Muharrem, haram kılınan, yasaklanan, mukaddes olan, hürmet edilen mânâlarına gelir. Önceleri sıfat olarak kullanılan muharrem kelimesi daha sonra bu ayın husûsî ismi olmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’de, saldırıya uğrama durumu hariç savaşın haram olduğu aylardan bahsedilerek bu aylara hürmet edilmesi emredilir.[1] Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz, bu ayların Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb olduğunu beyân buyurmuştur.[2]
İbn-i Abbas (r.anhümâ)’dan, Fecr Sûresi’nde üzerine yemin edilen “fecr”den maksadın Muharrem ayı olduğu rivayet edilir. Aynı sûrede yine üzerine yemin edilen on gecenin Muharrem’in ilk on gecesi olduğu da ifade edilir. (Taberî, XXX, 107)
Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ramazan orucu dışında en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur. Farzlar dışında en faziletli namaz da gece namazıdır (teheccüd).” (Müslim, Sıyâm 202, 203; Nesâî, Kıyâmü’1-leyl, 6)
Muharrem’in “Allah’ın ayı” diye tavsîf edilmesi, onun kıymetini ifâde içindir. Yoksa bütün aylar Allâh’a âittir. Yine bir sahâbînin:
“–Yâ Rasûlallâh! Ramazan’dan sonra hangi ayda oruç tutmamı emir buyurursunuz?” sualine Allâh Rasûlü (s.a.v) şu cevabı vermiştir:
“–Eğer Ramazan’dan sonra oruç tutacaksan, Muharrem’de tut! Zîrâ o, Allâh’ın ayıdır; onda bir gün vardır ki, Allâh, bir kavmin tevbesini o günde kabûl buyurdu; başka kavimlerin de tevbe ve niyâzlarını o günde kabûl eder.” (Tirmizî, Savm, 40/741)
Fazîletinden bahsedilen o gün, Muharrem’in 10. günüdür, yani:
Âşûrâ
Rasûlullâh (s.a.v) Mekke’den Medîne’ye hicret ettiğinde yahûdîlerin âşûrâ günü oruç tuttuklarını gördü. Sebebini sorduğunda yahûdîler:
“–Bugün hayırlı, faydalı ve büyük bir gündür. Allâh, bu günde Benî İsrâîl’i düşmanlarından kurtardı. Mûsâ (a.s), (Allâh’a şükür için) o gün oruç tuttu.” dediler. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Ben Mûsâ’ya sizden daha yakınım.” buyurdular. O gün oruç tuttular ve mü’minlere de oruç tutmalarını emrettiler. (Buharî, Savm, 69, Enbiyâ, 24; Müslim, Sıyâm, 127)
Hanım sahâbîlerden Rubeyyi’ bint-i Muavviz (r.anhâ) diyor ki:
“Âşûrâ gününün sabahı Allâh Rasûlü (s.a.v) Ensâr köylerine şu haberi gönderdi:
«Kim bugün oruca niyet etmişse tamamlasın. Kim niyet etmemişse günün kalan kısmını oruçla geçirsin!»
Ondan sonra biz o gün oruç tutardık, çocuklarımıza da tuttururduk. Mescide gider çocuklara yünden oyuncaklar yapardık. Onlardan biri yiyecek için ağladığında bu oyuncağı vererek onu iftar vaktine kadar meşgul ederdik.” (Buhârî, Savm, 47; Müslim, Sıyâm, 136)
Allâh Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Âşûrâ orucunu tutun; ancak bir gün önce veya bir gün sonra tutarak yahudilere muhalefet edin!” (Ahmed, I, 241; Bezzâr, no. 1052; Heysemî, III, 188)
Bu sebeple Hanefî mezhebine göre Muharrem’in sadece onuncu günü oruç tutulması yahudileri taklit etme anlamına gelebileceği için mekruhtur.
Rasûlullâh (s.a.v) Âşûrâ günü oruç tutup; o gün oruç tutulmasını da emredince, ashâb-ı kirâm:
“−Ey Allah’ın Rasulü! Bu, yahudi ve hristiyanların saygı gösterdiği bir gündür.” dediler. Efendimiz şöyle buyurdu:
“−Gelecek sene inşaallah dokuzuncu günü oruç tutarım.”
Fakat gelecek sene gelmeden Allâh Rasûlü (s.a.v) vefat etti. (Müslim, Siyâm, 133; Ebû Dâvud, no. 2445; Taberânî, no. 10785; Beyhakî, IV, 287)
Dolayısıyla müslümanların âşûrâ orucunu Muharrem’in dokuzuncu ve onuncu günlerinde tutmaları müstehaptır.
Hazret-i Âişe (r.anhâ) şöyle der:
“Rasûlullâh (s.a.v) Âşûra orucunu emretmişti. Ramazan orucu farz kılınınca artık onu dileyen tutar, dileyen de tutmazdı.” (Buhârî, Savm, 69; Müslim, Sıyâm, 115)
Önce farz iken sünnete dönüşen bir hüküm, böyle bir geçmişi olmayan sünnetten daha üstündür. Bu sebeple âşûrâ günü orucuna ihtimam göstermek gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz’e âşûrâ günü tutulan orucun kıymeti sorulduğunda:
“Geçmiş bir senenin günahlarına kefâret olur.” buyurmuştur. (Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbn-i Mâce, Sıyâm 40)
İbn-i Abbâs (r.anhümâ) da Peygamber Efendimiz’in fazîletli günlerde tuttuğu oruçlar arasında Âşûrâ orucu kadar ihtimam gösterdiği başka bir günü görmediğini ifade eder. (Buhârî, Savm, 69)
Rivayetlere göre bugün Âdem (a.s)’in tevbesi kabul edilmiş, Yûnus (a.s) balığın karnından çıkarılmış, Mûsâ (a.s) doğmuş ve Firavun’dan kurtulmuş, Nûh (a.s)’ın gemisi Cûdî dağına oturmuş, İbrâhîm ve Îsâ (a.s) doğmuş, Süleyman (a.s)’a mülk verilmiş, Davud (a.s)’ın tevbesi kabul edilmiş, Rasûlullâh (s.a.v)’e geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedildiği bildirilmiştir. (Bkz. Diyarbekri, Târîh, I, 360; İbn-i Asâkir, Fadlu Receb, no: 2)
Nûh (a.s)’ın gemisi, Âşûrâ günü selâmetle Cûdî Dağı’na indiğinde Hazret-i Nûh ve mü’minler, şükrâne olarak oruç tuttular. Kalan erzaktan âşûra pişirdiler. Bu sebeple o gün sadaka vermek, tatlı dağıtmak ve oruç tutmak güzel görülür.
Âşârâ Günü Cömert Davranmak
Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kim Âşûrâ günü (nafaka hususunda) âilesine geniş davranırsa Allâh Teâlâ da bütün sene boyunca onun rızkına bolluk ihsân eyler.” (Taberânî, Evsat, IX, 121, Kebîr, X, 77; Beyhakî, Şuab, III, 366)
Câbir (r.a) bu rivayetle alâkalı olarak “Biz bunu denedik ve öyle bulduk.” der. İbn-i Uyeyne de: “Biz bunu elli veya altmış sene tecrübe ettik.” demiştir. (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, VI, 306)
Cenâb-ı Hak, âilesine cömert davranan kuluna böylesine büyük lûtuflarda bulunursa, kim bilir fakir ve garip kullarına cömert davranan kişilere ne ikrâm ve ihsanlarda bulunur!