Ramazan ve Tezkiye

Tezkiye’nin helâl olma, güzellik, letâfet, çirkinliklerden korunmak, temiz ve pâk olmak… gibi mânâları vardır.

Tezkiyenin başı, şirkten temizlenmektir. Nefsi te­miz­le­yip kö­tü­lük­ler­den ko­ru­duk­tan son­ra onu îmân, ilim, ir­fân, hik­met, ha­yır­lı duy­gu­lar, gü­zel huy­lar gi­bi tak­vâ has­let­le­riy­le tez­yîn ede­rek rû­hâ­ni­yet­le dol­dur­mak îcâb eder.

Ta­sav­vuf’­ta tez­ki­ye, nef­sin is­tek­le­ri­ni azal­ta­rak onun be­den üze­rin­de­ki hâ­ki­mi­ye­ti­ni kır­mak ve bu sû­ret­le rû­hun hü­küm­ran­lı­ğı­na im­kân sağ­la­mak­tır. Bu da an­cak nef­se kar­şı rûhu ve irâ­de­yi güç­len­di­re­cek olan ri­yâ­zât yo­luy­la, yâni yi­yip iç­me, uyu­ma ve ko­nuş­mada îtidâle riâyet gi­bi usûl­ler­le sağ­la­na­bi­lir. Ancak nef­si, mut­lak sû­ret­te ber­ta­raf et­mek müm­kün ol­ma­dı­ğı gi­bi, bu, mat­lûb da de­ğil­dir. O hâlde nef­sin tez­ki­ye edil­me­si, nef­sâ­nî te­mâ­yül­le­rin ilâ­hî emir­ler çer­çe­ve­sin­de diz­gin­le­nip ter­bi­ye edil­me­si de­mek­tir.

Tezkiye, bütün çirkinliklerin anası olan dünyaya meyletme duygusunu temizlemektir.

Tezkiye, artmak ve rûhen tekâmül etmektir. Bu mânâsıyla tezkiye, mânevî terbiyenin bütün safhalarını ifâde eder.

Cenâb-ı Hak kullarının tezkiyeye ehemmiyet vermesini ister ve onları tezkiyenin vesilelerini elde etmeye teşvik eder.

İbrâhim (a.s) şöyle dua etmiştir:

“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi hikmetle en güzel şekilde yapan yalnız sensin.” (Bakara, 129)

1. Allah’ın âyetlerini okuyarak ilim sahibi olmak ve tebliğde bulunmak,

2. Kur’ân-ı Kerîm’i ve Sünnet-i Seniyye’yi öğrenme ve öğretme seferberliği başlatmak,

3. İlimle amel ederek Kitap ve Sünnet’in irşatlarına göre yaşayarak tezkiye olmak.

Yine Cenâb-ı Hak buyurur:

“Şüphesiz Allah, içlerinden kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, onları (inkârdan ve kötülüklerden) temizleyen, Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 164)

Âyet-i ke­rî­me­ler­de tez­ki­ye ile ki­tâb ve hik­me­tin tâ­li­mi­nin bir ara­da zik­re­dil­me­si, tez­ki­ye olun­ma­mış kim­se­le­rin ilim el­de ede­me­ye­ceği­ni, et­se­ler de bu il­min ken­di­le­ri­ne bir fay­da sağ­la­ma­ya­ca­ğı­nı ifâ­de et­mek­te­dir. Zî­râ günâhkâra ilim lûtfedilmez. İlim ve hik­met öy­le bir nûr ve zî­net­tir ki bu­nu el­de et­mek için, onun me­kân tu­ta­ca­ğı yer­le­rin, yâ­ni kal­bin, ev­ve­lâ za­rar­lı ve lü­zûm­suz şey­ler­den tah­li­ye edil­me­si ge­rek­mek­te­dir. Bu ba­kım­dan Pey­gam­ber­ler ön­ce âyet­le­ri okur­lar, son­ra bu âyet­le­re ina­nan ve gö­nül ve­ren kim­se­le­rin, ne­fis­le­ri­ni aşı­rı­lık­lar­dan, çir­kin­lik­ler­den arın­dı­rı­ra­rak kalb­le­ri­ni mâ­ne­vî kir­ler­den tas­fi­ye eder­ler. Da­ha son­ra da tez­ki­ye ve tas­fi­ye olun­muş kim­se­le­re ki­tâb ve hik­me­ti tâ­lim eder­ler.

