar. (Vâkıdî, III, 1016-1017; Kudâî, Müsnedü’ş-şihâb, no: 1337)

Efendimiz r’in bu îkâzına kulak verelim ve pişman olacağımız işlerden bir an evvel vazgeçelim! Cenâb-ı Hak U cümlemizi dünya ve âhiret pişmanlıklarından muhâfaza buyursun! Âmîn!



[1] İbn-i Acîbe, el-Bahru’l-medîd, IV, 498; Mazharî, et-Tefsîru’l-Mazharî, VIII, 32.

%d bloggers like this: