Allah tarafından Hz. Dâvud -aleyhi’s-selâm-’a gönderilmiştir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazmışızdır ki, yeryüzüne ancak sâlih kullarım mirasçı olurlar.” (Enbiyâ, 105. Krş. Buharî, Teyemmüm, 6)
Zebûr bugün Mezmurlar (Mezâmir) diye Eski Ahit’in içinde yer alır. Mezmurların bugünkü İbrânîce metinleri çoğunlukla eksik ve hatalıdır. Metinler üzerinde sık sık düzeltmeler ve yorumlar yapılmıştır. Diğer taraftan ibadetlerde kullanılmaları sebebiyle birçok defa istinsah edilmiş ve bu çalışmalar çeşitli hataların meydana gelmesine sebep olmuştur.[1]
Ahd-i Atîk’te verilen bilgilerin tarihî gerçeklere uygunluğunu tesbit etmek için Batı dünyasında XVI. asırdan itibaren tenkit faaliyetlerine başlanmıştır. Neticede Tevrat’ın farklı dönemlerde farklı yazarlar tarafından kaleme alındığı, düzeltme, değiştirme ve ilâveler yapıldığı, bu haliyle derleme bir kitap olduğu, tarihî ve ilmî verilerle ortaya konmuştur. Ahd-i Atîk’i teşkil eden diğer kitapların da nisbet edildikleri şahıslar tarafından kaleme alınmadığı, daha sonraki dönemlerde farklı kişilerce yazılıp çeşitli düzeltme ve ilâveler yapıldığı, metne müdahalelerde bulunulduğu, bu kitapların istinsahı esnâsında bilerek veya bilmeyerek pekçok değişiklik yapıldığı yine bu ilmî tedkiklerle ortaya çıkarılmıştır.
Ahd-i Atîk’le ilgili gerek metin tetkik ve tenkidi faaliyetleri, gerekse arkeolojik çalışmalar sonunda, bazen mevcut bilgileri doğrulayan, çok defa da yalanlayan neticeler elde edilmiştir. Mevcut şekliyle bu yazıların kutsallığına inananlar bile kutsal metin yazarlarının rolünü, üslûp, kullanılan kelimeler ve çerçeveyi tamamlayan bilgilerde yazarların tasarrufunu kabul etmektedirler. Dolayısıyla yazarın bilgi seviyesi, ulaşabildiği ve derleyebildiği rivayet ve telakkiler metnin muhtevasına tesir etmektedir. İçinde bulundukları toplum ve dönemin şartlarıyla sınırlı olan bu yazarlar, genelleme ve sembolizm yerine, ilâhî muhtevayı, ayrıntılı zaman ve mekân boyutlarıyla süsleyince ortaya birçok hata çıkmıştır. Kitapların tedvîninde sonraki dönemlere ait ilâve ve değişiklikler, çok defa birbirine zıt hükümlerin veya bilgilerin aynı metin içinde yer almasına sebep olmuştur. Bazı şahıs ve hâdiselerle alâkalı tekrar ve çelişkili bilgiler ise farklı yazarların mevcudiyetini ortaya koymaktadır.[2]
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’ın Allah tarafından gönderildiğini inkâr ederken bütün vahiyleri silip atan kimselere cevap olarak şöyle buyurur:
“Allah’ı gereği gibi tanıyamadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: «Öyle ise Musa’nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab’ı kim indirdi? Siz onu parça parça kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur’ân’da) size öğretilmiştir.» (Rasûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!” (En‘âm, 91. Bkz. Bakara, 75; Nisâ, 46; Mâide, 13, 41, 44)