Ce­nâb-ı Hak buyurur:

“Ger­çek­ten, te­miz­le­nen ve Rab­bi­nin is­mi­ni zik­re­dip O’na kul­luk eden kim­se kur­tu­lu­şa er­miş­tir.” (el-A’lâ, 14-15)

– Ön­ce kalb, be­den ve ma­lı men­fî­lik­ler­den gü­zel­ce te­miz­le­mek. Bu sâ­ye­de Rab ile kul ara­sı­na gi­ren gaf­let per­de­le­ri­ni kal­dı­rıp at­mak,

– Son­ra da he­lâl gı­dâ­lar­la bes­len­miş bir be­den ve zâ­kir bir kalb ile hu­şû içe­ri­sin­de tam bir ibâ­det ik­lî­mi­ne gi­re­rek gön­lü rû­hâ­nî lez­zet­ler­le tez­yîn et­mek­.

Bur­se­vî (r.aleyh) şöyle der:

“Bu âyet­te, şe­ri­ate ay­kı­rı iş­ler­den nef­si te­miz­le­me­ye, kal­bi dün­ya sev­gi­sin­den arın­dır­ma­ya, gü­cü nis­be­tin­de Al­lâh’a yö­nel­me­ye, hat­tâ Al­lah’tan baş­ka­sı­nı ha­tır­la­mak­tan bi­le sa­kın­ma­ya işâ­ret var­dır.”

Ce­nâb-ı Hak şöy­le bu­yu­rur:

“…Sen an­cak gö­re­me­dik­le­ri hâl­de Rab­le­rin­den kor­kan­la­rı ve na­maz kı­lan­la­rı uya­ra­bi­lir­sin. «Kim te­miz­le­nir­se», sırf ken­di fay­da­sı­na te­miz­len­miş olur. Ni­hâ­yet va­rış Al­lâh’adır.” (Fâ­tır, 18)

Pey­gam­ber­le­rin, fe­cî âkı­bet­le­re dâ­ir îkâz ve kor­kut­ma­la­rı, an­cak, gö­r­me­dik­le­ri hâl­de kalp­le­ri Al­lâh’a karşı haş­yetle do­lu olan, na­maz kı­lan ve zâ­hir­le­ri­ni ibâ­detle tez­yîn eden kişilere fay­da ve­rir.

Âyet­te­ki “te­zek­kâ”, haş­ye­tul­lâh ve na­ma­zı hu­şû ile kıl­ma­ya da şâ­mil­dir.

“Al­lâh’tan ger­çek mâ­nâ­da an­cak âlim olan­lar haş­yet du­yar.” (Fâ­tır, 28) âye­ti, ki­şi­nin hakîkî ilmi elde ettiği nisbette Al­lâh’a kar­şı kal­bî ür­pe­riş­ler için­de ola­ca­ğı­nı ifâ­de eder. Rab­bi­ni bil­me­yen ve on­dan haş­yet duy­ma­yan kim­se­le­rin kalple­ri ölü­dür.

İşte tezkiyeye dâir bütün bu hususlar Ramazân-ı Şerîf’te en güzel şekilde cem olmakta, o rûhânî mevsimde mü’min için bulunmaz fırsatlar zuhûr etmektedir. Bir mü’min Ramazan’da oruçla nefsini dizginler; namaz, zikir, Kur’ân tilâveti, tefekkür, zekât, sadaka, fıtır sadakası gibi ibadetlerle rûhunu kuvvetlendirir. “Zekât” da zâten tezkiye demektir: Malı temizlemek, nefsi temizlemek, malı bereketlendirmek ve rûhu kuvvetlendirmek…

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuşlardı:

“–Üç şey vardır ki, kim bunları yaparsa imanın tadını almış olur:

1. Tek olan Allah’a kulluk edip, O’ndan başka ilâh olmadığına inanmak.

2. Her sene malının zekâtını gönül hoşluğuyla, isteyerek (ve biraz fazlasıyla) vermek. Zekât verirken de malın yaşlı, uyuz, hasta ve zayıfını değil, vasatından vermek. Zira Allah Teâlâ, sizden mallarınızın en iyisini istemiyor, ancak kötüsünü vermenizi de emretmiyor.

3. Bir de kulun nefsini tezkiye etmesi!”

Ashâb-ı kiramdan biri:

“–Kişinin nefsini tezkiye etmesi ne demektir, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Nerede olursa olsun Allah’ın kendisiyle beraber olduğunu bilmesi” buyurdular. (Taberânî, Sağîr, I, 334/555; Beyhakî, Şuab, III, 187)

Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Nerede olursa olsun Allah Teâlâ’nın yanında olduğunu bilmesi, kişinin imanının üstünlüğünden kaynaklanır.” (Beyhakî, Şuab, I, 470/741)

Tezkiye’nin kar­şı­lı­ğı ise cen­netin yük­sek de­re­ce­le­ri­dir. Âyet-i ke­rî­me­de bu­y­ru­lur:

“İçin­de ebe­dî ka­la­cak­la­rı, ze­mi­nin­den ır­mak­lar akan Adn cen­net­le­ri! İş­te arı­nan­la­rın mü­kâ­fâ­tı bu­dur.” (Tâ­hâ, 76)

%d bloggers like this: