Dünyayı Kalbe Koymamak: Zühd Hayatı

Rasulullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyorlar:

“Dünya, müminin zindanı ve kafirin ise cennetidir.” (Müslim, Zühd, 1)

*

Câbir bin Abdullah (r.a)’tan rivayet edilmiştir:

“Rasulullah (s.a.v.) Medine’ye yakın yüksek yerlerde “Âliye” denilen köylerden birinden şehre girerken pazara uğradı. İnsanlar da onun etrafında bulunuyorlardı. Derken küçük kulaklı ölü bir keçi oğlağının yanından geçti. Ona elini uzatıp kulağın­dan tuttu. Sonra da:

“Hanginiz bir dirhem gümüş karşılığında bu ölmüş oğlağın kendisinin olmasını ister?” dedi. Sahabiler:

“Biz onun hiç bir şey karşılığında bizim olmasını dilemeyiz. Onunla ne yapabiliriz ki?” dediler. Resulullah (s.a.v.) bu defa:

“Bu ölmüş oğlağın sizin olmasını diler misiniz?” diye sordu. Sahabiler:

“Vallahi, eğer diri olsaydı bile kusuru vardı. Çünkü kulakları küçüktür. Ölü olduğu halde onu ne yapalım?” dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.):

“Allah’a yemin ederim ki, Allah katında şu dünya, bu ölü oğlağın sizin yanınızdaki durumundan daha kıymetsizdir!” buyurdu. (Müslim, Zühd, 2)

*

Mutarrif yoluyla babası Abdullah (r.a)’tan rivayet edilmiştir:

“Ben, Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelmiştim. O, “Tekasur Süresi”ni okumak­taydı. Rasulullah (s.a.v.):

“Adem oğlu! “Malım, malım!” diyor. Halbuki ey Adem oğlu! Senin için ma­lından yiyip bitirdiğin yada giyip eskittiğin veya sadaka verip âhirete gönderdiğin, ebedileştirdiğinden baş­ka neyin var ki?” buyurdu.” (Müslim, Zühd, 3)

*

Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadırlar:

“Kul: “Malım, malım” diyor. Onun için malından sadece şu üç şey vardır:

1 Yiyip bitirdiği.

2 Giyip eskittiği.

3- İnfak olarak vedip de ahiret için biriktirdiği. Bunların dışında kalan malı bırakıp gidecek ve onu arkasında kalan insan­lara terkedecektir.” (Müslim, Zühd, 4)

*

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“Cenazeyi üç şey takip eder. Bunlardan ikisi geri döner, biri ile başbaşa kalır. Onu; ailesi, malı ve ameli takip eder. Aile ile malı geri döner. Amelî ile başbaşa kalır.” (Müslim, Zühd, 5)

*

Amr İbn Avf (r.a)’tan rivayet edilmiştir:

“Rasululah (s.a.v.) Ebu Ubeyde İbnu’l-Cerrâh’ı Bahreyn’in gayri müslim halkı­nın cizyesini getirmek için oraya göndermişti. Çünkü Rasululah (s.a.v.) Bahreyn halkıyla belirli bir miktarda cizye verme hususunda anlaşma yapmıştı. Onlara, Âlâ’ b. Hadramî’yi vali olarak göndermişti. Ebu Ubeyde, Bahreyn’den cizye mallarını alıp Medine’ye geldi. Derken Ensar, Ebu Ubeyde’nin geldiğini duydu. Bunun üze­rine Rasululah (s.a.v.)’le birlikte sabah namazına geldiler. Rasululah (s.a.v.) namazı kılınca oradan ayrıldı. Onlar, Rasululah (s.a.v.)’in önüne çıktılar. Rasululah (s.a.v.) onları karşısında gördüğü vakit gülümsedi. Sonra da:

“Zannederim siz Ebu Ubeyde’nin Bahreyn’den bir şey ile geldiğini duydunuz” buyurdu. Onlar:

“Evet, ey Allah’ın resulü!” dediler. Rasululah (s.a.v.):

“O halde sevinin ve sizi sevindirecek şeyi ümit edin! Allah’a yemin ede­rim ki, ben sizin namınıza fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben sizin namını­za dünyanın sizden öncekilere serildiği gibi size de serilmesinden ve dünya için onların yarıştıkları gibi, sizin de yarış etmenizden, dünyanın onları helak ettiği gibi, sizi de helak edeceğinden korkuyorum” buyurdu. (Müslim, Zühd, 6)

*

Abdullah İbn Amr İbnu’l-Âs  (r.a)’tan rivayet edilmiştir: “Rasululah (s.a.v.):

“Size İran ve Bizans hazineleri fetholunduğu zaman acaba sizler nasıl bir topluluk olacaksınız?” buyurdu. Abdurrahman b. Avf:

“Allah’ın bizlere emretmiş olduğu gibi Allah’a hamd etme, şükretme ve O’ndan fazlını isteme mahiyetinde sözler söyleriz!” dedi. Rasululah (s.a.v.):

“Bundan başka bir şey yapmaz mısınız? Birbirinizle nefsaniyet yarışına düşer­siniz. Birbirinizle hasetleşirsiniz. Sonra birbirinize sırt çevirirsiniz. Sonra birbirinize buğzedersiniz veya buna benzer şeyler yaparsınız. Sonra muhacirlerin fakirlerine gider, onları birbirlerinin boyunları üzerine komutanlar yaparsınız” buyurdu.” (Müslim, Zühd, 7)

*

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“Sizden birisi mal ve yaratılış bakımından kendinden üstün olana baktığı zaman, hemen kendisine üstün kılınmış kimselerden daha aşağıda olan kim­selere baksın!” (Müslim, Zühd, 8)

 *

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“Sizden daha aşağıda olanlara bakın! Sizin üstünüzde olanlara bakma­yın! Bu, Allah’ın nimetini küçümsememenize daha uygun olur.” (Müslim, Zühd, 9)

*

Ebû Hüreyre (r.a)’tan rivayet edildiğine göre, o, Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“İsrail oğullan içerisinde biri abraş, biri kel, biri de kör üç kişi vardı. Allah onları imtihan etmek istemişti. Bunun üzerine onlara bir melek gönderdi. Melek, Abraş kimseye gelip ona:

“Sence en makbul şey nedir?” diye sordu. Abraş:

“Güzel renk, güzel cild ve insanların iğrendiği baraş hastalığının benden gitmesidir” dedi.   Bunun  üzerine melek onu sıvazladı ve ondan bu çirkin hal gitti, kendisine güzel bir renk ve güzel bir cild verildi. Melek:

“Sence hangi mal en makbuldür?” diye sordu. Abraş:

“Devedir” dedi. Bunun üzerine ona doğurması yakın dişi bir deve verildi. Bu­nun üzerine Melek:

“Allah bu deve hususunda sana bereket versin!” dedi. Daha sonra melek, kel kimseye gelip ona:

“Sence en makbul şey nedir?” diye sordu. Kel:

“Güzel saç ve insanların iğrendiği şu kelliğin benden gitmesidir!” dedi. Melek, onu da sıvazladı ve o çirkin hal ondan gitti. Bunun üzerine ona güzel bir saç verildi. Melek, ona:

“Sence en makbul olan mal hangisidir?” diye sordu. Kel:

“Sığırdır” diye cevap verdi. Hemen ona hâmile bir sığır verildi. Melek, ona ge­lip:

“Allah bu sığır hususunda sana bereket versin” dedi. Daha sonra melek, kör kimseye gelip ona:

“Sence en makbul şey nedir?” diye sordu. Kör:

“Allah’ın   bana   gözümü   iade   etmesi   ve   onunla   insanları   görmem” dedi. Melek, onu da sıvazladı ve Allah ona gözünü iade etti. Melek, ona:

“Sence en makbul olan mal hangisidir?” diye sordu. Kör:

“Koyundur!” diye cevap verdi. Hemen  ona  henüz  doğurmuş bir koyun verildi.

Bir müddet sonra deve ve sığır sahiplerinin devesi ve sığın yavrulamış, koyun sahibinin de koyunu da kuzulaşmıştı. Bu suretle deve isteyen kimsenin bir vadi do­lusu devesi, sığır isteyen kimsenin bir vadi dolusu sığırı ve koyun isteyen kimsenin ise bir vadi dolusu koyunu olmuştu.

Sonra günün birinde melek abraşa eski suret ve kılığında gelip:

“Ben fakir bir adamım. Yolculuğumdaki bütün İmkanlarım yok olmuştur. Bu­ gün, önce Allah’tan ve sonra da senden başka beni evime ulaştıracak yoktur. Sana şu güzel rengi, güzel cildi ve malı veren Allah aşkına senden bir deve istiyorum. Yolculuğuma onun üzerinde muradıma ulaşacağım” dedi. Abraş:

“Hak sahipleri çoktur!” karşılığını verdi. Bunun üzerine melek, ona:

“Ben seni tanır gibiyim. Sen insanların iğrendiği abraş değil misin? Hani sen fakirdin de, bu malı sana vermişti” dedi. Abraş:

“Ben bu malı ancak ve ancak büyükten büyüğe intikal eden bir miras yoluyla edindim” diye cevap verdi. Melek de:

“Eğer yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin!” dedi.

Bu defa Melek, kel kimseye eski suretinde gelip ona da abraş kimseye söyledi­ğinin benzerini söyledi. O da, abraşın gibi cevap verdi. Bunun üzerine melek, ona da:

“Eğer yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin!” dedi. Melek, kör kimseye de eski suret ve kılığında gelerek ona:

“Ben, yoksul ve yolcu bir adamım. Yolculuğumda bütün imkanlarım yok oldu. önce Allah’tan, sonra da senden başka bugün benî evime ulaştıracak yoktur. Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir koyun istiyorum. Onunla yolumda mu­radıma ulaşacağım!” dedi. Kör:

“Gerçekten ben kör bir kimse İdim. Allah bana gözümü geri iade etti. Şimdi benden dilediğini al, dilediğini bırak! Allah’a yemin ederim ki, bugün Allah için aldı­ğım bir şeyde sana zorluk çıkarmam!” dedi. Bunun üzerine melek:

“Malın senin olsun. Siz ancak imtihan edildiniz. Senden razı olundu, iki arkadaşın da Allah’ın gazabına uğradı!” dedi.” (Müslim, Zühd, 10)