Peygamber Efendimiz’in ashâbı, canlı, hareketli ve yerine göre neşeli insanlardı. Nerede nasıl hareket edeceklerini çok iyi bilirlerdi. Gerektiğinde espri ve şaka yaparlar, gerektiğinde de canlarını ortaya koyarlardı. Îtidal üzere dengeli bir hayat yaşar, aşırılıklardan sakınırlardı. Bekir bin Abdullâh şöyle der:
“Rasûlullâh’ın ashâbı şakalaşırlar, birbirlerine karpuz atarlardı. Ancak önemli işler çıktığında da ciddîleşir ve işe dört elle sarılırlardı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 266)
Ebû Seleme bin Abdurrahmân da ashâbın hâlini şöyle tasvîr eder:
“Rasûlullâh (s.a.v)’in ashâbı çekingen ve uyuşuk değillerdi. Meclislerinde şiir okur ve câhiliyedeki hâllerinden bahsederlerdi. Fakat onlardan biri Allâh’ın dîni husûsunda bir vazîfeyle karşı karşıya kaldığında gözleri dışarı fırlayarak mecnûna dönerdi (yâni o işi son derece ciddiye alır ve dört elle sarılırdı).” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 555)
Sâbit bin Ubeyd ise bir misal vererek şöyle der:
“İnsanlarla oturduğu zaman Zeyd bin Sâbit’ten daha vakarlısını, evinde de ondan daha hoşsohbet birini görmedim.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 286; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, V, 211/25328)
Hudeybiye senesinde, ashâb-ı kirâm ihrama girip yola çıkmışlardı. İçlerinden bir kısmı yolda vahşî merkep görmüşlerdi. İhramlı oldukları için yanlarındaki ihramsız arkadaşlarına onu gösteremiyorlardı. Kendi aralarında gülüştüler. (Buhârî, Cezâü’s-sayd, 2-3)
Yani onlar arkadaşlarıyla birlikteyken neşeliydiler.
Ebû Bekir es-Sakafî’nin bildirdiğine göre sahâbîler biraz Kur’an biraz da şiir okurlardı. (Kettânî, II, 236)
İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ- talebeleriyle birlikte oturduğunda onlara bir müddet hadîs-i şerîf nakleder, sonra:
“–İştahımızı açın! Yâni lâtife yapın, şiir okuyun, muhakkak ki rûh da, bedenlerin usanması gibi usanır.” der ve Arapların darb-ı mesellerini anlatmaya başlardı. Sonra yine derse döner ve bunu ihtiyaç duydukça defalarca tekrarlardı. (Kettânî, II, 237)
Meşgûliyet
“Harekette bereket vardır” denilmiştir. İnsan dâimâ meşgul olmalı ve boş kalarak nefse ve şeytana fırsat vermemelidir. Şunu iyi bilmelidir ki, yapılacak bir iş varsa, onu ancak meşgul olanlar yapar. Boş boş duran bir kişi iş yapacak olsaydı, bu acınacak hâle düşmezdi. Büyükler, “Durma, oturursun; oturma, yatarsın” demişlerdir.
Diğer taraftan, duran bir insan laflamaya başlar, boş konuşunca da hem kendine hem de başkalarına zarar verir. Bu sebeple Hz. Ömer (r.a), oğullarına şu tenbihte bulunurdu:
“Sabaha çıktığınız zaman etrâfa dağılın (herkes kendine bir iş bulsun), bir evde toplanıp kalmayın. Çünkü ben, bir arada kaldığınızda çekişerek birbirinize küsmenizden veya aranızda bir fenâlık çıkmasından korkuyorum.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 415)
Ayak Takımının Baskın Çıkması
Abdullâh bin Amr şöyle anlatır:
İsrâiloğulları zamanında bir eve misâfir geldi. Evin dişi bir köpeği vardı. Hâne halkı:
“–Ey köpek, misâfirimize havlama!” dediler. Köpek havlamadı ancak karnındaki yavrular bağırmaya başladılar.
Bu hâdiseyi peygamberlerine anlattıklarında o şöyle dedi:
“–Bu hâdise sizden sonra gelecek bir ümmetin misâli gibidir. Onların sefih ve beyinsiz takımı, âlimlerine ve akıllılarına gâlib gelir. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 474; Ahmed, II, 170)
İşte o zamanda insanları şarlatanlar yönlendirir. Hayâtî mevzûlarda dahi işin ehli değil, çeşitli menfaatlerin yönlendirmesiyle sefih, art niyetli ve câhil kimseler konuşturulur.
Yalancı Olan Yansın
Medine hristiyanlarından birisi ezan okunurken, “Muhammed’in Allâh’ın elçisi olduğuna şehadet ederim.” cümlesini duyunca:
“–Yalancı olan yansın.” dermiş.
Bir gece hizmetçisi elinde bir ateşle eve girmiş. O hristiyan ve ehli uyuyorlarmış. Ateşten bir kıvılcım sıçrayarak evi yakmış. Bu arada hem o, hem de evde bulunan âilesi yanmışlar. Bunun üzerine şu âyet-i kerime nâzil olmuş:
“Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır.” (el-Mâide, 58) (Vâhıdî, s. 203; Kurtubî, VI, 146)