Sağdan Yaklaşmak

İnsanın kendini aldattığı veya başkası tarafından aldatıldığı yolların başında “sağdan yaklaşmak” gelir. İnsanın nefsi veya şeytan, sağdan yaklaşarak, yapılan işi meşrû gösterir. Hâriçten gelen kötü niyetli insanlar da mağdurlarını çoğu zaman sağdan yaklaşarak aldatırlar. Yaptıkları işin doğru olduğuna dâir sahte deliller üretir veya sağlam delilleri eğip bükerler. Böylece vicdanları rahatlatarak yanlış işlerin kolayca yapılabilmesini sağlarlar. Bunlar insanların samîmî duygularını, iyi niyetlerini ve hayır yapma arzularını da çok iyi kullanırlar.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Kendilerinden örtülmüş bulunan gizli yerlerini yine kendilerine âşikâr etmek için şeytan onlara telkinde bulundu: «Rabbiniz sizi, sonunda ya birer melek olursunuz yahut ebediyyen kalanlardan olursunuz diye bu ağaçtan men etti, başka sebepten değil!» dedi. «Hem iyi bilin ki ben sizin hayrınızı isteyenlerdenim!» diye her ikisine de kuvvetle yemin etti. Böylece onları aldatarak mevkilerinden indirdi…” (el-Aʻraf, 20-22)

“Derken şeytan ona vesvese verdi ve «Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve hiç zevâl bulmayacak bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.” (Tâhâ, 120)

Âdem (a.s)’ın yanlış bir düşüncesi yoktu, sadece Allah’a daha yakın olmak, melekler gibi olmak ve Cennet’te ebedi kalmak istiyordu. Şeytan, bu güzel duyguları kullanarak onu aldattı…

Burada şeytanın kullandığı mübâlağalı üslûba ve yemine de dikkat edelim. Konuşurken aşırı mübâlağalara kaçmak, sahte tevâzûlar göstermek, merhamet ve şefkât duygularını harekete geçirmek, sahtekârların kullandığı en mühim usullerdir.

Elmalılı Hamdi Efendi şöyle buyurur:

“Görülüyor ki bâtılın insanı iğvâsı bile sûret-i Hak’tan görünmesiyledir. Bu ise bâtılın bile himâye-i Hakk’a sığınması ve o sâyede intişâr etmesi demektir.”[1]

Diğer mühim bir husus da şudur ki, temiz kalpli insanlar herkesi kendileri gibi zannederler. Herkesin Allah’tan korktuğunu sanarak, “Böyle azamet sahibi bir Zât’a karşı kimse isyâna kalkamaz ve O’nun adına yalan yere yemin edemez” diye düşünürler. Nitekim Hz. Âdem ve Hz. Havvâ da, hiç kimse yalan yere Allah’a yemin etmez zannetmişlerdi. Lâkin hakikat hiç de öyle değildi. Allah’ı hakkıyla tanımayan câhil insanlar, dünyevî eğitimleri hangi seviyede olursa olsun, akla mantığa hiç uymayan yanlış işler yaparak Allah’ın emirlerini görmezden gelebiliyor, hatta O’nun adına yalanlar uydurabiliyordu. Bu durumu, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den Kur’ân dinleyerek müslüman olan ve hakikati gören cinler de şöyle ifade ederler:

“Doğrusu bizim beyinsiz olanımız (iblis veya azgın cinler), Allah hakkında pek aşırı yalanlar, saçma sapan şeyler uyduruyormuş. Doğrusu biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemez, sanmıştık!” (el-Cin, 5)

Akl-ı selim sahibi kimseler, Allah Teâlâ’nın azametini ve kudretini bildikleri için, böylesine yüce bir Rabbe karşı hata yapmaktan korkar ve titrerler. Ama câhil, gâfil ve sefih insanlar maalesef Allah adına yalanlar söyleyerek insanları aldatıyor, böylesine büyük bir cürmü işleyebiliyor…

Bu sebeple Cenâb-ı Hak bizleri îkâz ediyor:

“Ey İnsanlar! Rabbinizden korkun! Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası adına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Bilin ki, Allah’ın vaʻdi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o çok aldatıcı olan şeytan, sizi «Allah» ile aldatmasın!” (Lokman, 33; Fatır, 5. Krş. el-Hadîd, 20)

Şeytan insanı, ilerde tevbe edersin, affedilirsin, Allah Ğafûr ve Rahîm’dir, diye ümidlendirir, günahlara cesaretlendirir. Zâten şeytan, Cennet’ten kovulduğunda Cenâb-ı Hakk’a karşı büyük bir cür’etle şöyle demişti:

“Öyle ise beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için Sen’in doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve Sen, onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın!” (el-Aʻrâf, 16-17)

Bu âyet-i kerimelerden anlaşıldığına göre şeytan insana sadece sağdan yaklaşmakla kalmıyor, her yolu deniyor, her yönden saldırıyor. İnsanlardan ve cinlerden olan adamlarını da bu yolda kullanıyor. O hâlde şeytanı sadece cinler arasında aramamalı. İnsanlardan da şeytanlar vardır. Onlar da önden, arkadan, sağdan ve soldan yaklaşırlar. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler (ve vesveseler) telkin eder dururlar…” (el-Enʻâm, 112. Krş. en-Nâs, 4-6)

“…Şeytanlar kendi dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar…” (el-Enʻâm, 121)

“…Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (el-Aʻraf, 27, 30)

Âlimlerimiz soldan gelen şeytana “Şeytân-ı Esved: Kara şeytan”, hak sûretinde görünüp sağdan gelene de “Şeytan-ı Ebyad: Beyaz şeytan” demişlerdir. Beyaz şeytanı defedebilmek son derece zordur. Çoğu insan buna aldanır. İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri bu hususta şu îkâzlarda bulunur:

“Ey mü’min, işte sefer-i âhiret ve sefer-i Mevlâ, sefer-i dünyâ gibi hatar-nâktir, belki dahî eşeddir. Zîrâ sefer-i dünyâda adüvv zâhirdir ki defʻine imkân vardır ki, feemmâ sefer-i âhirette hafî ve sefer-i Mevlâ’da ahfâdır. Onun için “şeytân-ı esved ve ebyaz” derler. Şeytân-ı esved bâtıl sûretinde zâhir olan ve şeytân-ı ebyaz Hak sûretinde bâhir olandır. Ve sûret-i Hak’dan zuhûr edenin defʻ ve reddi müşkil ve saʻbdır. Hattâ bazı sâlikler şeytânı beyne’s-semâi ve’l-arz serîr üzerinde görüp Hak Teâlâ olmak üzere zann eyleyip tarîk-ı Hak’dan hâric olurlar. Pes, böyle mevâzıʻda mürşid-i kâmil veyâ ilm-i nâfiʻ-i şâmil veyâ taʻrîf-i gaybî gerektir, tâ ki ol berzahdan halâs ola ve şeytânı gördükde Hakk’ı gördüm demeye. Zîrâ, bu iʻtikāda düşmekte mefâsid-i azîme vardır ki, şeytân sâliki bir tarîk ile bend ettikten sonra sûret-i Hak’da çok bâtıl ibrâz eder ve bu vartada kalanlar ve vehm ve hayâle tâbiʻ olanlar bî-haddir ve müteyakkız olup rucûʻ edenler nâdirdir. Belki ekseri çengâl-i şeytâna muallak olup kalmıştır.” (İsmâil Hakkı Bursevî, Kitâbü’n-Netîce, İstanbul: İnsan Yayınları 1997, c. II, s. 366-367)

Şeytanın hile ve aldatmalarını dünya hayatındayken anlayıp kendisini kurtarabilenlere ne mutlu… Burada anlayamayıp da âhirette gözünü açanlar için ise fırsat kaçmış, iş işten geçmiş olacaktır. Onların, aldatıldıklarını farkettikleri andaki perişan hallerini ve pişmanlıklarını resmeden şu manzara, hepimiz için ibret olmalıdır:

(Allah Teâlâ, meleklerine emreder:) «Zâlimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri toplayın da Sırât’a, Cehennem köprüsüne doğru götürün! Onları tevkif edin, çünkü onlar sorguya çekilecekler!»

Size ne oldu ki birbirinize yardım etmiyorsunuz? Hayır, bugün onlar teslim olmuşlardır. Bir kısmı, diğerlerine yönelir, birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar. (Tâbî olanlar, önderlerine:) «Siz bize sağdan gelip dururdunuz (sûret-i haktan görünürdünüz)!» derler…” (es-Sâffât, 22-28)

İnsanın; Cenâb-ı Hak, O’nun dini ve dünyaya geliş maksadıyla ilgili bilgileri sağlam ve doğru olmazsa, aldatmada usta olan varlıklar onu kolayca aldatıverirler. Hem de sûret-i haktan görünerek ve sağdan yaklaşarak… Sonra da menfur emellerine ulaşma yolunda o insanın her şeyini kullanırlar. Bu sebeple insanın çok uyanık olması, doğru bilgi kaynaklarını bulması ve bilinmesi zarûrî olan temel bilgileri edinmesi lâzımdır.


[1] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrûtiyetten Cumhuriyete MAKALELER, İstanbul: Klasik, 2013, s. 365.

%d bloggers like this: