Secde, insanın hakikatiyle buluştuğu ve Rabbine en yakın olduğu bir ândır. Bu sebeple “Secde et ve yaklaş!” buyrulmuştur. (el-Alâk, 19) Secde, Rabbimizin bizden ençok istediği bir ibâdettir. Kâinâttaki herşey Allah Teâlâ’ya secde hâlindedir. (el-Hac, 18) Gölgeler dahi O’na secde etmektedir:
“Görmüyorlar mı ki Allah’ın yarattığı şeylerin gölgeleri bile nasıl sağdan soldan sürünüp Allah’a secde ederek dönmektedir?” (en-Nahl, 48)
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) rüyâda kendisini Sâd suresini yazarken gördü. Secde âyetine gelince yanındaki divit, kalem ve yanındaki her şey secde vaziyetine geçmişti. Bu rüyâsını Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e anlattı. Ondan sonra da bu âyette secde etmeyi hiç terk etmedi. (Ahmed, III, 78)
Namazdan maksat secdedir, denilse yeridir. Zîrâ Cenâb-ı Hak her rüknü bir defâ yapmamızı emrederken onu iki defâ emretmiştir. İnsan abdestle namaza, sünnetle farza, kıyam ile rükûa, rükû ile de secdeye hazırlık yapmaktadır. Yâni secde zirvedir, kemâl noktasıdır. Secde ilim ehlinin vardığı son nokta ve onların ayrılmaz bir vasfıdır. (el-İsrâ, 107; ez-Zümer 9) Secdenin sîmâlara verdiği güzellik ve melâhat, mü’minlerin, mukaddes kitaplarda bildirilen alâmetidir. (el-Feth, 29)
Secdede insan kendini bulur. Avrupa’da birçok hidâyetlere vesile olan bir arkadaş şöyle anlatmıştı: “Namaz kılacağımız zaman müslüman olmayan bazı arkadaşlara:
«–Gel bizimle birlikte sen de namaz kıl! Namaz kılmak için müslüman olup olmaman o kadar önemli değil. Nasıl olsa sen de Allah’a inanıyorsun!» derdim. Bunlardan daha sonra müslüman olan birisi bana şunu söyledi:
«–Hani sizinle birlikte namaz kılmıştım ya, vallahî secdeye vardığımda ilk defa kendimle yüzyüze geldim. Hayatımda hiç bu kadar hoş bir ân yaşamamıştım…»”
Secdenin kıymetini bilen Ebu’d-Derda (r.a) şöyle demektedir:
“Üç haslet olmasaydı dünyada kalmak istemezdim:
-Alnımı yere koyarak gece gündüz Yaratan’ıma secde etmek ve bu şekilde ebedî hayatıma hazırlanmak.
-Günün en sıcak anlarında (oruç tutarak) susuzluğa katlanmak.
-Meyvenin iyisi seçildiği gibi sözlerin iyisini seçen kimselerle oturmak.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 11/1193)
Ömer bin Hattab (r.a)’ın şu sözü de secdenin kıymet ve ehemmiyetini ifâde etmektedir:
“Allah’ım, ölümüm hayatında bir kere bile secde etmiş birinin elinden olmasın. Çünkü kıyamet günü bu secde ile kendini haklı çıkarmaya çalışır.” (Muvatta’, Cihad, 30)
Rasûlullah (s.a.v), dünyanın bütün refah ve lüksü içinde secdeden daha kıymetli hiçbir şeyin bulunmayacağı zamanların geleceğini haber vermektedir:
“Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin ederim! Meryem oğlu İsâ’nın aranıza (bu şeriatla hükmedecek) adâletli bir hâkim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitaptan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur.” (Müslim, İmân, 242; Buhârî, Büyû, 102, Mezâlim, 31)
Secde, bedenin eğilmesine mukâbil rûhun yükselişi ve hataların dökülmesi demektir. Kul haddini bildikçe Cenâb-ı Hak ihsânlarda bulunmakta ve onun kadrini yüceltmektedir. Ma’dan bin Ebî Talha (r.a) anlatıyor:
“Rasûlullah (s.a.v)’in azadlısı Sevbân (r.a)’a rastladım. Kendisine:
«–Bana öyle bir amel söyle ki onu yaptığımda Allah beni cennetine koysun!» dedim. Veya «Allah’a en sevgili amel hangisidir?» diye sordum. Sevbân sükût etti. Sonra ben tekrar aynı şeyi sordum. O yine sükût etti. Ben üçüncü sefer sordum. Sonunda dedi ki:
«–Aynı şeyleri ben de Rasûlullah (s.a.v)’e sormuştum. Bana şu cevabı vermişti:
“–Allah için çokça secde yapmaya bak! Zîrâ Allah için bir secde yaptığında, Allah o sâyede seni bir derece yükseltir ve bir günahını siler.”
Sonra Ebu’d-Derdâ’ya geldim. Aynı şeyi ona da sordum. O da Sevbân’ın bana söylediğinin aynısını söyledi.” (Müslim, Salât 225. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Tirmizî, Salât 169; Nesâî, Tatbîk 80, 89 İbn-i Mâce, İkâmet 201)
Secdenin aynı zamanda cehennemden kurtuluş vesîlesi olduğu hadîs-i şerîfte şöyle beyan edilir:
“…Kıyâmet günü Allah Teâlâ, cehennem ehlinden dilediklerine rahmet edecektir. Meleklerine, dünyadayken Allah’a ibâdet edenleri oradan çıkarmalarını emredecek, onlar da çıkaracaktır. Melekler onları secde izlerinden tanırlar. Allah, cehenneme, secde izlerini yemeyi haram kılmıştır. Ateş, insanın her tarafını yakar, sadece secde yerine dokunamaz.” (Buhârî, Ezân, 129)
Secde kurtuluşa ermenin en mühim vâsıtasıdır. (el-Hac, 77) Murâdlar da ancak secde ile hâsıl olur. Yüksek makamlar ancak secde sâyesinde elde edilir. Ekilen tohumun meyve vermesi gibi bir müslümanın secde ve rukûu da onun için âhiret âleminde cennet olur, cemâlullah olur. Secde, Hak kapısını çalmaktır. Kapıyı çalmaya devâm edene kapı açılır.
Rasûlullâh (s.a.v), kendisine hizmet eden Rebîa bin Kâ’b (r.a)’a sık sık:
“–Bir ihtiyacın ve isteğin var mı?” diye sorardı. Bir gün yine:
“–(Bu hizmetlerine mukâbil) benden ne arzu edersen iste!” buyurdu. O da:
“–Cennette seninle beraber olmayı isterim!” dedi. Efendimiz (s.a.v):
“–Başka bir şey istesen olmaz mı?” buyurdu. Sahâbî:
“–Dileğim ancak budur!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
“–Öyleyse çokça secde ederek kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu. (Müslim, Salât, 226; Ahmed, III, 500)
Yine kıyâmet günü kendisine şefaat etmesini isteyen sahâbîsine Peygamber Efendimiz (s.a.v):
“–Öyleyse sen de çok secde ederek bu hususta bana yardımcı ol!” buyurmuşlardır. (Ahmed, III, 500)
Ebû Fâtıma el-Ezdî (r.a) şöyle der:
“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bana dedi ki:
«–Ey Ebû Fâtıma! (Âhirette) bana kavuşmak istersen secdeleri çoğalt!»
«Ey Ebû Fâtıma! Secdeleri çoğalt! Zîrâ herhangi bir müslüman Allah Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri için bir secde yaparsa, Allah Teâlâ da onu bu secde sebebiyle bir derece yükseltir.»” (Ahmed, III, 428)
Şeytan secde etmediği için ilâhî huzurdan kovulmuş ve lânetlenmiştir. Allah’ın emrine itaat ederek Hz. Âdem’e secde etseydi hakîkatte Allah’a secde etmiş olacaktı. Kibre kapılarak secdeye kapanmaktan kaçındığı için ebedî bedbahtlığa uğradı. Rasûlullah (s.a.v) onun pişmanlığını şöyle haber verir:
“Âdemoğlu secde âyeti okur ve secde ederse şeytan ağlayarak ayrılır ve: «Yazık bana, insanoğlu secdeyle emredildi ve secde etti, mukabilinde ona cennet var. Ben de secdeyle emrolundum ama itiraz ettim, bana da cehennem var» der.” (Müslim, İmân 133)
Bu dünyada secde etmeyenler âhirette isteseler de buna kâdir olamazlar. O dehşet verici manzara, ilâhî bir tehdit mâhiyetinde şöyle gözler önüne serilir:
“O gün işler son derece güçleşir, paçalar tutuşur. Bütün insanlar secdeye dâvet edilir, fakat kâfirler secde edemezler. Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet kaplamıştır. Hâlbuki onlar, sapasağlam iken secdeye dâvet ediliyorlardı (da buna yanaşmıyorlardı).” (el-Kalem, 42-43)
Mevlânâ Hazretleri ne güzel söyler:
“Mülk sâhibi odur ki, huzûrunda secde edene ve gönlünde dünya sevgisi bulunmayana, yüzlerce mânevî mülk bağışlar. Onu üstün insan yapar. Fakat Allah’a edilen bir secdenin mânevî zevki, sana yüzlerce dünya devletinden daha hoş gelir. Ağlayıp inlemeye koyulur; «Mülkler istemiyorum, pâdişahlık istemiyorum, bana o secdedeki devleti ver. Bu bana yeter.” demeye başlarsın.”
Yâ Rabbî! Bizleri secdeden ayırma!
Âmîn!..