Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:
“Melekleri, Arş’ın etrafını kuşatmış Rab’lerini hamd ile tesbih ederken görürsün.” (ez-Zümer 39/75)
“Arş’ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rab’lerini hamd ile tesbih ederler.” (el-Mü’min 40/7)
*
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a hamdederek başlanmayan her mühim iş bereketsiz olur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 19. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 18/4840)
*
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyâmet günü insanlar düz bir arâzide toplanırlar. Bakıldığında hepsini de görmek mümkündür, biri seslendiğinde sesini hepsine de işittirebilir. O gün bir münâdî üç defâ:
«‒Bugün herkes asıl değerli insanların kimler olduğunu bilecek!» diye nidâ ettikten sonra:
«‒Nerede korku ve ümidle Rablerine yalvarmak üzere (teheccüde kalktıkları için) vücutları yataklardan uzak kalan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infâk edenler?[1]
Nerede o ticaretin ve alış-verişin kendilerini Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlar? (en-Nûr, 37)»
Daha sonra bir başka münâdî:
«‒Bugün herkes en değerli insanların kimler olduğunu öğrenecek!» diye nidâ ettikten sonra:
«‒Nerede Rablerine çok çok hamdeden Hammâdûn!» diye nidâ eder.” (Hâkim, Müstedrek, II, 433/3508; Beyhakî, Şuab, IV, 539)
*
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, kulun yemek yedikten veya bir şey içtikten sonra, bunlar sebebiyle hamd etmesinden râzı olur.” (Müslim, Zikir, 89. Ayrıca bk, Tirmizî, Et’ime, 18/1816)
*
“Bir kimse yemek yedikten sonra:
الْحَمْدُ لِلهِ الَّذِي أَطْعَمَنِي هٰذَا الطَّعَامَ وَرَزَقَنِيهِ مِنْ غَيْرِ حَوْلٍ مِنِّي وَلَا قُوَّةٍ
«Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun!» derse, geçmiş günahları mağfiret edilir” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 1/4023; Tirmizî, Deavât, 55/3458. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Et’ime, 16)
*
“Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah Teâlâ meleklerine:
«–Kulumun çocuğunun ruhunu mu aldınız?» buyurur.
Melekler:
«–Evet» derler.
Allah Teâlâ:
«–Kulumun gönül meyvesini (ciğerpâresini) mi kopardınız?» buyurur. Melekler:
«–Evet» derler. Allah Teâlâ:
«–Peki, kulum ne dedi?» buyurur.
Melekler:
«–Sana hamd etti ve “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn/biz Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz” diye istircâda[2] bulundu» derler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
«–O hâlde kulum için cennette bir ev yapın ve adını da “Hamd Evi” koyun!» buyurur.” (Tirmizî, Cenâiz, 36/1021)
*
“En faziletli zikir «Lâ ilâhe illallah», en faziletli dua da «el-Hamdü lillâh»tır.” (Tirmizî, Deavât, 9/3383)
*
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böyle bir hususiyet sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayırdır. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayırdır.” (Müslim, Zühd, 64)
*
“Kul hastalandığı zaman Allah Teâlâ ona iki melek gönderir ve der ki:
«–Bakınız, kulum ziyaretçilerine ne söylüyor.»
Eğer hasta, ziyaretçiler geldiğinde Allah’a hamd ü senâ ediyorsa, melekler bunu her şeyi en iyi bilen Allah -azze ve celle- Hazretleri’ne ulaştırırlar. Bunun üzerine Allah da şöyle buyurur:
«–Eğer o kulumu vefat ettirirsem cennete koyarım. Şifâ verirsem, onun etini öncekinden daha hayırlı bir etle, kanını da daha hayırlı bir kanla değiştirir ve günahlarını da affederim.»” (Muvatta’, Ayn, 5)
*
“…Kim dîni hususunda kendisinden üstün olana bakıp, ona tâbî olur, dünyası hususunda da kendinden aşağı olana bakıp, Allah’ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe hamdederse, Allah o kişiyi şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de dînî hususlarda kendisinden aşağı olana, dünyevî hususlarda kendisinden üstün olana bakar ve elde edemediği dünyalık için üzülürse, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 58/2512)
*
Hz. Âişe vâlidemizden rivâyet edildiğine göre Nebiyyullah (s.a.v), geceleri ayakları şişip çatlayıncaya kadar namaz kılardı.
Âişe (r.a):
“–Niçin böyle yapıyorsunuz (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsunuz) ey Allah’ın Rasûlü? Oysa Allah sizin geçmiş ve gelecek hatalarınızı[3] bağışlamıştır” dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
“–Çok şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu. (Buhârî, Tefsîr, 48/2; Müslim, Münâfikîn, 81)
*
Efendimiz (s.a.v) geceleri secdelere kapanıyor ve en muhtevâlı ifâdelerle şöyle senâda bulunuyordu:
اَللّٰهُمَّ أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ وَبِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ،
لاَ أُحْصِى ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَماَ أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ
“Allâh’ım! Sen’in gazâbından Sen’in rızâna sığınırım. İkâbından affına sığınırım! Allâhım başka değil, Sen’den yine Sana sığınırım. Sen’i hakkıyla senâ etmekten âcizim. Sen Yüce Zâtını nasıl senâ ettinse öylesin!” (Müslim, Salât, 222)
*
Bir gün Rasûlullah (s.a.v):
“Allah Teâlâ, Halîli Hz. İbrâhim’i niçin: «Çok vefâkâr olan İbrâhîm»[4] diye tavsîf etti, size haber vereyim mi?” diye sordu ve şöyle devam etti:
“Çünkü o, her sabah ve akşam şöyle derdi:
فَسُبْحَانَ اللهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ.
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ
«Akşama ulaştığınızda ve sabaha kavuştuğunuzda tesbih Allah’adır (O’nu tesbîh edin!). Göklerde ve yerde, hamd O’na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde de (Allah’ı tesbih edin!) (Rûm 30/17-18) (Ahmed, III, 439)
*
Rasûlullah (s.a.v), Allah’a yapılan hamdin en faziletlilerinden birini şöyle haber verir:
“Allah’ın kullarından bir kul:
يَا رَبِّ! لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
«Yâ Rabbî! Yüzünün (zâtının) celâline, kudret ve hâkimiyetinin azametine lâyık şekilde sana hamd olsun!» dedi.
Bu hamd, kulun amelini yazmakla vazifeli iki meleği âciz bıraktı. Onlar bu hamdin sevâbını nasıl yazacaklarını bilemediler. Semâya çıktılar ve:
«–Ey Rabbimiz! Senin kulun öyle bir söz söyledi ki, sevâbını nasıl yazacağımızı bilemiyoruz» dediler.
Allah Teâlâ Hazretleri -kulunun ne söylediğini en iyi şekilde bildiği hâlde-:
«–Benim kulum ne söyledi?» diye sordu.
Melekler şöyle cevap verdi:
«–Ey Rabbimiz! O kul şu şekilde hamd etti: “Yâ Rabbî! Yüzünün (zâtının) celâline, kudret ve hâkimiyetinin azametine lâyık şekilde sana hamd olsun!”»
Bunun üzerine Allah Teâlâ o iki meleğe:
«–Kulum bana kavuşup da ben onu söylediği söze (hamde) karşılık mükâfatlandırıncaya kadar, siz o sözü kulumun söylediği gibi yazınız!» buyurdu.” (İbn-i Mâce, Edeb, 55)
*
Birgün Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Hazret-i Ömer’in üzerinde bir gömlek görmüştü:
“–Bu gömleğin yeni mi yoksa yıkanmış mı?” diye sordu.
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“–Hayır yeni değil, yıkanmış gömlektir yâ Rasûlallâh!” deyince:
“–Yeni giy, hamd ederek yaşa, şehîd olarak öl!” buyurdu. (Ahmed, II, 89)
*
Bir gün Rasûlullah (s.a.v):
“–Kalkanlarınızı alınız!” buyurdu.
Biz:
“–Düşman geldi de onlara karşı mı kalkanlarımızı alalım?” diye sorduk.
Efendimiz (s.a.v):
“–Hayır, sizi cehennemden koruyacak kalkanlarınızı alınız:
سُبْحَانَ اللهِ وَالْحَمْدُ لِلهِ وَلَا اِلٰهَ اِلَّا اللهُ وَاللهُ أَكْبَرُ
«Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber: Allah’ı tesbîh ederim, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilâh yoktur ve Allah en büyüktür» deyiniz! Bunlar kıyamet günü kurtarıcı olarak gelir ve sizi karşılar. Bu sözler bâkî kalacak sâlih amellerdendir.” (Hakim, I, 725/1985)
*
Selef-i sâlihîn bir kardeşlerine sırf Allah’a hamd ve şükür duyguları tazelensin diye hâlini hatırını sorarlardı. Bugün ise neredeyse kimseye hâlini sormamak gerekecek! Zira kime hatırını sorsan hemen şikâyetlerini sayıp dökmeye başlıyor.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz bir sahâbîsi ile karşılaşmıştı. Ona:
“‒Nasılsın?” buyurdu. O da “İyiyim” dedi. Efendimiz (s.a.v) tekrar:
“‒Nasılsın?” buyurdu. O da yine “İyiyim” dedi. Efendimiz (s.a.v) üçüncü defa:
“‒Nasılsın?” buyurdu. Bu sefer sahâbî:
“‒Allah’a hamd ederim hayır üzereyim.” deyince Efendimiz (s.a.v):
“‒İşte benim senden istediğim bu cevaptı!” buyurdu. (İbnü’l-Mübârek, Zühd, I, 328/937; Heysemî, VIII, 46)
*
Bir kişi Hz. Ömer’e selâm verdi, o da mukâbelede bulundu. Daha sonra Hz. Ömer (r.a) o şahsa:
“‒Nasılsın?” diye sordu. O da:
“‒Allah’a hamd ederim iyiyim!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a):
“‒İşte benim senden istediğim de bu (hamd) idi!” buyurdu. (Muvatta’, Selâm, 5)
*
Abdullah bin Ömer (r.a) şöyle buyurur:
“Biz bazen bir günde bir kardeşimizle defalarca karşılaşırdık ve her defasında birbirimize hâlimizi sorardık. Bunu da sırf Allah’a hamd edelim diye yapardık.” (İbnü’l-Mübârek, Zühd, I, 68-69/207)
*
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz bir kişinin “Bize İslâm’ı lütfettiği için Allah’a hamd olsun!” dediğini işitmişti. Ona:
“‒Sen büyük bir nimet sebebiyle Allah’a hamd ediyorsun!” buyurdu. (İbnü’l-Mübârek, Zühd, I, 318/911)
*
Kesîr bin Ubeyd şöyle anlatır:
“Âilesinden birinin çocuğu olduğunda Hz. Âişe vâlidemiz:
«–Erkek mi, kız mı?» diye sormazdı. Ancak:
«–Sıhhatli ve kusursuz doğdu mu?» diye sorardı.
Kendisine:
«–Evet, hiçbir noksanı yok” denildiğinde:
«–el-Hamdü li’llâhi Rabbi’l-âlemîn» derdi. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 1256)
*
• Ahmed, Mahmûd, Muhammed
• Livâü’l-Hamd
• Makâm-ı Mahmûd
• Hamd Makâmı
• Önceki kitaplarda kendilerinden övgüyle bahsedilen Muhammed Ümmeti’nin mühim bir vasfı da, “Hammâdûn: Çok çok hamd edenler”dir. Nitekim Cenâb-ı Hak, husûsî olarak Ümmet-i Muhammed’e “Hamd Sûresi”ni (Fâtiha’yı) ikram etmiş, onlar da bu sûreyi namazlarının her rekâtında okumaktadırlar.[5]
İmrân bin Husayn (r.a) şöyle buyurmuştur:
“Şunu iyi bil ki kıyamet günü Allah’ın kulları arasında en hayırlı olanlar «Hammâdûn»dur.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 434)
• Bütün varlıklar da Allah’ı hamd ile tesbîh etmektedir, ancak insanoğlu onların tesbîhini anlayamaz. (İsrâ 17/44)
*
Şakîk bin İbrâhîm der ki:
Allah’ın verdiği nîmetler karşısında kemal derecesinde bir hamdde bulunabilmenin üç şartı vardır. Bunlar:
1. Allah sana bir şey lûtfettiğinde, bunun kimden geldiğini bilmen,
2. Allah’ın sana ihsan ettiği şeye, az çok demeden rızâ göstermen,
3. Allah’ın verdiği nimetten elde ettiğin kuvvet bedeninde bulunduğu müddetçe, O’na âsî olmamandır. (Kurtubî, I, 134)
*
Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:
“Yüce Allah, kulları arasından bir kula hidâyetini, lûtfunu, yardımını ve rızâsını devamlı bir şekilde vermeyi arzu ettiğinde, ona hamd etme saâdetini bahşeder. Başına yüz acı, bir tek hoş hâdise gelse, o, bu hoş hâdise için yüz yerde yüz kere şükreder. Buna karşılık -din kardeşlerinden ayrılma acısı hâriç- o yüz acı hâdiseden bir kere olsun bahsetmez.”
