a. Peygamberlerin Sıfatları

Peygamberlik çalışarak elde edilemez. Allah bu mukaddes vazifeyi dilediği kuluna verir.[1] Bütün peygamberler Allah’ın seçilmiş, sâlih, faziletli, ihlâslı ve en hayırlı kullarıdır. Onlarda şu vasıfların bulunduğu ittifakla kabul edilmiştir:

Sıdk: Peygamberler, ilâhî hükümleri, emir ve yasakları insanlara teblîğ ederken ve verdikleri her türlü haberde doğru sözlü, sâdık kişilerdir. Onların yalan söylemeleri mümkün değildir.

Emânet: Bütün peygamberler her hususta son derece emîn, güvenilir, dürüst ve mümtaz şahsiyetlerdir. Ehl-i îmân olmayanlar bile onlara sonsuz bir güven duyarlar. Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara değiştirmeden, artırıp eksiltmeden teblîğ ederler.

Peygamberlere vahiy getiren Cebrâîl u da emîndir. Cenâb-ı Hak:

“O (Kur’ân-ı Kerîm), şüphesiz değerli, güçlü ve Arş’ın sahibinin yanında îtibarlı bir elçinin getirdiği bir sözdür. O, kendisine itaat edilen, emîn bir elçidir” buyurur. (Tekvîr, 19-21) Dolayısıyla vahiy, semâdaki Emîn vâsıtasıyla yeryüzündeki Emîn’e inzâl buyrulmaktadır.

Fetânet: Peygamberler, insanlar içinde akıl, zekâ ve firâset bakımından en üst derecededirler. Onlar, kuvvetli bir hâfıza, yüksek bir idrâk, güçlü bir mantık ve iknâ kabiliyetine sahiptirler.

Fetânet, kuru bir akıl ve mantık değil, dehânın da ötesinde bir idrâk seviyesidir. Kalbe bağlı aklın, firâset ve basîretin ifadesidir. Her peygamberin, vazîfesini eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün bir zekâya sahip olması îcâb eder. Aksi takdirde, gönderildikleri kimselere karşı kuvvetli deliller getiremez, onları iknâ veya ilzâm edemezler.

Peygamberler, en muğlâk ve müşkil meseleleri dahî sühûletle hallederler. Mevzûları îzâh ederken, sehl-i mümtenî ile konuştukları için, idrâk seviyeleri birbirinden farklı olan muhâtapları, onları anlamakta zorluk çekmezler.

Teblîğ: Peygamberler, ilâhî emirleri dosdoğru ve emredildikleri şekilde insanlara ulaştırırlar. Onların teblîğlerinde, kendilerinden ne bir ilâve ne de bir eksiltme yoktur. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni teblîğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun risâlet vazîfesini yerine getirmemiş olursun…” (Mâide, 67)

Peygamberler, teblîğ vazîfelerini yerine getirirken, pek çok sıkıntıyla karşılaşmışlardır. Fakat hiçbir zaman dâvâlarından tâviz vermemişlerdir.

İsmet: Cenâb-ı Hak, peygamberleri, gizli ve âşikâr her türlü günahtan korumuştur. Bu vasıfları sebebiyle onlar, peygamberlikten önce de sonra da şirk bataklığına düşmekten korunmuşlardır. Yine Allah’tan aldıkları vahyi insanlara teblîğ ederken unutmaları veya hatâ etmeleri mümkün değildir.

İnsanlar, bir peygamberin günâh işlediğini görselerdi, onun verdiği ilâhî haberlerin doğruluğuna güvenemezlerdi. Bu durum onların, Allah’ın yeryüzündeki hücceti ve şahidi olma husûsiyetlerine gölge düşürürdü.

Ehl-i Sünnet âlimlerine göre peygamberler büyük günah işlemezler. Sehven ve birtakım hikmetlere mebnî olarak “zelle” işlemeleri mümkünse de hatâ üzere bırakılmazlar, derhâl vahiyle tashih ve îkâz edilirler. Bu “zelle” dediğimiz gayr-i irâdî beşerî hatâlar; peygamberlerin de acziyeti tatmaları ve onların beşer olduğu hatırlatılarak kendilerine ulûhiyet izâfe edilmesine mânî olmak içindir.

Peygamberler her yönüyle kâmil olan yüce bir ahlâka ve üstün vasıflara sahiptirler. Sağlam karakterleri, herkese emniyet ve itimat veren güçlü şahsiyet ve sağlam seciyeleri; gösterdikleri mucizelerden daha beliğ ve veciz bir şekilde onların peygamberliğine delalet eder. Zira akıl, bu vasıfların peygamberlerden başka bir kişide toplanmasının imkânsız olduğuna kesinlikle hükmeder.

Yahudilik’te Malaki sonrasındaki peygamberler kabul edilmediği gibi her üç dinde ortak olan bazı peygamberlerle alakalı olarak peygamberlik vazifesiyle bağdaşması mümkün olmayan iddialar ileri sürülür. Hristiyanlık, kendinden önceki peygamberleri kabul edip sonrasını reddeder, ayrıca peygamber kavramına farklı mânâlar yükler. İslâm ise, peygamberlere dâir bu tür gerçek dışı iddiaları reddedip hakikati tam olarak ortaya koymuştur.[2]



[1] Cuma, 4.

[2] Prof. Dr. Ö. F. Harman, “İslam” mad., DİA, XXIII, 4.

%d bloggers like this: