İçinde bulunduğumuz şu yaz aylarında elhamdülillah camilerimiz ve mahallelerimiz cıvıl cıvıl şenlendi, yüzlerine nûr aksetmiş Kur’an talebeleri her yeri gül bahçesine çevirdi. İnsan şahsiyetinin küçük yaşlarda teşekkül ettiğini, dînî şuur ve eğitimin bu çağlarda verildiğini düşündüğümüzde bu manzara karşısında heyecanlanmamak ve mesrur olmamak mümkün değildir. Bu çiçekleri sulamak, şefkat ve muhabbetle yeşertip yetiştirmek ve kaba hareketlerden muhâfaza ederek kırılıp solmalarına mânî olmak îcâb eder. Bu, gözümüzün aydın olması, devamlı güzel râyıhalar teneffüs edebilmemiz ve istikbalimizin selamet üzere olması için yapmamız gereken en mühim vazifelerden biridir. Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
أكْرِمُوا أوْلاَدَكُمْ وَأحْسِنُوا أدَبَهُمْ
“Çocuklarınıza en iyi şekilde ikram edin, gereken ehemmiyeti verin ve onları güzel bir şekilde terbiye edin!” (İbn-i Mâce, Edeb, 3/3671)
Çocukların, istediğimiz şekilde terbiye edilip hayata en güzel şekilde hazırlanmasını kolaylaştıracak iksir muhabbettir. Sevgiyle yaklaştığımızda öğrettiğimiz ve gösterdiğimiz şeyleri de sevdirmiş oluruz. Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu hususta en güzel örneğimizdir. O engin tevazusuyla çocuklarla her fırsatta alâkadâr olmuş, şakalaşmış, gördüğünde onlara selam vermiş, hâl ve hatırlarını sormuş ve kusurlarını da hoş karşılamıştır. Kendisini çocuklara öylesine sevdirmişti ki, bir yerde onu gören çocuklar hemen ona doğru koşar etrafını sarar, o da her biriyle ilgilenir, hallerini sorar, sevgilerine karşılıkta bulunur ve onlarla şakalaşırdı.
Enes -radıyallahu anh-’in bildirdiğine göre Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- zaman zaman Ensar’ı ziyarete giderdi. Evlerine vardığında çocuklara selâm verir, başlarını okşar ve onlara dua ederdi. (Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, VI, 90)
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in çocuklara olan bu engin muhabbet ve alâkası, daha kendisini hiç görmemiş olan Medineli çocuklara bile ulaşmıştı. Hicret esnasında Allah Rasûlü’nü görebilmek için şehrin dışına kadar çıkmışlar, büyük bir sevgi seli hâlinde Efendimiz’e doğru akmışlardı. Âlemlerin Efendisi Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evine ineceği sırada Neccar oğullarının küçük kızları deflerle çıkıp:
نَحْنُ جَوَارٍ مِنْ بَنِي النَّجَّارِ يَا حَبَّذَا مُحَمَّدٌ مِنْ جَارِ
“Biz Neccar oğullarının kızlarıyız! Ne hoştur komşuluğu Muhammed’in” diyerek neşideler okumuşlardı. Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- onlara:
“–Beni seviyor musunuz?” diye sorduğunda hep bir ağızdan:
“–Evet yâ Resûlallah!” diye temiz gönüllerindeki katıksız muhabbeti ızhar ettiler. Bunun üzerine Habîb-i Ekrem Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Allah’ın birer emaneti ve geleceğin teminatı olarak baktığı bu yavrulara şu sevgi ve şefkat dolu cevabı verdi:
“–Allah biliyor ya vallahi ben de sizleri seviyorum! Vallahi ben de sizleri seviyorum! Vallahi ben de sizleri seviyorum!” (İbn-i Mâce, Nikah, 21/1899; Diyarbekrî, Hamîs, I, 341)
İşte bu yapmacık olmayan, içten ve samîmî sevgi ile çocukları etrafına toplayan Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, İslâm’ı onlara hâliyle ve kâliyle en güzel şekilde talim etmiş ve o yavruları İslâm’ı dünyanın dört bir yanına neşreden kahramanlar hâline getirmiştir. Bizler de Allah Rasûlü’nün izinden gitmeye çalışan mü’minler olarak çocuklarımızla muâmelede bu muhabbet bağına son derece ehemiyet vermeliyiz. Zira bu alâka ve muhabbeti kaybettiğimizde yavrularımızı hem kendimizden hem de her türlü mukaddesâtımızdan soğutur, dinimize, kültürümüze yabancı, hatta düşman olan ellere bırakmış oluruz.
Bu konuda her birimizin dikkatli davranması, çocukları câmilerden ve Kur’an-ı Kerim’den soğutacak yanlış davranışlardan şuurlu bir şekilde uzak durması gerekmektedir. Maalesef bugün pek çok camimizde, namaza gelen birkaç yavrunun, ufak tefek sebeplerle azarlandığını ve kendileriyle alâkadar olunmadığını görüyoruz. Bu, bir an evvel tashih edilmesi gereken, büyük hatalarımızdan biridir. Bu sakat tavrımız, başta evlatlarımızın olmak üzere tüm İslam dünyasının istikbalini karartacak güçtedir.
Camiye geldiği için takdir edilen ve gönlü alınan çocuk, oraya bir daha gitmeye can atarken; azarlanıp, korkutulan çocuk da bir daha gitmemek için elinden geleni yapar. Nitekim millî şâirimiz Mehmed Âkif Ersoy, babasının kendisini Sultan Ahmed Camii’ne götürdüğünü ve orada memnûn edildiğini tatlı bir hâtıra olarak anlatırken diğer bir meşhur zât da çocukken camide maruz kaldığı sert muamele sebebiyle ömrü boyunca bir daha camiye giremediğini anlatmaktadır. Bu insanın vebâlini kim yüklenebilir! Bu ağır günah bir insana hüsran olarak yeter ve artar. Sevgiyle yaklaşıldığında İslâm şâiri olan çocuk, haşin muameleler gördüğünde caminin semtine uğramayan biri hâline gelebilmektedir.
Bugün camilerde gördüğümüz çocuklara karşı sert muâmeleler, bizler için üsve-i hasene olan Allah Rasûlü’nün sünnetini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- çocuklara son derece musâmahalı davranmış ve hoş muamelede bulunmuştur. Bizim yapmamız gereken de Yüce Allah’ımızın en güzel örnek olarak takdim ettiği Rasûlullah’ın hayatını iyice öğrenmek ve onun izinden gitmektir.
Abdullah bin Şeddâd (r.a) babasından şöyle naklediyor:
“Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir akşam veya yatsı namazında yanımıza gelmişti. Hasan veya Hüseyin’den birini omzuna almıştı. Öne geçip çocuğu yere bıraktı. Sonra tekbir getirip namaza durdu. Namaz sırasında secdeyi çok uzattı. Başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim! Secdede Rasulullah’ın sırtına çocuk binmiş duruyor. Ben hemen secdeme geri döndüm. Namaz bitince cemaatten:
“–Ey Allah’ın Rasulü! Namaz sırasında öyle uzun bir secde yaptınız ki, bir hadise meydana geldi veya vahiy indi zannettik!” diye soranlar oldu. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:
“–Hayır! Bunlardan hiçbiri olmadı. Lakin torunum sırtıma bindi. Ben de, acele edip hevesi geçmeden sırtımdan indirmeyi uygun bulmadım.” (Nesâî, İftitah, 83)
Zaman olmuş Allah Rasûlü (s.a.v) rukû sırasında bacaklarının arasından geçmek isteyen çocuk için ayaklarını aralamış, müdahale ederek gönlünü kırmamıştır. (Suyutî, Tarihu’l-hulefâ, s. 189)
Kızı Zeyneb’den olan torunu Ümâme omzunda olduğu hâlde namaz kılmış, rükû ve secdeye gittikçe yere bırakmış, kıyama kalkarken tekrar omzuna almıştır. (İbn-i Sa‘d, Tabakât, VIII, 232)
Yine Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- secdeye gittiğinde bazen Hasan ve Hüseyin -radıyallahu anhümâ- gelip sırtına binmişlerdir. Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- secdeden kalkarken onları yumuşak bir şekilde alıp yere koymuş, secdeye vardığında onlar yine sırtına binmişlerdir. Bu durum namaz bitene kadar böyle devam etmiş, namaz bittiğinde de Rasûl-i Ekrem Efendimiz hiç kızmadan onları alıp dizine oturtmuştur. (İbn-i Hanbel, II, 513)
Zaman olmuş Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- hutbe okurken mescide tökezleyerek giren torununu kaldırmak üzere hutbesini kesip aşağıya inmiş, evladını kucaklayarak minberin üzerine oturtmuş ve hutbesine devam etmiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 30/3774)
Dinimizi bize öğretmek için Allah tarafından gönderilen Peygamberimiz, camideyken çocuklara böyle müsamahakâr bir şekilde ve sevgi ile yaklaşırsa bizim camiye gelenn çocukları dışarı çıkarmaya, onlara bağırmaya hatta kaş çatmaya dahi hakkımız olabilir mi? Bir insanı ömür boyu camiden soğutmanın ağır vebalini düşünerek bu hususta çok dikkatli olmamız gerekmektedir.
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in torunlarına ve diğer çocuklara olan davranışlarıyla alakalı buraya almadığımız daha nice güzel misaller mevcuttur. Bunları hem kendimiz öğrenmeli hem de evlatlarımıza öğreterek onların gönüllerinde Peygamber Efendimiz’in muhabbetini yeşertmeli, Kur’an’ı, camiyi ve namazı sevdirmeliyiz.
Bununla birlikte çocuklarımıza öncelikle câminin mânâsını ve âdâbını öğretmeli ve onlara câmideyken sâhip çıkmalıyız. Câmiyi kirletmelerine ve namaz kılan insanları rahatsız etmelerine fırsat vermemeliyiz.