11. İyimserliği Ön Plana Çıkarır

İslâm, insanların iyimser ve ümidvâr olmalarını ister. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır”. (A‘râf, 156)

“Rahmetim gazabıma galiptir.” (Buhârî, Tevhîd, 15)

Bu inanç, müslümanların ümidvar olması için kâfîdir. Diğer taraftan; af, merhamet, sabır, tevekkül, rızâ, hüsnüzan gibi güzel hasletler müslümanı hayatta rahatlatmaktadır. Başa gelen musîbetlerin ya günahlara keffâret olması veya mânevî dereceyi yükseltmesi de hayatın yükünü hafifletme husûsunda mühim bir yere sahiptir. Elinden gelen şeyleri yaptıktan sonra kadere teslim olan ve Allah’tan gelen her şeye rızâ gösteren bir müslümanın kederlenmesi mümkün değildir. O, dâimâ huzur ve sükûn içinde mes’ûd bir hayat yaşar, Cenâb-ı Hakk’ın şu sözü ile tesellî bulur ve O’na sığınır:

“…Hoşlanmadığınız bir şey, sizin için hayırlı olabilir. Yine sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Bakara, 216)

Bu anlayışla hareket eden müslümanlar, başlarına gelen sıkıntı ve belâları, sabır ve rızâ sâyesinde âhiret sermayesine dönüştürürler. Nâil oldukları nimet ve güzellikleri de hamd ve şükür ile daha da artırırlar. (Müslim, Zühd, 64)

Îmansızlar ve günahkârlar için ise tevbe kapısı son âna kadar açıktır. Kişi ölüm emârelerini veya kıyamet alâmetlerini görünceye kadar her an iman ve tevbe edebilir. Ancak ölüm ve kıyamet, insanı âniden yakalayacağından, vakit kaybetmeden bir an evvel Allah’a yönelmek îcâb eder. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“De ki: Ey ne­fis­le­ri­ne zul­met­mek­te aşı­rı gi­den kul­la­rım! Al­lah’ın rah­me­tin­den ümî­di­ni­zi kes­me­yi­niz! Çün­kü Al­lah bü­tün gü­nah­la­rı af­fe­der. Mu­hak­kak ki O, Ga­fûr ve Ra­hîm’dir. Onun için, ümidi kesmeyin de başınıza azap gelmeden evvel bir an önce Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun! Yoksa yardım göremezsiniz.” (Zü­mer, 53-54)

Allah Rasûlü r, Cenâb-ı Hakk’ın şu müjde dolu sözlerini nakleder:

“Ey âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun müddetçe, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun onların büyüklüğüne bakmadan seni affederim.

Ey âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim.

Ey âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzûruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak tutmamış, şirke bulaşmamış olsan, ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.” (Tirmizî, Deavât 98/3540)

Bu sebeple müslümanlar, Allah’ın rahmet ve mağfiretinden hiçbir zaman ümitlerini kesmezler. Rasûlullah r, Allah’ın rahmeti karşısında ümitvar olmanın güzel bir misalini şöyle anlatır:

“Cehenneme giren iki kişinin oradaki feryad u figânları şiddetlenecek. Allah Teâlâ hazretleri:

«−Çıkarın bunları!» buyuracak. Onlara:

«–Niçin bağırıyorsunuz?» diye soracak. Onlar:

«–Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!» diyecekler. Hak Teâlâ:

«–Benim size olan rahmetim, gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!» buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona serin ve selamet kılacak. Diğeri kalkacak fakat kendini ateşe atamayacak. Allah Teâlâ Hazretleri:

«–Arkadaşının attığı gibi, sen kendini niçin cehenneme atmadın?» diye soracak. Adam:

«–Ey Rabbim, beni bir defa çıkardıktan sonra tekrar oraya göndermeyeceğini ümit ediyordum!» diyecek. Bunu üzerine Allah Teâlâ:

«–Haydi, sana ümit ettiğin şeyi verdim!» buyuracak. İkisi de Allah’ın rahmetiyle cennete girecekler.” (Tirmizî, Cehennem, 10/2599)

Uğursuzluk Yoktur

Rasûlullah r, insanların bazı şeylere uğursuzluk atfetmesini yasaklamış, bütün her şeye iyi ve müsbet bir nazarla bakmayı esas kılmıştır. Bir gün:

“−Uğursuzluk yoktur. Ben, hayra yormayı tercih ederim” buyurmuştu. Sahâbîler:

“–Hayra yorma (tefe’ül) nedir?” dediler. Efendimiz r:

Güzel ve olumlu sözdür” buyurdu. (Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 102)

 Yine birgün Peygamber Efendimiz’in huzûrunda uğursuzluktan söz edilmişti. Allah Rasûlü r şöyle buyurdu:

“−En güzeli, hayra yormaktır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman şöyle desin:

اَللّٰهُمَّ لَا يَأْتِي بِالْحَسَنَاتِ إِلَّا أَنْتَ وَلاَ يَدْفَعُ السَّيِّئَاتِ إِلَّا أَنْتَ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلَّا بِكَ

“Allah’ım! İyilikleri sadece sen verirsin; kötülükleri yalnız sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak senin yardımınla kazanılabilir».” (Ebû Dâvûd, Tıb, 24/3919)

Peygamber Efendimiz, bir türlü sonuçlandırılamayan Hudeybiye anlaşması sırasında müşrikler adına Süheyl bin Amr’ın temsilci olarak geldiğini görünce, onun ismindeki kolaylık mânâsından tefe’ül ederek, “İşiniz kolaylaştı” buyurmuştur. (Buhârî, Şurût, 15)

İslâm, suizandan kaçınmayı, insanlara dâimâ hüsnüzan ile bakmayı tavsiye eder. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Ey îmân edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın!..” (Hucurât, 12)

Dikkatli olmakla birlikte insanlara ve hâdiselere iyi gözle bakmak, kişiye büyük bir rahatlık sağlar. İnsanı birçok lüzumsuz zahmetten ve bazı günahlardan kurtarır.

Bir de mü’minlerde “Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü” anlayışı hâkimdir. Cenâb-ı Hakk’a duydukları muhabbet sebebiyle O’nun mahlûkâtına hep şefkatle yaklaşır, her şeyi Yüce Yaratıcı’nın bir emaneti olarak görürler.

Mü’minler, Allah’ın gazabından korkmakla birlikte rahmetinden de hiçbir zaman ümîdlerini kesmezler. Korku ile ümit duyguları arasındaki bu muvâzene; “beyne’l-havfi ve’r-recâ” şeklinde ifade edilir. Rasûlullah r şöyle buyurmuştur:

“Azîz ve celîl olan Allah, «Ben, kulumun beni düşündüğü gibiyim; beni andığı her yerde, onunlayım» buyurmuştur.

Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, kulunun tevbe etmesinden dolayı duyduğu hoşnutluk, herhangi birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha büyüktür. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım, bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim».(Müslim, Tevbe 1, Zikir 2, 19; Buhârî, Tevhîd 15, 35, 55)

Hele ölüm yaklaştığında, müslümanların Allah’a karşı duydukları hüsnüzan daha da artar. Peygamber r Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Her biriniz ölürken mutlaka Allah’a hüsnüzanda bulunsun!” (Müslim, Cennet 81, 82; Ebû Dâvûd, Cenâiz 13)

Rızık açısından bakıldığında da müslümanlar karamsar olmazlar. Zira Allah Teâlâ bütün insanların rızkını tâyin etmiştir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Yeryüzündeki her canlının rızkını Allah üstlenmiştir.” (Hûd, 6)

“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin! Sizin de onların da rızkını biz veririz.” (En’âm, 151)

“Nice canlı var ki rızıklarını kendileri taşıyamaz (temin edemez.) Ama onları da sizi de rızıklandıran Allah’tır. O her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.” (Ankebût, 60)

İnsanın rızkı, onu ecelinden daha çok takip eder. Yani insan, kendisine rızık olarak ne takdir edilmişse ona muhakkak kavuşacaktır. Dolayısıyla bu hususta ümitsizliğe kapılmadan hareket etmeli, sadece rızık temini için gerekli sebeplere sarılmalıdır. Elden gelen her şeyi yaparak dürüst bir şekilde çalıştıktan sonra Cenâb-ı Hakk’ın verdiği rızka -az veya çok demeden- kanaat etmeli, onu Allah’ın râzı olacağı şekilde kullanmalıdır. Rasûlullah r şöyle buyurmuştur:

“Müslüman olan, kendisine yeterli rızık verilen ve Allah’ın lûtfettiği bu nimetlere kanaat eden kimse felâha ermiştir.” (Müslim, Zekât, 125. Tirmizî, Zühd, 35/2348)

İşte İslâm, insanların dünya ve âhiret hayatına bu şekilde umutla bakmasını sağlar. Allah’ın dînine tâbî olanlar, hem bedenen hem de rûhen huzurlu bir hayat yaşayıp nihayetinde dünya ve âhiret saâdetine kavuşurlar.

%d bloggers like this: