4. İnsan ve Din

Din, insanın Yaratıcı’sıyla ve diğer varlıklarla münasebetlerini düzenleyen kanun, nizam ve yol diye tarif edilir. Buna göre din, Yaratıcı tarafından insana, ölümden önceki ve sonraki hayatında yol göstermek üzere öğretilen bilgileri ihtivâ eder.

Bu dünyaya gelen insan, bir ağacın gölgesinde gölgelenmek için oturan yolcu gibidir. Bu yolcu ağacın gölgesinde ne kadar oturursa, insan da dünyada o kadar oyalanır. İnsanın asıl hayatı, geldiği ve gideceği hayattır. İşte din de, insanın o ağacın gölgesinde kimseye zarar vermeden, hakka hukuka riâyet ederek oturması, bu kısa süreyi rahat bir şekilde ve geri kalan hayatını riske atmadan geçirmesi için bir takım kâideler koymuştur.[1] Bu açıdan bakıldığında din, târih boyunca fert ve toplumun huzûru için dâimâ ge­rekli bir müessese olmuş, kendisine ihtiyaç duyulmuş ve hiçbir zaman ondan müstağni kalın­mamıştır.[2]

Cenâb-ı Hak kâinatta çok çeşitli varlıklar yaratmıştır. Ancak bunların içinde insanın çok farklı bir yeri vardır. İnsan bütün mahlûkâta efendi kılınmıştır. Bütün yaratıklar insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bununla da kalmayıp insana diğerlerinde olmayan akıl, irade, ilim, idrak, mâlik ve hâkim olma gibi çok üstün kabiliyetler lutfedilmiştir. Lâkin bu kabiliyetler iki tarafı keskin bıçak gibidir. Bunların müsbet tarafı kullanılırsa kâinata sağlam bir düzen, insanlığa bol bol hayır ve bereket getirirler. Menfî tarafı kullanılacak olursa umulmadık şerler getirir ve korkunç bir anarşiye sebep olurlar. Dehşet verici zulümlere ve büyük savaşlara yol açarlar.

O hâlde bu sıfat ve kabiliyetlerin doğru bir yere yönlendirilmesi için, başka bir kuvvete ihtiyaç vardır. O da doğru bir dindir. Ancak şunu da unutmamalıdır ki Allah Teâlâ, insanın dindar olmasına muhtaç değildir ve insanın ilâhî emirlere yapışması Allah’a hiçbir fayda sağlamayacaktır. Fakat biz insanların, âhiret saadetinden önce, dünya mutluluğuna ulaşabilmemiz için bile mutlaka dinin emirlerine uygun yaşamamız gerekmektedir.[3]

Kullarını çok seven Allah Teâlâ, bu hususta da onlara yardım etmiş, içlerindeki fıtrî his ve şuuru, ilâhî vahiy ile yönlendirip geliştirmiş, onları başıboş bırakmamıştır.[4] En güzel kıvamda yarattığı insanın,[5] insanlık haysiyetine yaraşır bir şekilde yaşaması için ona yol gösterecek peygamberler ve kitaplar göndermiştir.



[1] Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve diğerleri, Gençlik ve Din, s. 7.

[2] Hans Frayer, Din Sosyolojisi, s. 77.

[3] Prof. Dr. M. S. R. el-Bûtî, İslâm Akâidi, s. 71-76.

[4] Kıyâme, 36.

[5] Tîn, 4.

%d bloggers like this: