Tâlim ve terbiyeye en fazla muhtaç olan varlık insandır. Cenâb-ı Hak lûtfunun bir eseri olarak onları terbiye için kendi cinslerinden muallimler yani peygamberler göndermiştir. Peygamberler Cenâb-ı Hakk’ın seçip üstün kıldığı mükemmel insanlardır. Beşeriyet, târih boyunca kendilerine faydalı olan her şeyi onlardan öğrenmiştir. Peygamberlerin en mümtâzı ise Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’dir. O, dünyaya ayak basmış en mükemmel muallimdir. Zira:
Bir mektebe oldu ki müdâvim,
Allâh idi zâtına muallim! (Ziyâ Paşa)
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Nitekim kendi içinizden, size bir peygamber gönderdik. O, size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye edip kötülüklerden arındırıyor, Kitâb’ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi öğretiyor.” (el-Bakara, 151)
“Celâlime yemin olsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (inkâr ve kötülüklerden) onları temizleyen, Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir dalâlet içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 164)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz birgün mescide girince halka hâlinde oturmuş iki grupla karşılaştılar. Gruplardan biri Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya dua ediyordu. Diğeri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu. (Yani İslâm ahkâmı ve Sünnet-i Seniyye’nin tâlîmiyle meşguldüler.) Nebiyy-i Muhterem (s.a.v) Efendimiz:
“‒Bunların hepsi hayır üzeredirler. Şunlar Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve Allah Teâlâ’ya duâ ediyorlar. Allah dilerse onlara (isteklerini) verir, dilerse vermez. Şunlar da ilim öğrenip öğretiyorlar. Ben de ancak bir muallim olarak gönderildim!” buyurdular ve ilim halkasına oturdular. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
Ebedî istikbâlini düşünüp onu kazanmak için akıllıca çalışan insanlar için Üsve-i Hasene yani örnek alınacak en güzel model olan Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:
“Şu bir gerçek ki ben sizin babanız mesâbesindeyim, sizi terbiye ve tezkiye eder, ihtiyaç duyduğunuz bilgileri öğretirim…”[1] buyurmuş ve ashâbını bir baba şefkâtiyle en güzel şekilde yetiştirmiştir. Bu duruma şaşıran bir müşrik, Selmân-ı Fârisî Hazretleri’ne, biraz da alaylı bir edâ ile:
“–Görüyorum ki dostunuz Muhammed, size her şeyi, hatta tuvalete nasıl oturacağınızı bile öğretiyor?!” demişti. Selmân (r.a) büyük bir ciddiyetle:
“–Evet, gerçekten de öyle!” dedi ve Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in tuvalet âdâbıyla alâkalı tavsiyelerini zikretti. (Müslim, Tahâret, 57-58)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in tâlim ve terbiyedeki esâsları; şefkât, merhamet, muhabbet, samîmiyet, nezâket, ilgi-alâka, gayret ve dua idi. Ashâbına yumuşak davranır, dâimâ kolaylaştırır, açık konuşur, tekrârdan bıkmaz, düşünmeye dâvet eder, zorlamaz, şahsa göre muâmele eder ve sabırlı davranırdı. Hâlık’ın nazarıyla mahlûkata bakış tarzı sergilerdi.
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in hayatına baktığımızda, muhabbetin eğitimde temel malzeme olduğunu görürüz. Allah Rasûlü (s.a.v), etrâfındaki insanlara mükemmel bir yaklaşım sergilemiş, eza ve cefâlarına sabretmiş ve onları en güzel yollarla kendisine bağlamayı başarmıştır. O câhiliye insanları, zamanla, Âlemlerin Efendisi’nin etrafında kurşunla perçinlenmiş sağlam kaleler gibi kenetlenmiş, uğrunda mallarını, canlarını feda etmişler, vatanlarını terk etmişler ve en küçük bir arzusuna “Anam babam, her şeyim sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü!” diyebilecek bir ruh ve gönül kıvâmına ulaşmışlardır. Netîcede Ashâb-ı Suffe gibi muhteşem bir eğitim müessesesi teşekkül etmiştir…
Rasûlullah (s.a.v) bir şeyi emrettiğinde onu evvelâ kendisi tatbik eder, ardından insanlar O’nu örnek alırlardı.
Allah Rasûlü (s.a.v) tâlim ve terbiyede tedrîcîliğe ehemmiyet verirdi. Büyükten önce küçük, zordan evvel kolay, mücerredden evvel müşahhas şeyleri öğretir, kademe kademe ilerlerdi. Tâlim ve terbiyeye önce yakın muhitinden başlar; bu daireyi her geçen gün genişletirdi. Îtidâle riâyet eder, hiçbir hususta aşırılığı görülmezdi.
Yerine göre talebelerine sualler sorar, şekiller çizer, jest ve mimiklerini kullanır, dikkatleri toplayacak farklı metodlara mürâcaat eder, imtihan eder, lâtîfe yapardı. Fırsatlar zuhûr ettikçe onları tâlim ve terbiye için değerlendirirdi.
Allah Rasûlü (s.a.v) mevzûları bazen madde madde anlatır, bazen müjdeler ve teşvik eder, yerine göre korkutur ve sakındırırdı. İbretli kıssa ve haberler nakleder, devamlı hayra ve fazîlete yönlendirirdi. Mühim hatâları hemen düzeltir, az da olsa îcâb ettiğinde kızardı.
O’nun getirdiği sistem; hem rûhu, hem aklı, hem de nefsi, yükselebilecek en son noktaya ulaştırmıştır.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in tâlim ve terbiye usullerine dâir birkaç misal zikredelim:
Çocukluk ve gençlik yaşlarında Peygamber Efendimiz’in terbiyesiyle şereflenen Enes bin Mâlik (r.a) şöyle anlatır:
“Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’e yaklaşık on sene hizmet ettim. Vallâhi seferde ve hazarda hizmet etmek için yanında bulunurdum da O’nun bana olan hizmeti benim O’na yaptığım hizmetten daha fazla olurdu. Bu zaman zarfında bana bir defâ olsun «Öf!» demedi. Yaptığım bir şey için «Niçin bunu böyle yaptın?», yapmadığım bir şey için de «Niçin böyle yapmadın?» demedi.
Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in bir seferi esnâsında bir koyun kesip pişirmek îcâb etmişti. Sahâbeden biri:
«–Yâ Rasûlallâh, onu ben keseyim.» dedi. Başka biri:
«–Yâ Rasûlallâh, yüzmesi de benim vazîfem olsun.» dedi. Bir başkası da:
«–Yâ Rasûlallâh, pişirmesi de bana âit olsun.» dedi. Efendimiz (s.a.v) de:
«–O hâlde odun toplamak da bana âit olsun.» buyurdular. Sahâbîler:
«–Yâ Rasûlallâh! Biz onu da yaparız, Siz’in yorulmanıza gerek yok.» dedilerse de Peygamber Efendimiz:
«–Sizin, benim işimi de yapabileceğinizi biliyorum. Fakat ben, size göre imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allâh Teâlâ, kulunun, arkadaşları arasında imtiyazlı durumda olmasını sevmez.» buyurdular. Kalkıp odun topladılar.
Yine bir sefer esnâsında Rasûlullah (s.a.v) namaz kılmak için konaklamışlardı. Namaz kılacakları yere doğru gitti. Sonra geri döndüler. Ashâb-ı kirâm:
«‒Yâ Rasûlallâh, nereye gidiyorsunuz?» diye sordular.
«‒Devemi bağlayacağım.» buyurdular. Ashâb-ı kirâm:
«‒Biz yaparız, biz sizin devenizi bağlarız!» dediler. Rasûlullah (s.a.v):
«‒Sizden biri, misvak’ın ucunu çiğneyivermek gibi küçük bir iş için bile olsa insanlardan yardım istemesin!» buyurdular.”[2]
Tatbîkî eğitim, yumuşak muâmele, sabır, tahammül, fedâkârlık, tevâzu…
Muâviye bin Hakem (r.a) şöyle anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v) ile namaz kılarken cemâatten biri aksırdı. Ben de hemen “yerhamükellah” dedim. Cemaat bana dik dik bakmaya başladı. Bunun üzerine:
«–Vay başıma gelenler! Yâhu bana niye öyle bakıyorsunuz?» deyince de, ellerini uyluklarına vurmaya başladılar. Onların beni susturmaya çalıştıklarını görünce kızdım; ama yine de sustum. Anam, babam Rasûl-i Ekrem’e fedâ olsun. Ne ondan önce ne de ondan sonra kendisinden daha iyi bir muallim görmedim. Vallahi beni ne azarladı ne dövdü ne de kötü söz söyledi. Namazı bitirince bana:
«–Bu namaz ibâdetini edâ ederken dünya kelâmı konuşmak doğru olmaz. Çünkü namaz tesbih, tekbir ve Kur’ân okumaktan ibarettir.» buyurdular. (Müslim, Mesâcid, 33)
Abbâd bin Şurahbîl (r.a) anlatıyor: “Bir zamanlar fakir düşmüştüm. Bunun üzerine Medîne bahçelerinden birine girdim. Başak ovup hem yedim hem de torbama aldım. Derken bahçe sahibi gelip beni yakaladı, dövdü, torbamı elimden aldı ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e götürüp şikâyet etti. Allah Rasûlü (s.a.v) ona:
«−Câhilken öğretmedin, açken doyurmadın!» buyurdular. Sonra da torbamı iâde etmesini söylediler. Daha sonra da Efendimiz (s.a.v) bana bir veya yarım sa‘ miktarında yiyecek verdiler.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2620-2621; Nesâî, Kudât, 21)
Râfî bin Amr (r.a) şöyle anlatır: “Ben çocukken Ensâr’ın hurma ağaçlarını taşlardım. Bu sebeple beni tutup Efendimiz’e götürdüler. Allah Rasûlü (s.a.v):
«–Yavrucuğum! Hurma ağaçlarını niçin taşlıyorsun?» diye sordular. Ben:
«–Yâ Rasûlallah! (Açtım) yemek için taşladım.» dedim. Efendimiz (s.a.v):
«–Bir daha taşlama! Altlarına düşenlerden al, ye!» buyurdu ve başımı sıvazladı. Daha sonra da:
«Allah’ım! Onun karnını doyur!» diye dua ettiler.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2622; İbn-i Mâce, Ticârât, 67)
Şefkât, merhamet, muhabbet, alâka, alternatif gösterme, doğruya yönlendirme…