“Güleç yüzlü ve cömert insan” mânâsına gelen behlûl, Allâh aşkıyla deli divâne olan sûfî, mecnûn ve meczuplara verilen bir isimdir. Bunlar akıl ve şuurlarını kaybetmiş görünseler de, aslında saklı tuttukları akıl ve şuurlarıyla devamlı Hakk’ı temâşâ ve ilâhî güzellikleri seyretme makâmındadırlar. Bu sebeple de onlara “Ukalâ-yi mecânîn: Deli görünüşlü akıllılar” denir.
Yalnızlığı sever, vîrânelerde gezerler. Hikmetli sözleriyle çevrelerindeki insanları îkâz eder ve onlara hakîkatleri gösterirler. Sözleri nükteli ve hikmetli olur. Bazen nesir, bazen şiir şeklinde son derece vecîz ve hakîmâne konuşurlar.
İşte bunlardan biri de Abbâsî halifesi Hârûn er-Reşîd zamanında yaşayan Behlûl-i Dânâ’dır. O, halifeye hakîkatleri hiç çekinmeden söylemiş, hatalarını muhtelif vesîlelerle yüzüne vurarak onu doğru yola getirmeye çalışmıştır. Hârûn er-Reşîd’in hatâlarını gördükçe îkâzlarda bulunmuş ve bu uğurda eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmamıştır.
Behlûl Dânâ Hazretleri, birgün Harun er-Reşîd’in yaptırdığı ihtişamlı bir sarayı görünce dayanamamış, duvarına şu veciz ve şiirî ifâdeleri yazmıştı:
يَا هَارُونُ! رَفَعْتَ الطِّينَ وَوَضَعْتَ الدِّيْنَ، رَفَعْتَ الْجِصَّ وَوَضَعْتَ النَّصَّ. اِنْ كَانَ مِنْ مَالِكَ فَقَدْ اَسْرَفْتَ، اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ وَاِنْ كَانَ مِنْ مَالِ غَيْرِكَ فَقَدْ ظَلَمْتَ اِنْ اللهَ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ.
“Ey Hârûn! Çamuru yücelttin, fakat dîni alçalttın, ona hizmet etmedin; kireci yücelttin, fakat nassı yani Kur’ân ve sünneti alçalttın, onlara gereken değeri vermedin. Eğer bu sarayı kendi malından yaptıysan israf ettin demektir, Allâh ise israf edenleri sevmez. Yok, başkalarının mallarıyla yaptıysan, o zaman da zulmettin demektir, Allâh zulmedenleri de sevmez.”
Behlûl-i Dânâ, yine birgün Hârûn er-Reşîd’i îkâz ettiğinde, Hârûn:
“–Sen kendine bak, her koyun kendi bacağından asılır” yönünde bir cevap vermişti. Behlûl de bir fırsatını bularak kestiği koyunu sarayın tavan arasına astı. Bir kaç gün sonra sarayı müthiş bir koku sardı. Hemen araştırıp tavan arasındaki koyunu buldular. Durumdan haberdâr olan Hârun, meseleyi anladı ve Behlül’e mânâlıca baktı. Behlül de ona:
“–Evet, her koyun kendi bacağından asılır asılmasına amma, kokusu da etrafındakileri rahatsız eder” dedi.
Evet, böylece Behlül hazretleri bize, iyilikleri tavsiye edip, kötülüklerden sakındırma vazifesini hatırlatmış olmaktadır. Bu hepimizin sorumluluğudur. Hepimiz, kendimizden, yakınlarımızdan ve çevremizden sorumlu kılınmışız. Vurdumduymaz ve ihmalkâr davrandığımızda, ortalığa yayılan kötülükten biz de zarar görürüz.
Behlül hazretlerinin bir menkıbesini de Şeyhî’den dinleyelim:
Sordu Behlül’e bir adam bir gün Didi sen kande idin ayâ dün.
Didi Behlül ana Tamu’da idim Andan od almağa varmış idim.
Tamu’yu geşt ü güzâr ettim o dem Bulmadım ateş alam yâ adam.
Didiler ana aceb söylersin Bize sen masharalık eylersin.
Eksik olurmu tamu’da hiç nâr Bu sözü söyleme ayrık yürü vâr.
Didi pes anlara ol dem Behlül Size bir söz diyem eylen makbûl.
Her kişi odu bundan iledür Herkesin nârı yanınca biledur.
Herkes odu kazanur dünyâda Yandıra kendüyi tâ ukbâda.[1]
Biri Behlül’e, “Dün neredeydin?” diye sormuş. O da:
“–Cehenneme ateş almaya gitmiştim, gezdim dolaştım, ateş bulamadım” demiş. Çevresindekiler:
“–Sen ne biçim konuşuyorsun, bizimle alay mı ediyorsun, cehennemde ateş eksik olur mu hiç?!” demişler. Behlül de taşı gediğine koyarak şu cevabı yapıştırmış:
“–Peki, o zaman size birşey söyleyeyim de onu iyice belleyin: Herkesin ateşi kendi yanındadır. İnsanlar ateşi dünyada kazanırlar, yanlarında kabre götürürler ve âhirette kendilerini yakarlar.”
Demek ki yaptığımız bazı işler ateş, bazıları da gül bahçesidir. Ateşi söndürüp gül bahçesini sulamaya özen göstermelidir. Yoksa kazandığımız ateşler hem elbiselerimizi hem de rûhumuzu eskitebilir.
Elbiseleri Günahlar Eskitir
Tasavvuf büyüklerinden Sehl bin Abdullâh et-Tüsterî şöyle anlatıyor:
Âd ülkesinin bir köşesindeydim. Birden taşlara oyulmuş bir şehir gördüm. Ortasında da taştan bir saray vardı, tavanları ve kapıları oyulmuştu. Cinler oraya sığınmışlardı. Merakla içeri girdim. Karşıma iri bir ihtiyar çıktı. Kâ’be’ye doğru namaz kılıyordu. Üzerinde yünden bir cübbe vardı. O kadar güzel ve yeni bir cübbe idi ki ihtiyarın iriliğinden çok cübbesinin yeniliğine şaşırmıştım. Selâm verdim, selâmımı aldı ve şaşkınlığımı farkederek:
“–Ey Sehl, elbiseleri bedenler eskitmez. Elbiseleri eskiten günahların kokusu ve haram yiyeceklerdir. Şu gördüğün cübbe yediyüz senedir üzerimdedir. Bu cübbe üzerimdeyken Hz. Îsâ’ya ve Hz. Muhammed’e kavuştum ve ikisine de îman ettim” dedi.
Ben:
“–Sen kimsin?” diye sordum.
Şöyle cevap verdi:
“–Haklarında şu âyet-i kerîmelerinin nâzil olduğu cinlerdenim:
«(Rasûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, doğru yola ileten hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik de ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız…» (Cin, 1-2)” (İbnu’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, Beyrut 1979, IV, 443-444; Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, s. 246)
Güzel Yaptığını Zanneder
Hz. Ömer (r.a) birgün arkadaşlarıyla yürürken yolu bir râhibin manastırına rastlamıştı. Hz. Ömer, manastırın yanında durup pencerenin altından:
“–Ey râhib, ey râhib!” diye seslendi. Râhib yukarıdan başını uzatıp baktı. Onu gören Hz. Ömer ağlamaya başladı. Hem râhibe bakıyor hem de ağlıyordu. Çevresindekiler:
“–Ey Mü’minlerin Emîri, bu râhib sebebiyle sizi ağlatan nedir?” dediler. Hz. Ömer (r.a) şu cevabı verdi:
“–Allah Teâlâ’nın, «Çalışmış fakat boşuna yorulmuştur. Kızışmış bir ateşe atılır» (el-Ğâşiye, 3-4) âyetini hatırladım. İşte beni ağlatan budur.” (İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 210)
Bazen insan yaptığı işin çok güzel ve doğru olduğunu zanneder ve o yolda herşeyini fedâ eder. Ancak yanlış yolda ilerlediğinden hakikatten hızla uzaklaşır. En çok kaybedenler de işte bunlardır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar) iyi ve güzel işler yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları boşa giden kimselerdir…” (el-Kehf, 103-104)
[1] Şeyhî, Riyâzu’l-ğufrân, İstanbul 1313, s. 47. Kande: Nerede, Tamu: Cehennem, Od: Ateş, Geşt ü güzâr: Gezip dolaşma, Nâr: Ateş, Makbûl: Kabul edilmiş, Ukbâ: Âhiret