Bakara 91-93

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَاۤ اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَاۤ اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَاۤءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَاۤءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿91﴾ وَلَقَدْ جَاۤءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ ﴿92﴾ وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَاۤ اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُوا قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَاْمُرُكُمْ بِه۪ۤ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿93﴾

91. “Onlara, «Allah’ın indirdiği (kitaplara) îman edin!» denilince, «Biz sadece bize indirilen (Tevrat’a) inanırız!» deyip, ondan sonra gelen (İncil ve Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki (Kur’an), ellerinde bulunan (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: «Eğer (size indirilene) inanıyor idiyseniz, daha önce Allah’ın peygamberlerini niçin öldürüyordunuz?»”

92. “Celâlim hakkı için, Musa size apaçık mucizeler getirmişti de, ardından sizler, (kendinize ve hakikate karşı) büyük bir zulüm işleyerek o buzağıyı ilâh edinmiştiniz.”

93. “Hani sizden mîsak (sağlam bir söz) almıştık. Tûr Dağı’nı üzerinize kaldırıp; «Size verdiğimiz (kitaba) kuvvetle sarılın ve dinleyin!» (demiştik). Onlar; «İşittik ve isyan ettik!» dediler. İnkârları sebebiyle kalplerini buzağı sevgisi sarmıştı, (altın buzağıya tapma sevdâsı iliklerine işlemişti.) De ki: «Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!»”

Tefsir:

91. Yahudilere nasihat edilerek:

“–Kime gelmiş olursa olsun, Allah’ın indirdiği kitaplara îman edin! Kur’an da Tevrat gibi Allah tarafından gönderilmiştir. O hâlde Tevrat’a inandığınız gibi Kur’an’a da îman edin!” denildiğinde onlar:

“–Bizi Tevrat’a inanmaya sevkeden sadece onu Allah’ın indirmiş olması değil, bununla birlikte bize göndermiş olmasıdır. Oysa Kur’an bize indirilmiş değildir” cevabını verirler.

Tevrat’tan sonra indirilen İncil’i ve Kur’an’ı inkar ederler. Tevrat’tan önce indirilenleri ise kabûl ederler. Kur’an, efrâdını câmi ağyârını mâni olan “مَا وَرَاءَهُ: Ondan sonrası” tâbirini kullanarak İsrailoğulları’nın suçunu tam olarak sınırlamıştır. Bu da, insafın ve itham esnasında dürüstlüğün en ileri derecesidir.

Daha sonra onların iddialarına cevap verilmeye başlanmış, kendi kitaplarına inanmalarının, hak olan başka bir kitaba imanı engellemeyeceği ve tahrif ettikleri kitaptan yanlarında kalan doğrulara bakarak Kur’an’ın hak olduğunu anlayabilecekleri ifade edilmiştir. Tevrat’a iman ettikleri yönündeki iddianın asılsız olduğu, zira gerçekten iman etmiş olsalardı, onu tasdik eden Kur’an’ı kabul etmeleri gerektiği anlatılmıştır. Çünkü Tevrat’ta, Âhirzaman Peygamberi’nin geleceği ve hangi vasıflarda olacağı bildirilmiş ve ona inanma hususunda kendilerinden mîsak da alınmıştı. Buna rağmen, Cenâb-ı Hak son kitabını indirip:

“Yanınızda bulunanı (Tevrât’ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur’an’a) iman edin! Onu inkâr edenlerin ilki sizler olmayın!”[1] buyurunca “kalplerimiz kilitlidir” dediler. (Bakara 2/88)

Öyleyse onların; “Bize indirilene îman ederiz” sözleri de yalandır. Bunun delili de, Zekeriyâ ve Yahyâ (a.s) gibi Allah’ın peygamberlerini öldürmeleridir. Zira bırakın peygamber öldürmeyi, herhangi bir insanı bile haksız yere öldürmek Tevrat’ta yasaklanmıştır.

92. Yahûdilerin bu tür tenâkuz ve inkârları çoktur. Nitekim daha evvel de Musa (a.s), muhtelif mûcizelerle gelmişti, ancak bunların tesiri çok az sürdü. İsrâîloğulları bir müddet sonra en ağır günahlara bulaştılar. Hz. Musa Allah (c.c) ile konuşmak için Tûr dağına çıkınca, hemen altından bir buzağı heykeli yapıp ilâh diye ona tapınmaya başladılar. Cenâb-ı Hak bu konuda şöyle buyurur:

(Tevrat’ı vahyetmek üzere) Musa ile kırk gece vaatleşmiştik. Sonra onun (Tûr’a gitmesinin) ardından, sizler (kendinize ve hakikate karşı) zulümde bulunarak o buzağıyı (ilâh) edinmiştiniz.” (Bakara 2/51)

Îman etmek böyle mi olur? Bu, îman değil, zulümdür. Yani hakka ve hakikate muhâlif davranmak, bir şeyi olması gerektiği şekilde yapmamaktır. Siz, itaat etmeniz gerekirken isyan ettiniz, Allah’a ibadet etmeniz gerekirken buzağıya taptınız, Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v)’i ilk önce kabul etmeniz gerekirken, ilk inkâr eden siz oldunuz. Dahası Allah’a verdiğiniz en sağlam sözü fazla zaman geçmeden hemen bozdunuz:

93. Cenâb-ı Hak büyük bir mûcize gösterip Tûr Dağı’nı şemsiye gibi üzerlerine kaldırmıştı. (Bakara 2/63; Nisâ 4/154) İsrâiloğulları bu ilâhî azamet karşısında zorla îman ettiler ve söz verdiler. Bu ilâhî mûcizeler ve tehditler altında onlara “Tevrat’ta size emredilen şeylere sıkıca sarılın ve güzelce dinleyip itaat edin!” denildi. Ancak onlar, “İşittik ve isyân ettik!” deyip günahkâr tavırlarına devam ettiler. Bu küfürleri onları öyle kötü bir hâle sürükledi ki, fıtratları, idrak ve iz’anları bozuldu. Altından yaptıkları bir buzağıya tapacak kadar aklî ve mantıkî fesâda uğradılar. (Bakara 2/51, 54; Nisâ 4/153; A‘râf 7/152) Hidâyet yolundan ayrılınca, kendilerini altın buzağı sevdâsına kaptırdılar. Bütün düşünce, konuşma, hareket ve görünüşleri putperestlikle doldu. Boyanın elbiseye içirilmesi gibi, buzağı şeklinde yaptıkları altın puta tapmanın rengine boyandılar. Nasıl ki su, topraktan çıkan nebâtâtın hayat kaynağıysa, aynen bunun gibi buzağıya tapma sevgisi de onlardan çıkan davranışların kaynağı oldu. İşte küfür, insanı bu şekilde durmadan alçaltır ve nihâyetinde esfel-i sâfiline (aşağıların en aşağısına) sürükleyip perişan eder.

İsrâiloğulları’nın altından bir buzağı yapıp onu ilâh edinmeleri, onların âhireti terk edip tamamen dünyalık toplamaya yöneldiklerini göstermektedir. Bir müddet sonra, âdeta parayı ilâh edindiler. Bu yanlış yolda o kadar ileri gittiler ki, sonunda altından bir put yapıp ona tapınmaya başladılar ve böylece içlerindeki duyguyu herkesin göreceği şekilde müşahhaslaştırdılar. Bugün de “altın” denildiğinde yahûdilerin akla gelmesi, herhalde bu anlayışın bir devamıdır.

Burada, muhabbet cevherini yerinde kullanmanın ehemmiyeti, bir kez daha kendini göstermektedir. İnsan, muhabbeti, lâyık olan şeye yöneltirse aziz, lâyık olmayan şeye yöneltirse zelil olur. Yâni muhabbet, ilâhî bir sermayedir. Mü’min, muhabbeti nereye sarfedeceğini ve nerede kullanacağını çok iyi idrak etmelidir. Küllî irâdenin bu lûtfunu ziyân etmemelidir. Yahûdiler Allah’ı ve peygamberlerini sevmeleri gerekirken, dünyalığı ve putları sevdiler, böylece “işittik ve isyân ettik” diyecek kadar dipsiz bir alçaklığa düştüler. Bile bile isyân etmek, nesiller boyu devam eden tabiatları hâline geldi. (Nisâ, 4/46)

Eğer bu hâlleriyle hâlâ îman ettiklerini iddia ediyorlarsa, onların îmanı kendilerine ne kötü şeyler emrediyor! Allah’a ve peygamberlerine karşı yaptıkları rezillikleri îmanın gereği zannediyorlarsa, bilsinler ki onlar yanlış ve kötü şeylerdir, kendilerine ebedî zararlar verir. O hâlde, bu hatâlı davranışların kaynağı olan yanlış îmanlarını derhâl kontrol edip ıslâh yoluna gitmeleri elzemdir.

Aynı şekilde, yahûdilerin sâhip olduğu âhiret inancının da düzeltilmesi gerekir. Bunu ifade için buyruluyor ki:



[1] Bakara 2/41.

%d bloggers like this: