Hiç kimse bir başkasının günâhını çekmez ve onun yerine cezâlandırılmaz. Herkes kendi yaptığının karşılığını görür. Bu sebeple birinin hatası yüzünden başkasına da cezâ vermek doğru değildir. Ancak birinin günahında bir başkasının da ihmali ve tesiri sözkonusu ise o başka!
Vâlilerden biri, yakaladığı bir suçluyu elinden kaçırmıştı. O kızgınlıkla kaçırdığı adamın dayısını çağırdı:
“–Eğer yeğenini getirmezsen onun yerine senin kafanı vurdururum” dedi.
Adam:
“–Mü’minlerin Emîri’nden (Halîfe’den) yazı getirirsem beni serbest bırakır mısın?” diye sordu. Vâli:
“–Evet, bırakırım” dedi. Bunun üzerine adam şunları söyledi:
“–Sana Azîz ve Rahîm olan Allah’tan yazı getireceğim, Hz. İbrâhim ve Musa’yı şâhit tutacağım. Allah Teâlâ buyuruyor ki:
«Yoksa, Musa’nın ve ahdine vefa gösteren İbrahim’in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi? Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.» (en-Necm, 36-38)”
Bunun üzerine vâli:
“–Onu bırakın, hakîkaten kuvvetli bir delil getirdi” dedi.
Yanlışı Düzeltmeyen, Onun Zararına Uğrar
İnsan gördüğü yanlışı eliyle veya diliyle düzeltmeye gayret etmelidir. Bunlara gücü yetmezse, hiç değilse onun kötü ve yanlış olduğunu düşünmeli, uzak durup kendini ona kaptırmamalıdır. Hatâları düzeltmeyen, doğruları ortaya koyarak karanlıklar içinde bir kandil yakmayan insan, bir müddet sonra kendisi de zarar görür. Karanlığa ses çıkarmayanlar, gecenin derûnunda gizli olan belâlardan nasiplerini alırlar. Kendileri faydalanmasa bile başkalarının önünü aydınlatanlar ise, muhtemel zararlardan kurtulurlar.
Âmânın biri kapkaranlık bir gecede elinde fener ve omzunda testi ile yürüyordu. Boşboğazın biri yanına yaklaştı ve:
“–Ey şaşkın adam! Senin için geceyle gündüzün farkı yoktur. Senin gözünde karanlıkla aydınlık birdir. Öyleyse fenerin sana ne faydası olacak ki?!” dedi
Bu söz üzerine anlamlı bir şekilde tebessüm eden âmâ şöyle dedi:
“–Bu feneri kendim için değil, senin gibi kör kalpli sersemler için aldım ki, bana çarpıp da testimi kırmasınlar.”
Sözdeki Sihir
Söz söylemek bir sanattır. Aynı mânâyı ifade eden pek çok değişik söz vardır, lâkin hepsinin de tesir gücü farklı farklıdır. Aynı mânâyı iki farklı kişi ifade eder, biri muhâtabını kızdırırken diğeri mesrûr eder, biri uzaklaştırırken diğeri yaklaştırır.
Kemâl Paşazâde Said Bey, Ahmed Mithat Efendi ile birlikte yolda giderken karşılarına bir âmâ dilenci çıkıverir. Said Bey, arkadaşına dilencinin boş çanağını gösterip:
“–Size güzel sözün tesirini anlatmak için bir dörtlük yazıp şu adamın göğsüne asacağım” der ve ilâve eder:
“–Neticeyi dönüşte görürüz.”
Gerçekten de biraz sonra döndüklerinde dilencinin çanağı para ile dolmuştur.
Dörtlük şöyledir:
Hâlime atf-ı nazar eyleyen erbâb-ı kerem
Merhametle bana beş pâre revâ görmez mi?
Sadakayla beni dilşâd eden ehl-i hayrı
Vâkıa ben görmesem de Hudâ görmez mi?
Hakîkaten kerem ve hayır ehli, muhtaçları araştırarak onlara merhametle yardım ederler. Sadaka, infak ve muhtelif yardımlarla sevindirip mutlu ettikleri kimseler bunu hakkıyla takdir edemeseler bile, Allah Teâlâ onların hayırlı amellerini görür ve mükâfâtını lutfeder.