Yağmur, insanlar için Allâh’ın bir rahmetidir. Yüce Rabbimiz semâdan indirdiği yağmurla ölümünden sonra yeri canlandırır, nehirler akıtır, meyveler ve sebzeler yetiştirerek kullarını rızıklandırır.
Zaman olur yağmur durur. İnsanların işlediği günahlar sebebiyle yeryüzünde sıkıntılar zuhûr eder. Toprak kurur, nehirler durur. İnsanlar içmek için su aramaya koyulur. Tam umutlarını kesmek üzereyken Rahmân olan Allah, rahmetini indirir. Rüzgârları müjdeci olarak gönderir. Sonra o rüzgârlar, Allah’ın emriyle dağlar gibi bulutları yüklenerek kuraklıktan ölmüş bir beldeye sevkeder. Gökte bulutları dilediği gibi yayıp küme küme yığan Cenâb-ı Hak, onların arasından yağmuru çıkararak türlü türlü meyveler bitirir. Ölmüş insanları da aynen böyle tekrar dirilteceğini hatırlatır. İnsanların bu muazzam ibret tablosundan hisse almalarını ister. (el-A‘râf, 57; Fâtır, 9)
Allah bu şekilde dilediği kullarına yağmuru nasip edince, onlar da seviniverirler. Ümitsizlikleri umutlara dönüşür. (er-Rûm, 48) Hatalarını anlayarak bir daha günahlara yaklaşmak istemezler. Allah’a yönelirler. Çünkü “O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayandır. Ve O, hakiki dost ve övülmeye lâyık olandır.” (eş-Şûrâ, 28)
Cenâb-ı Hak, bazen de yağmur ve doluyu azap vâsıtası hâline getirerek günahkar kullarını terbiye eder. Onlarla dilediğini vurur, dilediğini de muhâfaza eder. (en-Nûr, 43)
Yani semâ ile yerin münâsebetleri insanların davranışlarına ve kalp âlemine göre şekillenir. İnsanlar günah ve isyanlara daldıkça gökten rahmet kesilir. Rızkı semâda olan insanoğlu sıkıntıya düşer. İsyanda aşırı gittiğinde ise gökten rahmet yerine belâ yağmaya başlar. Tevbe edip Allah’a döndüklerinde semânın yüzü güler, sevinç gözyaşlarını akıtmaya başlar. Onun sevincine yeryüzü eşlik eder. Nebatât, hayvanât sevinir. Hâsılı insanın istikâmet bulmasıyla bütün kâinât coşar ve neşelenir.
Bu durumda insanın yapacağı ilk iş, istiğfardır. Yani yapılan yanlışları terk ederek af istemek… Bunu anlatan güzel bir misâl şöyledir:
Hz. Ömer devrinde kuraklık olmuştu. İnsanlar kıtlığa mâruz kaldılar. Halîfe’ye yağmur duasına çıkmayı teklif ettiler. İnsanlar toplanınca Ömer (r.a) yağmur duâsı yapmak üzere minbere çıktı. İstiğfar etmeye başladı. Sadece istiğfar ediyor, başka bir şey söylemiyordu. Bir müddet böyle devam ettikten sonra minberden indi. Orada bulunanlar şaşkınlık içinde:
“–Ey Mü’minlerin Emîri, yağmur duası için çıktınız, lâkin hiç dua yaptığınızı duymadık. Sadece istiğfar edip indiniz?!” dediler.
Hz. Ömer:
“–İstediğiniz rahmeti, kendisiyle yağmurun indirildiği semâ anahtarlarıyla taleb ettim” buyurdu ve sözüne delil olarak şu âyet-i kerîmeleri okudu:
“Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nûh, 10-12)
“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin; sonra da O’na tevbe edin ki, üzerinize semâyı (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah’tan) yüz çevirmeyin!” (Hûd, 52) “Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra tevbe edip O’na yönelin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (mü’minleri) çok sever.” (Hûd, 90)
Âyetleri okuyan Hz. Ömer, sözünü şöyle bağladı:
“–O hâlde Rabbinizden günah ve hatalarınızı affetmesini isteyin, samîmî bir şekilde tevbe edin ve Allah’a yönelin!” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 351-351)
Demek ki günahları bırakarak Allah’tan af istemek semâları açan bir anahtardır. İnsanlar günahlarını bırakıp Cenâb-ı Hak ile aralarını düzelttiğinde, gök kapıları açılarak rahmet yağmaya başlayacaktır.
Bu durum sadece yağmur için değil, diğer nîmet ve lutuflar için de aynen geçerlidir. Bir defâsında Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne dört kişi gelerek biri kuraklıktan, diğeri fakirlikten, öteki çocuklarının azlığından, bir başkası da tarlasının verimsizliğinden şikâyet etmişti. Büyük velî, onların her birine de istiğfârı tavsiye etti. Yanındakiler:
“–Efendim, bu insanların dertleri farklı farklı olmasına rağmen, siz hepsine aynı şeyi tavsiye ettiniz?!” dediler.
Hasan-ı Basrî Hazretleri onlara yukarıdaki Nûh sûresinin 10-12. âyet-i kerîmelerini okuyarak cevap verdi. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, XXII, 277; İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, XI, 98)
Rasûlullah (s.a.v) ne güzel buyurur:
“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbn Mâce, Edeb 57)
Ancak bu istiğfar, sadece dilde dönüp duran bir tesbih değil, davranışlara akseden bir günahları terk ediş olmalıdır.