*
Fahr-i Kâinât Efendimiz, daha çok şükredebilmek için Allah’a niyazda bulunuyordu:
“Allah’ım! Ben senden din ve istikâmet üzere sebat isterim, rüşd üzere kararlı olmayı isterim, nîmetlerine şükredebilmeyi ve sana güzelce kulluk yapabilmeyi isterim. Kalb-i selîm ve sâdık bir lisân isterim. Senin bilip (de benim bilmediğim) hatalarım için affını taleb ederim. Senin bilgin dâhilinde olup (benim bilmediğim) her hayrı ister ve böyle olan bütün şerlerden de sana sığınırım.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 125)
*
Dünyada hamd ve şükür üzere yaşayan mü’minler cennette de Allah’a hamd etmekle meşgul olurlar:
“Onların duaları:
«Bütün hamd ü senâlar, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur» diye son bulur.” (Yûnus 10/10)
Ehl-i Cennet’in Hamdleri
Cennet ehli altı yerde Allah’a hamd eder:
1. وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ “Ayrılın bugün ey mücrimler!” (Yâsîn), 59) diye nidâ edilip de mü’minler kâfirlerden ayrılınca şöyle derler:
الْحَمْدُ لِلهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ “Bizi zâlimler topluluğundan kurtaran Allah’a hamdolsun!” (el-Mü’minûn, 28) Tıpkı, Allah Teâlâ kendisini kavminden kurtardığı zaman Nûh (a.s)’ın hamd ettiği gibi.
2. Sırât’ı geçtiklerinde:
الْحَمْدُ لِلهِ الَّذ۪ٓي اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَۜ “Bizden hüznü, gam ve kederi gideren Allah’a hamd olsun!” derler. (Fâtır, 34)
3. Cennet’in kapısına yaklaşıp hayat suyunda yıkandıkları ve Cennet’e baktıkları zaman:
الْحَمْدُ لِلهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا الله “Hidâyetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi hidâyete erdirmeseydi biz kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik…” derler. (el-Aʻrâf, 43)
4. Cennete girip melekler de onları selâm ile karşılayınca:
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ (34) الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوب “(Cennette şöyle) derler: Bizden hüznü ve tasayı gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir. O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.” (Fâtır, 34-35)
5. Cennet’teki makamlarına yerleştikleri zaman:
الْحَمْدُ لِلهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ “Bize verdiği sözde sâdık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun!” derler. (ez-Zümer, 74)
6. Her yemekten sonra:
اَلْحَمْدُ لِلهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ “Hamd, Âlemlerin Rabbi’ne mahsustur!” derler. (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, VII, 258, [Sebe’, 1])
[1] es-Secde, 16.
[2] Hadiste geçen “istircâ”, başına bir belâ ve mûsîbet gelen veya fevkalâde bir hâdise işiten kimsenin:
اِنَّا لِلهِ وَاِنّاَۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
“Biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz” diyerek hemen Allah’ı ve âhireti hatırlayıp tesellî bulmasıdır. Bu durum âyet-i kerimede şöyle bildirilir:
“O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: «Biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz» derler. İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır. Hidâyete erenler de ancak onlardır.” (Bakara 2/156-157)
[3] Aslında peygamberler bilerek günah işlemezler. Onların hataları ya evlâ (daha iyi) olanı terk etmek ya da zelle denilen küçük sürçmelerden ibarettir. Bunların da muhtelif hikmetleri vardır. Cenâb-ı Hak, peygamberlerin zellesini olduğu gibi bırakmayıp hemen düzeltir.
[4] Necm 53/37.
[5] Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 17/3148; Ahmed, I, 281; İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, VI, 555; Elmalı’lı, I, 506.