Peygamber Efendimiz, yerde ve göklerde övülen, medhedilen ve sevilen bir insandı. Cebrâil (a.s) onu biraz göremediği zaman özler, hasret çekmeye başlardı.
Birgün Kureyş müşrikleri, içlerinden seçtikleri beş kişiyi, Rasûlullah (s.a.v)’in peygamberliği hakkında bazı sorular sormak üzere Medine-i Münevvere’deki yahudilere gönderdiler. Yahûdiler kitap ehli idiler ve Tevrat’ta Allah Rasûlü ile ilgili bazı bilgileri okuyorlardı. Bu beş kişi Medine-i Münevvere’ye gelip önce hristiyanlara sordular. Onlar da böyle bir peygamber tanımadıklarını söylediler. Yahudilere sorduklarında onlar:
“–Evet, biz kitabımızda onu buluyoruz ve bu zaman da onun geleceği zamandır. Biz, Müseylime’ye, ancak gelmesi beklenen peygamberin bileceği üç şey sorduk, bilemedi. Siz bunları Muhammed’e sorun. Eğer soruların ikisini bilir, birini bilemezse anlayın ki o beklenen peygamberdir, ona tabi olun. O’na Ashab-ı Kehf’i, Zülkarneyn’i ve ruhu sorun!” dediler.
O beş kişi Mekke-i Mükerreme’ye dönüp geldiler ve Hazret-i Peygamber (s.a.v)’e yahudilerden öğrendikleri üç şeyi sordular.
Efendimiz (s.a.v) ne diyeceğini bilemedi, daha sonra cevap vereceğini söyledi, fakat bu esnâda “İnşaallâh” demeyi unuttu. Bir rivayete göre 40 gün, başka bir rivayete göre 15 gün vahy gelmedi ve bu durum Allah Rasûlü’ne çok ağır geldi. Müşrikler:
“–Muhammed’in Rabbı onu terketti” demeye başladılar. Nihayet Cebrâîl (a.s) gelince Rasûlullah (s.a.v):
“–Ey Cibrîl, o kadar geciktin ki senin hakkında (artık gelmeyeceksin diye) su-i zanda bulunmaya başlamıştım. Aynı zamanda seni özledim” buyurdu.
Cevrâîl (a.s):
“–Ben Sen’i daha çok özledim. Fakat ben vazîfeli bir memurum, gönderildiğimde inerim, aksi takdirde gelemem” dedi.[1]
Cebrâil (a.s) bu gelişinde Allah Tealâ’dan Kehf Sûresi’ni getirmişti. Bu sûrede inkârcıların sorduğu Ashâb-ı Kehf ile Zülkarneyn (a.s)’ın kıssaları anlatılıyordu. Aynı zamanda müşriklerin sözlerine üzüldüğü için Allah Rasûlü’ne bir itâb vardı. Cebrâîl (a.s) bir de, “Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden çok az bir şey verilmiştir”[2] âyetini getirmişti.[3]
Hz. Cebrâîl’in Efendimiz’e duyduğu bu muhabbet ve hasreti Kemâl Edip Kürkçüoğlu ne güzel dile getirir:
Can atar her gece Rûhu’l-Kudüs ihrâma girip,
Harem-i muhterem-i kûyuna mihmân olarak.
Bir gören bir daha görsem diye Allah Allâh!..
Şaşırır aklını ruhsârına hayrân olarak…
“Bir vasfı da Rûhu’l-Kudüs olan Cebrâîl (a.s), Allah Rasûlü’nün hürmete şâyân beldesinin yakınına misâfir olabilmek için can atarak her gece ihrâma girer gibi ihtimamla hazırlanır. O’nu bir kere gören, mübarek yüzüne hayran olarak bir daha görebilmek için aklını şaşırır.”
O’nun mübarek yüzüne herkes hayrandı. Hâris b. Amr şöyle anlatır:
Rasûlullâh (s.a.v) Mina’da veya Arafat’tayken yanına vardım. İnsanlar etrâfını sarmışlardı.
O esnâda bedevîler geliyor ve Efendimiz’in mübârek yüzünü görünce:
“–Bu mübârek bir yüzdür” demekten kendilerini alamıyorlardı. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 1148)
Muhammed’in Rabbine Sığın!
Devir, Muhammed (a.s)’ın devridir. Onun peygamberliğinden sonra herkesin ve herşeyin hükmü bitmiştir. Râfi’ bin Umeyr’in, İslâm’a girişine sebep olan şu hâdise de bunun şâhitlerinden biridir. Râfî şöyle anlatır:
Bir gece kumluk bir arazide yürüyordum. Uykum geldi, devemden indim, onu ıhtırıp uykuya hazırlandım. Uyumadan önce câhiliye usûlü bir istiâzede bulunarak:
“–Cinlerden bu vâdinin büyüğüne sığındım” dedim. Rüyâmda bir adam gördüm; elindeki harbeyi devemin göğsüne saplamak istiyordu. O anda korkuyla uyandım, sağa sola baktım, bir şey göremedim. “Herhalde bir rüyaydı” dedim. Sonra dönüp tekrar uyudum ve aynı şeyi görerek uyandım. Baktım ki devem sarsılıyor. Bir de baktım, rüyada gördüğüm genç elinde harbeyle duruyor. Yanında bir ihtiyar elinden tutmuş, harbesini deveme saplamasına mâni oluyordu. Onlar böyle çekişirlerken birden üç yaban öküzü göründü. İhtiyar:
“–Kalk, bu insanın devesine fidye olarak şu yaban öküzlerinden dilediğini al!” dedi. Genç kalktı, bir öküzü aldı ve gitti. Sonra o ihtiyar bana dönerek:
“–Bundan sonra herhangi bir vâdide konaklayıp da korktuğunda, «Bu vâdinin korkularından Muhammed’in Rabbine sığınırım» de, sakın cinlerden birine sığınma. Artık cinlerin işi batıl olmuştur” dedi. Ben:
“–Muhammed de kim?” dedim.
“–O, Arab Peygamber’dir; ne doğuludur, ne de batılı. Pazartesi günü peygamber olarak gönderilmiştir” dedi. Ben:
“–Yeri neresidir?” diye sordum.
“–Hurmalık ve yeşillik Yesrib’dir” dedi.
Sabaha doğru deveme binerek serî bir yürüyüşle Medine’ye ulaştım. Rasûlullâh (s.a.v) beni görünce, ben birşey söylemeden başıma gelenleri tek tek anlattı ve beni İslâm’a davet etti. Ben de müslüman oldum. (Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, s. 247, (el-Cin 6); Harâitî, Hevâtifu’l-Cânn)
Artık bundan sonra Rasûlullah (s.a.v)’in hükmü geçerlidir ve O’nun getirdiği dine inanan kişinin canı ve malı emniyette olur.