Bazı insanlar bilimde, teknolojide, hak hukuk mevzuunda ve görgüde çok mesafe katettikleri ve bunu da kendi çabaları neticesinde başardıkları için gurur duyuyorlar. Cenâb-ı Hakk hiç akıllarına gelmiyor. Hâlbuki merhamet sahibi Rabbimiz, peygamberler ve kitaplar göndererek ihtiyaç duydukları her şeyi kullarına öğretmiş, onların yolunu açmıştır. İnsanlar doğruları unuttukça Allah (c.c) hatırlatmış, kullarına hep en güzeli göstermiştir. Daha sonra insanlar, Allah Teâlâ Hazretleri’nin açtığı bu yolda ilerlemişlerdir.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den önce insanlar, hayvanları bir odun parçası gibi görüyorlardı. Onlara merhametle muâmele edilmesi gerektiği akıllarına bile gelmiyordu. Hele hayvanlara yapılan iyiliklerin karşılığında Cenâb-ı Hakk’ın sevap yazacağını hiç düşünemiyorlardı. Birgün Âlemlerin Efendisi (s.a.v) ashâbına şunu anlattı:
“Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu, içine indi su içti ve dışarı çıktı. Bir de ne görsün; bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine:
«–Bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış!» deyip hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Adamın bu hareketinden Allâh Teâlâ râzı oldu ve onun günahlarını affeyledi.”
Bunu dinleyen sahâbîler şaşırdı:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem Efendimiz onlara şu umûmî kâideyi haber verdi:
“–Her canlı sebebiyle sevap vardır.” (Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm, 153)
Hayvan hakları buradan başladı. Daha sonra Rasûlullâh (s.a.v) muhtelif vesîlelerle diğer canlılara şefkat ve merhametle muâmele etmek gerektiğini devamlı hatırlatıp durdu.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medine’ye geldiği zaman, Medineliler, diri olan devenin hörgücünü kesiyor, koyunların da canlı canlı butlarından koparıp yiyorlardı. Bunu gören Allâh Rasûlü (s.a.v):
“–Hayvan diri iken ondan her ne kesilmiş ise, bu meyte (lâşe) hükmündedir, yenilmez.” buyurdu. (Tirmizî, Sayd, 12/1480) Böylece hayvanları bu vahşî âdetten kurtardı.
Efendimiz (s.a.v) ashâbıyla birlikte otururken elinde üzeri sarılı bir şeyle gelen zât şöyle dedi:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, Sen’i görünce buraya geldim. Gelirken bir ağaç kümesinin yanına uğradım. Orada kuş yavrularının sesini işittim ve hemen onları alıp elbisemin arasına koydum. Derken anneleri gelip başımın üzerinde dönmeye başladı. Ben de yavrularının üzerini açtım, anne kuş gelip onların üzerine konunca tekrar üzerlerini örttüm. Şimdi onlar işte burada.”
Câhiliye insanı için meziyet sayılabilecek bu davranış Peygamber Efendimiz’i çok üzdü:
“–Onları hemen bırak!” diye emretti. Adam da bıraktı. Ana kuş, kaçıp uzaklaşmayı hiç düşünmeden yavrularının başında durdu, onlara kol kanat gerdi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü (s.a.v) ashâbına sordu:
“–Şu annenin yavrularına şefkatine hayret ediyorsunuz değil mi?”
“–Evet yâ Rasûlallâh!” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v):
“–Beni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, Allâh’ın kullarına karşı rahmeti, şu anne kuşun yavrularına karşı taşıdığı şefkatten daha fazladır. Onları götür, aldığın yere koy, anneleri de beraber olsun!” buyurdu. Sahâbî de onları derhâl yerlerine götürdü. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 1/3089)
Havâda uçan kuş gibi yerde yürüyen karınca da Allâh Rasûlü’nün merhametinden nasîbini almıştı. Abdullâh bin Mes’ûd (r.a)’ın anlattığı şu hâdise ikisine de güzel bir misâl arzetmektedir: Bir yolculukta Rasûl-i Ekrem Efendimiz’le beraber bulunuyorduk. Allah Rasûlu (s.a.v) bir ihtiyacı için yanımızdan ayrıldı. O esnâda yanında iki yavrusu bulunan küçük bir kaya kuşu gördük ve yavrularını aldık. Ana kuş yavrularını kurtarmak için tepemizde çırpınmaya başladı. Derken Hazret-i Peygamber geldi ve:
“–Yavrularını alarak bu kuşu kim dehşete düşürdü? Verin ona yavrularını!” buyurdu. Sonra Allâh Rasûlü (s.a.v), yaktığımız karınca yuvasını gördü ve büyük bir üzüntüyle:
“–Bunu kim yaktı?” diye sordu.
“–Biz yaktık” dedik. Peygamber Efendimiz:
“–Şunu iyi bilin ki ateşin Rabbinden başkasının ateşle azâb etmeye hakkı yoktur.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd 112, Edeb, 164)
Sevgili Peygamberimizin kalbi ne kadar rakîk ve hassas… Bir de bugün yakılan tarla ve ormanlarda can veren sayısız hayvanı düşünmeli…
Allâh Rasûlü (s.a.v), Ensâr’dan bir kimsenin bahçesine uğramış, orada bir deve görmüştü. Deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Allâh Rasûlü (s.a.v), devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (s.a.v):
“–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medîneli bir delikanlı yaklaştı ve:
“–Bu deve benimdir ey Allâh’ın Rasûlü!” dedi. Peygamber Efendimiz:
“–Sana lutfettiği şu hayvan hakkında Allâh’tan korkmuyor musun? O senin, kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)
Yine bir gün Rasûl-i Ekrem (s.a.v) sabahın ilk saatlerinde ihtiyacını görmek için dışarı çıkmıştı. Mescidin kapısı önüne bırakılmış bir deve gördü. Peygamber Efendimiz akşama doğru yine oradan geçerken devenin sabahki vaziyette durduğunu gördü:
“–Bu devenin sâhibi nerede?” diye sordu. Devenin sâhibini aradılar, fakat bulamadılar. Devenin aç, susuz bırakılmasına çok üzüldüğü anlaşılan Allâh Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allâh’tan korkunuz da, derdini anlatamayan bu zavallı hayvanlara haksızlık etmeyiniz. Onlara güçlü, kuvvetli ve semiz oldukları hâlde bininiz.” (Ahmed, IV, 181)
Çünkü onların da canı var ve onlar da elem duyuyorlar. Kıyâmet günü ise, emrine verildikleri insandan haklarını isteyecekler. Bu sebeple bizim Peygamberimiz hayvanlara eziyet etmek bir tarafa onları rahatsız bile etmemiş ve ettirmemiştir. Nitekim birgün ihramlı olarak Medîne’den çıkmış Mekke’ye gidiyordu. Ruveyse ile Arc arasında bulunan Üsâye mevkiine geldi. Orada, bir gölgeye kıvrılmış uyumakta olan bir ceylan gördü. Âlemlerin Efendisi, ashâbından bir şahsı vazîfelendirdi. Herkes geçinceye kadar ceylanın yakınında beklemesini, kimsenin hayvanı tedirgin ve rahatsız etmesine müsâade etmemesini söyledi. (Muvatta, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78)
Peygamber Efendimiz hayvanların hissiyâtını bile düşünmüştür. Birgün koyun kesen bir adam görmüştü. Adam, kesmek üzere koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını bilemeye çalışıyordu. Bu katı ve duygusuz davranış karşısında Rasûl-i Ekrem Efendimiz adamı şöyle îkâz buyurdu:
“–Hayvanı defalarca mı öldürmek istiyorsun? Bıçağını, onu yere yatırmadan evvel bilesen olmaz mıydı?” (Hâkim, IV, 257, 260/7570)
Yine koyunu kulağından çekerek boğazlamaya götüren bir kimseye rastladığında hemen müdâhâle ederek:
“–Hayvanın kulağını bırak da boynunun kenarından tut!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Zebâih, 3) Bıçakların iyice bilenerek hayvanlardan saklanmasını, onlara gösterilmemesini emretti ve:
“Biriniz hayvanı boğazlayınca bunu hızlı ve tam yapsın!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Zebâih, 3)
Gece sokağa çıkan hayvanların hakkını düşünerek şu tembihte bulundu: “Ayaklar çekildikten sonra (evlerden dışarı) fazla çıkmayın. Çünkü Allah Teala Hazretleri’nin bir kısım hayvanatı vardır, bu saatten sonra (yuvalarından çıkıp) ortalığa yayılırlar.” (Ebu Davud Edeb 105-106/5104)
Efendimiz (s.a.v) hayvanlar üzerindeyken gereksiz yere muhabbete dalanları îkâz etti. Hayvanların insanları yürüyerek gidemeyecekleri uzak mesâfelere götürmek için yaratıldığını, yerin de ikâmet için emrimize verildiğini bildirerek, muhabbet etmek isteyenlerin hayvanlardan inerek onları yormamasını istedi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 55/2567) Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’in bu ince anlayışı zamanla bütün ashâbına ve ümmetine de yansıdı. Nitekim Enes (r.a) şöyle anlatır:
“Biz bir yerde konakladığımız zaman develerin yüklerini çözüp onları rahatlatmadan nâfile namaza başlamazdık.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2551) Nâfile namaz kılmaya son derece önem veren ashâb-ı kiram, hayvanların hakkına riâyet edebilmek için onu tehir etmişlerdir. Yolculuk esnâsında bir yerde konakladıkları zaman kuşluk namazı gibi belli vakitlerde kılınan nafile namazları kaçırma pahasına da olsa, hayvanların yüklerini indirip onları rahata kavuşturmadan namaza durmamışlardır. İslâm âlimleri de bir yolcunun, konakladığında kendisi yemek yemeden evvel hayvanının yemini vermesi gerektiğini, bunun müstehab olduğunu ifâde etmişlerdir. (Ebû Dâvûd, Sünen, III, 51)
İşte bir müslümanın diğer canlılar hakkındaki bakış açısı budur. Onları fazla yormamak, zulmetmemek, aç susuz ve ilgisiz bırakmamak ve tabiatlarına uygun işlerde kullanmak… Onların da hak sahibi olduğunu ve kıyâmet günü ihmâl edilen haklarını isteyeceklerini bilmek… Yaratan’dan ötürü yaratılana şefkat ve merhamet…
Tabii ki her şeyin bir usûlü ve tabiatı vardır. Hayvanlara hak vereceğim diye evde köpek beslemek de doğru değildir. Onun yeri dışarısıdır. Tabiatı da buna uygundur. Kuşları kafeslere hapsetmek, balıkları akvaryumlara sıkıştırmak, tarlalarla birlikte milyarlarca hayvanı da yakmak nasıl yanlış ise, bazı mahzurları sebebiyle köpekleri evlerde beslemek de aynı şekilde yanlıştır.