Bütün İslam dünyasında ve Osmanlı memleketinde Ramazan ayına çok ehemmiyet verilirdi. İki-üç ay kala her evde hazırlık ve tedarik başlardı. Halk sair günlere ait erzak ve ev ihtiyaçlarına ilâveten, imkânları nisbetinde reçeller, sucuk veya pastırma, zeytin, peynir, şerbetlik şekerler, şuruplar, kâfi miktarda şeker ve hoşaflıklar, güllaçlar, çorbalıklar alırdı. Ayrıca hânelerdeki sahan, tencere, sini gibi bakır kaplar kalaylanır, hallaçlar çağrılır, yatak takımlarının yün ve pamukları attırılırdı.
Zenginler, yeni kürkler, elbiseler ve seccadeler alır, hanımlar Ramazan-ı Şerîf’te giymek için kendilerine ve hizmetçilerine yeni elbiseler yaptırırlar, hatta bazıları oda döşemelerini bile yeniletirlerdi. Yine herkes kudretine göre Ramazan-ı Şerîf’te kullanılmak üzere zarif kahve zarf ve fincanları, su bardakları, kıymetli kaşıklar alır, çocukların hoşuna gitsin diye sapı düdüklü kaşıklar tedarik edilir.
Çarşı pazarlarda bakkallar demet demet renkli bağlara bağlanmış güllaçlar, sucuk veya pastırmalar asar ve her türlü erzaklarını teşhir ederlerdi. Şekerci dükkânlarında türlü reçel numuneleri birer ufak tabağa konurdu. Dükkânlar, envâi çeşit şerbetlik şekerler ve haması denen şerbetliklerle tezyin edilirdi. Bütün mahallelerdeki kahvehaneler silinir, camları temizlenir ve hayalciler ve zuhûrî kolları icrâ-yı sanat etmek için Dersaadet’in kalabalık yerlerindeki büyük kahveleri kiralarlardı. Büyüklerin çoğu hoşa gidecek bazı şeyler almak, oturup vakit geçirmek üzere bedesten denen yere gidecekleri için oralarda da ne kadar nefis eşya varsa dükkânlarda teşhire konurdu. Dolap denen dükkânlarda insanların oturması için ufak minderler bulunurdu.
Câmilere, hangi vakfın hayratından ise o vakfın nâzır-ı umûr’u olup mütevellî denen kişiler aracılığıyla mumlar, zeytinyağları verilir, câminin kandil, süpürge gibi diğer noksanları tamamlanırdı. Büyük selâtîn câmîlerine âit tezyinat ve eksikler için Evkâf Nezâreti tarafından memurlar tayin edilir ve Şâban ayının 15. günü iki minareli olan camilere geceleri kandilden yazı ve çiçek yapmak için mahyâ ipleri kurulurdu. Böyle büyük selâtîn câmîlerinin avlularına ve bilhassa Hazret-i Hâlid, Fâtih Sultan Mehmed, Sultan Bâyezîd, Ayasofya câmîlerinin avlularına sergiler kurulurdu. Bu sergilerde tesbihçiler tesbihleri ve sahaf denen kitapçılar çeşit çeşit nefis Mesâhîf-i Şerîfe’leri, el yazması ve nüshası çok kıymetli ve nâdir olan nefis kitapları geçici olarak avluya getirdikleri camlı dolaplara koyarlardı.
Gelenlerin oturması için cami avlularında geçici olarak dükkân şekline sokulan yerlerde, eski mâden, Saksonya ve çini evânîler (kaplar), çok hoş ve tuhaf eşyalar, nefis şallar, kumaşlar, türlü çubuk ve çubuk takımları teşhir edilirdi. Avlular böyle rağbet gören daha birçok şeyle donatılmış olurdu. Bir tarafta da çorbalara ekmek için çeşitli baharat sergilenir, Kur’ân-ı Kerîm okunurken yakmak üzere öd ağacı, kurs, anber kabuğu gibi buhurlar, tablalar üstünde ağzı pamukla kapatılmış olan çok sayıda küçük şişeler içinde bumbar denen yemekle beraber yenen hardallar, iftarda oruç açmak için hurma ile çeşit çeşit baharlı elvan renk şekerler bulundurulurdu. Yine bu cami kapılarının dışında tablalarda çeşit çeşit simitler, çörekler, en âlâ Ramazan pideleri yer alırdı. Bu camilere gelen zenginlerin bindikleri at ve arabaları da kapılarda durur, sahiplerinin dönüşünü beklerdi.
Camilerin içinde, namaz vakitlerinde camide hizmet etmek için gelen mûsıkî erbabından güzel ve parlak sesli zevât tarafından namazdan evvel devirler (devir hatimleri) okunur, yüksek sesle iç ezanları verilir, kâmetler getirilirdi. Câminin asıl vazifelilerinden başka dışarıdan gelen meşhur hâfızlar ve kurrâdan olanlar imâmete geçerek namaz kıldırır, üstâdâne mihrâbiyeler okunurdu. Namazdan sonra güzel sesli hâfız-ı Kur’ânlar câminin maksûreleri içinde ve münâsip yerlerinde Kur’ân kıraat ederler ve herkes huşû ile onları dinlerdi.
Hükûmet tarafından vazîfelendirilmiş olan veya arzu eden ulemâ, Kur’ân-ı Kerîm’in mânâsını açıklayarak tefsîr eder, dînî terbiyesi üzerine vaazlar verir, nasihat eder ve herkes etrafına oturarak onu dinlerdi. Mâbed-i ilâhî olan bu câmilerde her sınıf halk eşit hak ve hürriyetlere sahipti. Orada ekâbir ve halktan kimseler arasında sınıf farkı olmadığından herkes istediği yerde, en büyük addolunan adamın yanında oturabilir ve namaz kılabilirdi.
Cemaatin hepsi kudretine göre temiz ve düzgün elbise giyer, abdestli olur, eli yüzü temiz olur, birkaç yüz kişi câmide her vakit bulunduğu hâlde pis kokular duyulmaz, her an gerçek bir temizlik görülürdü.
Ramazanlarda câmiye gelen vüzerâ ve küberâ ile her sınıf halk, mâlî kudretine göre, hâfızlara kıraat sonunda gizlice münâsip atıyyeler verirdi. Yine herkes durumuna göre, dışta cemaatin yardımını bekleyen fukaraya sadakalar, rastlarsa kimsesiz çocuklara şeker parası nâmıyla paralar verir, câmi dışında simit, çörek alır, hoş sözlerle gönüllerini yaparlardı.
Câmilerde rastlaşan ahbaplar birbirlerini iftar yemeğine dâvet eder, çoğu misafirlerini câmiden beraberinde evine götürürdü. Zenginler de câmilerdeki hâfız ve vâiz efendileri, ağaları vasıtasıyla akşam iftar etmek üzere konaklarına davet eder ve dönüşlerinde de atıyyeler verirlerdi.
Gündüz vüzerâ, ekâbir, ricâl ve memurlarla meşhur zevât bir müddet câmide kalır, hâfız ve vâizleri dinler, herkes gibi câminin maksûre tâbir olan parmaklıklarla bölünüp ayrılmış yerlerinde kendi kendine Kur’ân-ı Kerîm okuduktan sonra câmi avlusuna çıkar, evvelce anlatılan sergi denen meşher-i nefâisi dolaşır, sonra oturup biraz vakit geçirir, alış-veriş etmiş olmak için sergiden de bir şeyler satın alırdı. Vüzerâ ve küberâ, Ramazan keyfi ve oruç hâliyle gözlerine her şey hoş hoş göründüğü için pek çok eşya satın alırlardı. Her seferinde üç beş bin kuruş harcadıkları bile olurdu. Bu arada rastladıkları yoksul kişilere ağaları vâsıtasıyla gizlice kifâyet miktarı atıyyeler vererek taltif ederlerdi.(Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tâbirleri, İstanbul 2000, s. 250-253)
Receb ayı girdiğinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle dua etmeye başlarlardı:
اَللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَبٍ وَشَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ
“Allah’ım! Receb ve Şâban aylarını bize mübârek eyle ve bizi Ramazân’a ulaştır!” (Taberânî, Evsat, IV, 189; Beyhakî, Şuab, V, 348. Krş. Ahmed, I, 259)
Üç aylar girdiğinde Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz namazlarını, oruçlarını, Kur’ân tilâvetlerini ve infaklarını artırırdı. Ramazan’ın son on gününde ise bu hâl zirveye çıkardı.
Receb, hürmet edilmesi gereken haram aylardandır. Bu aylar sulhe ve ibadete ayrılmıştır. Bu aylarda yapılan dualar daha fazla makbul olur.
Şâban ayının da pek çok fazîletlerinden bahsedilmiştir. Hazret-i Âişe (r.anhâ) şöyle der:
“Peygamber (s.a.v) hiç bir ayda, Şâban ayında tuttuğu oruçtan daha fazla oruç tutmazdı. Şâban ayının tamamını oruçlu geçirirdi.” (Buhârî, Savm 52; Müslim, Sıyâm 177)
Başka bir rivayette: “Pek az bir kısmı hariç, Şâban ayını baştan sona oruçlu geçirirdi” denilmektedir. (Müslim, Sıyâm 176; İbni Mâce, Sıyâm 30)
Ramazan ayının fazîleti ise îzâhtan vârestedir.
O hâlde bu aylar fırsat aylarıdır. Cenâb-ı Hak, kullarına, kaçırdıkları kıymetli vakitleri telâfî için fırsat demleri lûtfetmektedir. Yüce Rabbimiz, bu mübarek ayların kıymeti bilenlerden eylesin! Âmîn!.