Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiînden Kerâmetler

Sahâbeden Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

Üseyd bin Hudayr ve Abbâd bin Bişr -radıyallâhu anhümâ-, karanlık bir gecede Allah Rasûlü’nün yanındaydılar. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanından çıktıklarında bir de baktılar ki; önlerinde iki nûr var. Birbirlerinden ayrıldıklarında nûrlardan her biri birisiyle berâber devâm etti. (Buhârî, Salât 79, Mesâcid 78, Menâkıb 28, Menâkıbu’l-Ensâr 13)

*

Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın Mekkeli müşrikler elinde esir iken ve hiçbir taze meyvenin bulunmadığı bir zamanda elinde bir salkım üzüm yerken görülmesi de, sahâbenin mazhar olduğu kerâmetlere bir misâl teşkil etmektedir. (Buhârî, Cihâd 170, Meğâzî 10, 28)

*

Hz. Ömer -radıyallâhu anh- minberde halka hutbe verirken “Yâ Sâriye dağa, dağa!” diye seslenmiştir. Hutbedeki mevzu ile hiç alâkası olmayan bu sözü söylediği sırada Sâriye, Medîne’ye bir aylık mesâfede Allah düşmanlarıyla harb etmekteydi. Fakat Allah -celle celâlühû-, Ömer t’ın sesini Sâriye’ye duyurmuştur. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 3)

*

Halid bin Velid (r.a) bir kaleyi kuşatmıştı ama kale direniyordu. Kaledekiler:

“‒Eğer şu zehri içersen size teslim oluruz” dediler. O da zehri içti, zehir ona hiç zarar vermedi. (İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Alâ bin Hadramî (r.a) Allah Rasûlü (s.a.v)’in Bahreyn valisi idi. Dua ederken hep:

يَا عَلِيمُ  يَا حَلِيمُ  يَا عَلِيُّ  يَا عَظِيمُ

 “Yâ Alîmü, yâ Halîmü, yâ Aliyyü, yâ Azîmü” derdi ve duası kabul edilirdi.

Suları bittiği bir esnada abdest almak için bu şekilde Allah’tan su istemiş, duasına icabet edilmişti.

Yine içinden geçmeleri mümkün olmayan bir su ile karşılaşmışlar, dua edince atlarının eğerleri bile ıslanmadan suyu geçmişlerdir.

Vefat ettiği zaman cesedini kimsenin görmemesi için dua etmişti. Bu yüzden kabrinde cesedini bulamadılar. (İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Ebû Müslim Havlânî de benzer bir hâdise yaşamıştır. Askerleriyle birlikte ağaçları bile sürükleyen Dicle nehrini geçmiş, sonra arkadaşlarına dönüp:

“‒Eşyalarınızdan bir şey kaybettiyseniz onun için Allah’a dua edeyim” demişti. Bir kişi:

“‒Ben yem torbamı kaybettim” dedi. Ona:

“‒Beni tâkip et!” dedi.  Torbanın nehirde bir şeye takılmış olduğunu gördüler ve onu aldılar. (İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Peygamberlik iddia ettiği Esved el-Ansî, Ebû Müslim’i yakalayıp:

“‒Benim Allah’ın Rasûlü olduğuma şahadet ediyor musun” diye sorduğunda:

“‒Seni duyamıyorum” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Esved:

“‒Peki Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahadet ediyor musun?” diye sordu. Ebû Müslim:

“‒Evet” cevabını verdi. Bunun üzerine Esved onu ateşe attırdı. Ebû Müslim, ateşin içinde namaz kılmaya başladı. Ateş onun için serin ve selamet oluvermişti.

Ebû Müslim, Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra Medine’ye döndüğünde Hz. Ömer (r.a), onu Hz. Ebû Bekir (r.a) ile kendi arasına oturtarak:

“‒Allah’a hamdolsun ki ölmeden evvel, ümmet-i Muhammed’den, İbrahim (a.s.) gibi ateşe atılan birini bana gösterdi!” demiştir. (İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Câriyenin biri Ebû Müslim’in yemeğine zehir koymuş ama zehir ona zarar vermemiştir. (İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Kadının biri hanımıyla ilgili Ebû Müslim’e bir hîle yapınca, beddua etmiş ve o kadın kör olmuştu. Kadın gelip özür dileyince tekrar dua etmiş ve gözleri normale dönmüştü. (İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Harre Vak’ası günlerinde bir müddet mescide kimse gidememiş ve ezan da okunamamıştı. Tâbiînden Said İbni Müseyyeb yalnız başına Mescid-i Nebevî’de kalıyordu. Namaz vakitlerinin girdiğini, Allah Rasûlü (s.a.v)’in kabr-i şerîfinden gelen ezân sesinden anlar ve namazlarını ona göre kılardı. (Zehebî, Târîhu’l-İslâm, Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 1413, VI, 375; İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Amr bin Ukbe bin Ferkad bir kere sıcak bir günde namaz kılıyordu. Bir bulut gelip onu gölgeledi. O, arkadaşlarının binek hayvanlarını otlatırken, yırtıcı hayvanlar onu himâye ederdi. Zira Amr, sefere çıkarken, arkadaşlarına hizmet etmeyi şart koşardı. (İbn-i Teymiyye, Fetâva’l-kübrâ, XI, 281)

*

Tâbiînin büyüklerinden Mutarrif bin Abdullah bin Şıhhîr, evine girdiği zaman evindeki kap kaçak onunla birlikte tesbih ederdi. Yine bir defâsında arkadaşıyla birlikte karanlıkta yürüyorlardı. Kırbacının ucundan bir ışık çıkarak yollarını aydınlattı. (Ahmed, Zühd, s. 196; Ebû Nuaym, Hilye, II, 205; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 1413, VI, 481; İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Dâru Hicr, 1424, XII, 400; İbn-i Teymiyye, Fetâvâ’l-kübra, XI, 281)

%d bloggers like this: