Murat KAYA
İnsan nefsinin pek çok arzuları oluyor. Acaba bunların ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış; ne kadarı faydalı, ne kadarı tehlikeli? Hissettiğimiz arzu ve zevklerin sonunda önümüze ne çıkıyor? Bu zevkler ilelebed devam edip gidiyor mu, yoksa bir müddet sonra acılaşıp ızdırap vermeye mi başlıyor?
Nefisten gelen arzu ve heveslerin, çoğunlukla acı ve ızdırapla bittiği herkesin mâlumu… Tıpkı vücudun bir yerinde çıkan çıbanın, başta tatlı tatlı kaşınması, sonra da büyük bir ızdıraba dönmesi gibi… Çıban bir müddet acı verse de nihayet iyileşir, ancak yanlış arzuların mâneviyatımızda açtığı yaralar öbür âleme kadar uzanır. Yani, nefsânî arzu ve heveslerin sürüklediği yolun sonu ilâhî azâba çıkar. Nitekim Peygamber (s.a.v) Efendimiz, cehennemin nefse hoş gelen şeylerle kuşatıldığını; cennetin de nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarıldığını bildirmiştir. (Buhârî, Rikâk, 28; Müslim, Cennet, 1)
Ümmetine karşı son derece merhametli olan Rasûlullah (s.a.v), bizleri uyarmak için bu hakikati şöyle haber verir:
“Allah Teâlâ cenneti yarattığı vakit Cebrâîl (a.s)’a:
«–Git ona bir bak!» buyurdu. O da gidip cennete baktı ve:
«–Ey Rabbim! Senin izzetine yemin olsun ki, cennetin bu güzelliğini işitip de ona girmeyen kimse kalmayacaktır» dedi.
Allah Teâlâ cennetin etrafını nefsin hoşlanmayacağı şeylerle kuşattı. Sonra:
«–Ey Cibrîl! Şimdi git ona bir daha bak!» buyurdu. Cebrâil (a.s) gidip bir daha baktı. Sonra da:
«–Ey Rabbim! Senin izzetine yemin olsun ki, ona hiç kimsenin giremeyeceğinden korkarım» dedi.
Cenâb-ı Hak, cehennemi yaratınca yine:
«–Ey Cibrîl! Git, bir de şuna bak!» buyurdu. O da gidip baktı ve:
«–Ey Rabbim! İzzetine yemin olsun ki, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!» dedi.
Allah Teâlâ onun etrafını nefsin hoşlandığı şeylerle kuşattı. Sonra da:
«–Ey Cibrîl! Git ona bir kere daha bak!» dedi. O da gidip baktı. Sonra geldi ve:
«–Ey Rabbim, izzetine yemin olsun, tek bir kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum» dedi.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 21-22/4744; Tirmizî, Cennet, 21)
Evet, devamlı namaz kılmak, her sene zekât vermek, sıcaklarda örtünmek… gibi ilâhî emirler nefse zor gelir. Bütün bunları görmezden gelip günahlara kılıf bulmak ise kolay ve zevkli görünür.
İşte müslümanın hayatı, bu ayrımda mücadele etmekle geçer. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bu mukaddes mücadeleyi veren kişileri takdir ederek şöyle buyurur:
“(Hakîkî) mücâhid, nefsine karşı cihâd eden kimsedir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621; Ahmed, VI, 20)
Demek ki insan, bir tercih yapmak durumundadır. Ya Allah’ın emirlerini yerine getirecek, ya da nefsinin arzularına uyacaktır. İkisini bir arada yapması mümkün değildir. Şâirin ifadesiyle:
İki kıble ile tevhîd yolunda doğru gidilmez,
Ya dostun rızâsı gerek, ya nefsin hevâsı!