Dâvet İlmi Metodolojisi

Doç. Dr. Murat Kaya*

Davet İlmi yeni bir ilim olması sebebiyle onunla ilgili araştırma yapmak ve yazmanın bir takım zorlukları vardır. Bütün bu zorluklara rağmen biz bu ilmin tarifi, ana konuları, gayesi, temelleri, metotları gibi bazı önemli konular üzerinde durmaya çalışacağız.

1. Davet İlmi’nin Tarifi

Son dönem âlimleri tarafından “İlmü’d-Daʻve ila’llâh”, “Usûlü’d-Daʻve”, “Menâhicü’d-Daʻve”, “Fıkhu’d-Daʻve” gibi muhtelif isimlerle anılan Davet İlmi, farklı şekillerde tarif edilmiştir. Bu tariflerin ikisi şöyledir:

“Davet İlmi, insanın hâl ve davranışları ve hak ve vazifelerinin takriri için konulmuş eksiksiz kâideler bütünüdür.”[1]

“Davet İlmi, insanları İslâm’a ulaştırmayı hedefleyen, akide, şeriat ve ahlâkı ihtiva eden muhtelif ilmî gayretlerin kendisiyle bilindiği bir ilimdir…”[2]

Bu tariflerin ilki çok uzak, ikincisi de zayıf kalmaktadır. Davet İlmi’nin çerçevesini en iyi çizen tarif Beyânûnî’nin şu tarifidir:

“Davet İlmi, kendisiyle insanlara İslâm’ı ulaştırma, öğretme ve tatbîkinin yapılabildiği kâide ve usuller bütünüdür.”[3]

Davet İlmi, dînin en güzel ve en tesirli şekilde nasıl tebliğ edileceğini öğretir, davetçilerin dayanacağı esasları, takip edecekleri metotları ortaya koyar, rükünlerinin tesisi ve kâidelerinin kökleştirilmesiyle tebliğ fıkhını tespit eder.[4]

2. Davet İlmi’nin Ana Konuları

“Davet”, İslâm’ın insanlara ulaştırılması, öğretilmesi ve hayata tatbik edilmesidir. Bu durumda Davet’in konusu da genel olarak Davetçinin tebliğ etmeye, öğretmeye ve uygulamaya çalıştığı “İslâm”dır.

Davet İlmi’nin konusu ise davetçinin vazifesini hakkıyla yapabilmesi için kullandığı bütün ilmî meseleler, kâide ve usullerdir. Onun konusu, Davet İlmi’ni tedris eden öğrencilerin okuduğu bütün ilmî konular ve bu ilmi elde edebilmek için gördüğü derslerdir. Bu konuları şu birkaç maddede tafsil edebiliriz:

1. Davet Tarihi: Bu konu, davetin doğuşunu ve Rasûlullah (s.a.v)’den veya Hz. Âdem’den günümüze kadar gelişimini inceler.

2. Davet Usûlü: Bu konu davetin delillerini, kaynaklarını ve rükünlerini ele alır.

3. Davet Metotları: Bu konu davet planlarını ve onun için belirlenmiş sistemleri ele alır.

4. Davet Üslûbu (Yöntemi): Davet metotlarının nasıl tatbik edileceğini inceler ve açıklar.

5. Davet Vâsıtaları: Davetçilerin davet yolunda kullandığı ve ihtiyaç duyduğu şeyleri inceler.

6. Davetin Problemleri ve Engelleri: Davetçinin bu yolda karşılaşacağı problemleri, dâhilî ve hâricî engelleri ve bunların çözüm yollarını öğretir.

7. Davetçilerin Ahlâkı ve Hayat Hikâyeleri: Başta peygamberler olmak üzere sahabe ve sâlih âlimlerin güzel ahlâk ve faziletli davranışları devamlı okunup anlatılarak onların örnek alınması sağlanır.[5]

Bir kısmı bu ana konulara dâhil olmakla birlikte Davet İlmi’nin öne çıkarılması gereken bazı konuları da şunlardır:

– Tebliğ ve davetle ilgili kavramları belirleyip açıklar.

– Allah ve Rasûlü’nün insanlara tebliğ, davet, emr bi’l-mâruf ve nehiy ani’l-münker vazifelerini verdiğini, bunların ehemmiyetini ve faziletini tafsilatıyla anlatır. Davet vazifesini yapanların nâil olacağı ecir ve mükâfatı beyan ederek insanları buna teşvik eder.

– Davetçinin temel vasıflarını ve zamana göre kazanılması gereken özelliklerini belirler.

– Davete muhatap olan insanların durumlarını inceler.

– İnsan psikolojisini inceleyerek farklı muhataplara nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili bilgiler sunar.

– Diğer din ve hareketlerin tebliğ ve davet metotlarını inceler, müslümanlara karşı yürüttükleri sinsi planları tespit eder ve onlara karşı nasıl tavır alınması gerektiğini belirler.

– Yeni geliştirilen iletişim teknik ve vasıtalarını inceleyerek davetçilerin bunları kullanmasının yolunu açar.

– Davet esnasında yapılan hataları tespit ederek bunların düzeltilmesi için yapılması gerekenleri ortaya koyar.

3. Davet İlmi’nin Gâyesi ve Önemi

Davet İlmi’nin gayesi, insanları Allah’a çağırmak gibi en önemli bir faaliyetin ilim ve basiretle, maksada ulaştıran en tesirli metotlarla yapılabilmesini sağlamaktır. Rastgele, plansız, programsız ve bilgisizce yapılan davet faaliyetlerinin faydası asgarî seviyede kalacağı gibi çoğu zaman zararlı neticeler de verebilir. Dolayısıyla bu vazifenin en güzel şekilde yapılabilmesi için müstakil bir ilmin teşekkül etmesi zarûrîdir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: İşte benim yolum bu, ben ve bana tâbi olanlar basiret üzere Allah’a davet ederiz…”[6]

İşte Davet İlmi tebliğ ve davet faaliyetlerinin en güzel şekilde yapılarak İslâm’ın bütün insanlara ulaştırılmasını gâye edinmiştir. Bu gâyenin büyüklüğünü düşündüğümüzde ilmin önemi de kendiliğinde ortaya çıkmaktadır.

4. Davet İlmi’nin Diğer İlimlerle Alâkası

Davet İlmi’nin pek çok ilimle alâkası vardır. Her şeyden önce akâid, kelâm, fıkıh, hadis, tefsir, siyer gibi diğer İslâmî ilimlerle iç içedir, onlarla sıkı bir bağı vardır. Her birinden yardım ve destek alır. Bunun yanında diğer pek çok ilimle de münasebeti vardır. Meselâ psikoloji, sosyoloji, eğitim, iletişim gibi ilim dallarının verilerinden istifade ederek tebliğ ve davetteki insan unsurunu tanır ve davetçilerin hedefine basiretle yürümesini sağlar. Târih ve Coğrafya’nın verilerini davet açısından değerlendirmenin yollarını gösterir. Farklı kültürleri inceleyerek tebliğ ve davetin o kültürü yaşayan insanlara ulaştırılmasının en sâlim yolunu bulmaya çalışır. Ses kullanımı ve konuşma sanatıyla ilgilenerek tebliğ ve davetin en güzel üslupla sunulmasına yardımcı olur. Davetçinin yanlış bir iş yapmaması için hukuk alanında genel bir malumat sahibi olmasını sağlar.

5. Davet İlmi’nin Temelleri ve Kaynakları

Usûl, lügatte kök, dip, temel, kaide, kaynak, bir şeyin esası, dayanağı gibi mânalara gelen asıl kelimesinin çoğuludur. Delil, küllî kaide, bazı dinî ve hukukî konularda öncelikle gerekli olan husus anlamlarına da gelir. Usûl, bazı ilimlere izâfetle de kullanılır. Bu durumda, söz konusu ilmin öğretim ve araştırmalarında esas alınan ve o ilmin dayandığı genel kaideler kastedilir. Bu kaideler bazen müstakil bir ilim dalını oluşturur: Usûl-i fıkıh, usûl-i hadîs, usûl-i tefsîr gibi.[7] Davet İlmi’nin usul ve kâidelerinin anlatıldığı bölüme de “Usûlü’d-Daʻve” ismi verilir.

Davet İlmi’nin usûlünü, yani dayandığı temelleri ve kaynakları şu şekilde sıralayabiliriz:

5.1. Kur’ân-ı Kerim

Kur’ân’da Davet İlmi’nin bütün esaslarını bulmak mümkündür. Davet’in önemi, usûlü, üslûbu, vakti, hedefleri, davetçinin vasıfları, insanlara hitap çeşitleri muhtelif âyetlerde ve Kur’ân kıssalarının satır aralarında yer almaktadır. Davet İlmi, konularını incelerken öncelikle Kur’ân-ı Kerîm’e dayanır. Dolayısıyla bu ilmin ilk kaynağı Kur’ân-ı Kerim’dir.

5.2. Sünnet-i Nebeviyye

Sünnet teşrîʻde olduğu gibi Davet İlmi’nin de Kur’ân’dan sonraki ikinci kaynağıdır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Size iki emanet bıraktım, onlara sıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu asla şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünneti.”[8]

Sünnet-i nebeviyye ya Kur’ân-ı Kerim’de gelen bir şeyi beyan ve tafsil eder veya Kur’ân’da açıkça ifade edilmeyen yeni bir hüküm koyar.[9] Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v)’e itaat, Allah’a itaatle birlikte zikredilmiştir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere, âlimlere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”[10]

“Allah’a itaat edin, Rasûl’e de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Rasûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.”[11]

Sünnet, Rasûlullah (s.a.v)’in davetteki yoludur. Dolayısıyla davetçi de her zaman ona dayanır ve ondan beslenir.

Rasûlullah (s.a.v) ümmetine gerekli olan her şeyi öğrettiği gibi davetin nasıl yapılacağını, usûlünü, metodunu ve fıkhını da öğretmiştir. Hadîs-i şerifler bu konuların beyanı ile doludur.[12]

5.3. Sîret-i Nebeviyye

“Sîret” lügatte yol ve insanın üzerinde bulunduğu hâl demektir. “Falanın sîretini okudum” demek, onun hayat hikâyesini okumak mânasına gelir. Çoğulu “siyer”dir. Sîret-i nebeviyye, Allah Rasûlü’nün hayatını ve yaşama tarzını beyân eder.[13] Bu tarife göre sîret, Rasûlullah (s.a.v)’in şahsiyetini, şemâilini, gazvelerini ve bütün davet hareketlerini kapsamaktadır. Bu yönüyle sîret, usûlcülerin ıstılahındaki sünnet-i nebeviyyeden daha geneldir. Hz. Peygamber’in sîreti, Kitab ve sünnetin tatbîkidir.

Rasûlullah (s.a.v) İslâm’ın ilk davetçisi olması sebebiyle, onun sîreti davetçiler için en geniş kaynaktır. Sîret-i nebeviyye, Kitab ve sünnetteki nazarî bilgilerin tatbiki olduğundan anlaşılması da çok kolaydır. Bu sebeple davetçilerin sîret-i nebeviyyeyi araştırması, anlaması ve akıl ve nakil ışığında ondan istifade etmesi şarttır. Çünkü o doğru bir şekilde anlaşılması gereken davranış ve hallerden ibarettir. Haller davranışlara eşlik eder. Bazı davetçiler bu yönde kusur gösterirler. Sîreti yanlış yerde delil gösterir veya onu yanlış anlarlar. Sîretin doğru bir şekilde anlaşılması ince bir iştir ki bunu en güzel şekilde ancak âlimler ve istinbat ehli yapabilir.[14]

Rasûlullah’ın tasarrufları bir hâlden diğerine değişir. Bazısı uyulması gereken bir kanun, bazısı da yaratılıştan gelen şahsî bir tasarruf olur. Aynı şekilde ondan bazen Allah’tan tebliğde bulunan bir rasûl, bazen iki hasmın arasını ayıran bir kadı, bazen devlet başkanı ve komutan sıfatıyla fiiller sâdır olur. Bu tasarrufların her birinin kendine göre delalet ve hükümleri vardır.[15] Davet İlmi Allah Rasûlü’nün bu tasarruflarını inceleyerek davetçilerin onları ne şekilde tatbik edebileceğini gösterir.

Sîret-i nebeviyyenin davetçiler için ehemmiyetini göstermeye Allah teâlâ’nın şu sözü kâfidir: “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”[16]

5.4. Hulefâ-i Râşidîn’in Hayatı

Rasûlullah (s.a.v)’den sonra râşid halife oldukları hususunda icma edilen kimseler dört tanedir. Bunlar sırasıyla Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali radıyallahu anhüm’dür. Bu dört imam, yani râşid halifeler, sahabenin en faziletlileridir. İmam Şâfiʻî şöyle demiştir: “Sahâbe ve onlara tabi olanlar önce Hz. Ebû Bekir’in, sonra Hz. Ömer’in, sonra Hz. Osman’ın, sonra da Hz. Ali’nin en faziletli kişi olduğu hususunda icma etmişlerdir.”[17]

Bu halifelerin Rasûlullah (s.a.v) katındaki yerleri çok yüksektir. Haklarında pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bu sebeple söz ve davranışları, bilhassa da üzerinde ittifak ettikleri davranışlar Rasûlullah (s.a.v)’in sünneti gibi tâbi olunacak bir sıfat kazanmıştır.

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Size Allah’tan korkmanızı, başınıza bir köle bile idareci olsa dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Sizden ömrü olanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir. O zaman sizin yapmanız gereken şey, benim ve hidâyet üzere olan râşid halifelerin sünnetine sıkıca sarılmaktır, buna bütün gücünüzle sarılın! Sonradan çıkan işlerden (bidʻatlerden) sakının. Zira her bidʻat dalâlettir.”[18]

Râşid halîfelerin sünnet ve sîretleri, Rasûlullah (s.a.v)’in sünnet ve sîretinin tabiî bir devamı ve Allah ve Rasûlü’nün metodunun amelî bir tatbikidir.[19] Dolayısıyla Davet İlmi açısından önemli bir kaynak teşkil etmektedir.

5.5. Davetçi ve Âlimlerin Tecrübeleri

İnsanlık târihi boyunca ortaya çıkmış ve davetle meşgul olmuş bulunan âlim ve davetçilerin tecrübeleri ve davet esnasındaki davranışları, davetçilerin önemli kaynaklarından biridir. Bunlar, davetçinin yukarıda zikredilen kaynakları anlayıp onlardan hüküm çıkarmalarına yardımcı olur. Çünkü bu tecrübe ve davranışlar, Allah ve Rasûlü’nün metodunun pratiğe dökülmüş hâli, en güzel tatbikatıdır.

Bu tecrübeler önemli ve çok faydalı olmakla birlikte ikinci derecede kaynak kabul edilir ve bunlardan, daha önce zikredilen aslî kaynaklar ışığında istifade edilir. Çünkü bunlar beşerî ictihadlardır, hatalı da olabilir isabetli de. Eğer âlimler belli bir tecrübeyle amel etme hususunda icma ederlerse bu amel delil sayılır. Bir konuda ihtilaf ederlerse, o mevzu fıkhî içtihatlar gibi değerlendirilir ve âlimlerin o konu hakkındaki sözleri başkalarının yolunu aydınlatan ictihadî görüşler olarak kalırlar.

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle demiştir: “Yeryüzündeki âlimler gökteki yıldızlar gibidir. Kara ve denizin karanlıklarında onlarla yol bulunur. Yıldızlar söndüğünde doğru yolda gidenlerin şaşırması yakındır.”[20] “Âlimler önder, müttakîler efendidirler, onlarla oturmak kişiyi her yönden geliştirir.”[21] Şöyle bir hadis-i şerif de rivâyet edilmiştir: “Âlimler yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin varisleridir.”[22]

Tecrübelerinden ve davranışlarından istifade edilecek âlimlerin başında sahâbe-i kiram (r.a) gelir. Çünkü onlar rabbânî metodu ve hikmetli üslûbu en iyi bilen kimselerdir. Onlar Rasûlullah (s.a.v) ile beraber bulunmuş, onun davet ahlâkını bizzat yaşayarak öğrenmişlerdir. Bu da onları insanların en hayırlısı yapmış, onlara ümmetin âlimleri içinde husûsî bir yer kazandırmıştır. Hatta bazı âlimler, sahabe sözünü hüccet ve delil kabul etmiştir. Sahabeden sonra onlara güzellikle tâbî olan tâbiîn gelir. Onlar ilmi sahabeden almış ve onların yolundan gitmişlerdir. Bunlardan sonra ümmetin farklı asırlardaki âlimleri ve davetçileri gelir. Tabakât kitapları bu âlimlerin örnek hayat hikâyeleri, tecrübeleri ve faziletli davranışlarıyla doludur.[23]

Sahâbe ve tâbiînin örnek davranışları öncelikli olmakla birlikte davetçilerin, muasır âlim ve davetçilerin yaşadığı tecrübeleri de önemsiz görmemesi gerekir. Çünkü onlarda, yaşadıkları zamana daha uygun hadiseler vardır. Zaman yakın oldukça olay ve hadiseler de birbirine daha çok benzer. Muâsır âlimler, o zamanda yaşayan insanların ihtiyaçlarını ve o vakitte faydalı olacak üslûbu daha iyi bilirler.[24] Dolayısıyla bütün zamanlarda yaşayan âlim ve davetçilerin tecrübelerinden istifade etmek gerekir.

6. Davetçi

Davet İlmi, bir davetçinin nasıl yetiştirilmesi ve hangi vasıflara sahip olması gerektiğini araştırır. Konuyla ilgili ilmî makaleler ve kitaplar hazırlar. Sempozyum ve paneller düzenler, dijital ve görsel malzemeler hazırlar. Çeşitli eğitim kurumlarında bunun talim ve tedrisini yapar.

Davetçide olması gereken vasıfların bir kısmı şöyle sıralanır: İman, ihlâs, akıl, zekâ, ilim, ibadetlere ehemmiyet vermek, Rasûlullah (s.a.v)’e iktidâ, zühd, takvâ… Zamana ve mekâna göre bunlara başka vasıflar da ilâve edilebilir.

Davetçi en güzel ahlâkî vasıflarla donanmalıdır: Sözde ve amelde ihlâs, şecaat, ümitvar olmak, olumlu bakış, fedakârlık, cömertlik, sabır, sadâkat, şefkat, merhamet, adâlet, affedicilik…

Mehmed Âkif Ersoy ne güzel söyler:

“Muallimim” diyen olmak gerektir imanlı;

Edebli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.

Bu dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü, büyük.

Davet İlmi, davetçileri şuurlandırıp yaptıkları vazifenin ehemmiyetini kavratacak çalışmalar da yapar. Bu vazifenin peygamber mesleği olduğunu, ihlasla yapıldığında faziletinin çok büyük olduğunu hatırlatır. Davetçilerin en güzel şekilde terbiye edileceği yol ve yöntemleri araştırır.

6.1. Davetçinin İhtiyaç Duyduğu İlimler

Davetçi öncelikle davetin konusuyla ilgili İslâmî ilimleri öğrenmelidir. Ulûmu’l-Kur’ân, tefsir, hadis, fıkıh, fetvâ kâideleri, Arapça gibi.

Daha sonra muhataplarıyla ilgili ilimlerden kendisine yetecek kadar öğrenmelidir. Bunlar târih, coğrafya, Arap tarihi ve kültürü, sosyoloji, psikoloji, dinler tarihi gibi ilimlerdir.

Davetçinin genel kültüre hâkim olması da çok önemli bir husustur.

6.2. Davetçinin Uzak Durması Gereken Hatâlar

Davet İlmi davetçinin korunması gereken hataları tespit edip sebep ve sonuçlarıyla birlikte ortaya koyar. Meselâ davetçi acelecilik, ümitsizlik, ibadetlerde gevşeklik gibi hatalardan uzak durmalıdır. Davetçi fitneye sebep olmamalı, insanları dinden nefret ettirecek davranışlardan sakınmalı ve kötü temsilde bulunmamalıdır.

7. Davetin Muhâtapları

Davet İlmi, davetin muhataplarını tasnif eder ve her birine nasıl yaklaşılması gerektiğini açıklar. Buna göre davetçinin karşısında şu gruplar vardır:

Müslümanlar

Bunlar üç gruptur: Günahkârlar, orta halliler ve hayırda önde koşanlar.[25]

Gayr-i müslimler

Bunlar kâfirler, yahudiler, hristiyanlar ve münafıklardan oluşur. Her birinin çeşitleri ve dereceleri vardır.

Farklı açılardan bakıldıkça idâreciler ve halk; erkek, kadın ve çocuk gibi başka tasnifler de yapılabilir. Davet İlmi bu sınıfların her birine karşı nasıl bir metot ve üslup kullanılacağını ve hangi vâsıtalardan istifade etmenin daha verimli olacağını araştırır.

8. Emr bi’l-Mâruf ve Nehy ani’l-Münker

Davet İlmi’nin ferʻî meselelerinden ve davet vâsıtalarından biri de “emr bi’l-mâruf ve nehy ani’l-münker”dir. Davet genel bir çağrıyı ifade ederken emr bi’l-mâruf müslümanları ıslaha yönelik daha husûsî bir gayrettir.[26] Davet İlmi bu konuyla ilgili derinlemesine araştırmalar yaparak gerekli kaideleri ortaya koyar.

Emr bi’l-mârufun bir kısım metotları şunlardır:

1. Öğretme ve anlatma

2. İmanı ve dînî duyguları kuvvetlendirme

3. Güzel öğüt

4. Ülfet, insanları ısındırma ve hataları örtme

5. Duyguları ve hisleri harekete geçirme

6. Tevbeye teşvik

7. Gerektiğinde sert sözlerle ikaz ve dövme

8. Âsîlere had cezası uygulama

9. Çevreyi değiştirme

10. Alternatif sunma…

9. Davet Metotları

Metot, bilinmeyen gerçeklikleri keşfetmek veya bilinen geçeklikleri ispat etmek için izlenen ilkelerin ve bu maksatla kullanılacak olan araçların bütününe denir. Metot, bir ilmin en temel şartıdır. Diğer taraftan her ilmin aslî hedefi de küllî gerçeklikleri keşfetmek ve ispat etmektir. Küllî gerçeklikleri keşfetmenin yolu ise akıl yürütmedir. Bundan dolayı metodun temeli, akıl yürütmeye dayanmaktadır.[27]

Davet İlmi, araştırma, gözlem ve tecrübelere dayanarak davet faaliyetleri için metotlar ortaya koyar ve mevcut metotları geliştirir.

Davet metotları ortaya koyanı veya kaynağı açısından iki ana kısma ayrılır:

a. Rabbânî Metotlar: Allah teâlâ’nın Kur’ân ve sünnet yoluyla davet için koyduğu metotlardır. Bunlar hatadan korunmuş metotlar olup diğer bütün davet metotlarının aslıdır.

b. Beşerî Metotlar: Bunlar, davetçi ve âlimlerin, içtihatlarıyla, rabbânî metotları tatbik ederek ve onlara dayanarak davetin herhangi bir yönüyle ilgili ortaya koydukları metotlardır. Bunlar, metodu ortaya koyan kimselerin yaşadığı zamana ve davet ettikleri kişilerin şartlarına göre ortaya çıkar. Tıpkı herhangi bir ictihâdî mesele gibi bu metotların da doğru ve yanlış olma ihtimali vardır.

Konusu açısından davet metotları, davetin ihtiva ettiği konulara bağlı olarak çok çeşitlilik arz eder. Bunun sebebi, İslâmî davetin insan hayatının bütün yönlerini kapsamasıdır.

Davet metotları tabiatı açısından husûsî-umûmî, ferdî-toplumsal, nazarî-tatbîkî ve benzeri çeşitlere ayrılır.

İslâm bu umûmî, husûsî ve diğer metotlar için pek çok misaller getirmiştir. Meselâ vacip olarak gecenin tamamında veya bir kısmında teheccüde kalkmak, Rasûlullah (s.a.v)’e has bir ibadet metodudur.[28]

Davet metotları, dayanakları açısından da çeşitlere ayrılır. Bu, insan fıtratının kalp, akıl ve histen oluşan üç dayanağına istinad eder.

Kalbe dayalı metotlar “duygusal metot”, akla dayalı metotlar “aklî metot”, duyulara dayalı olanlar da “hissî” veya “tecrübî metot” diye isimlendirilir.[29]

9.1. Duygusal Metot

Kalbe dayanan, şuur ve vicdanı harekete geçiren davet şekillerinin toplamı duygusal metodu oluşturur. Duygusal metodun öne çıkan şekilleri şunlardır:

9.1.1. Mevʻıza-i Hasene (Güzel Öğüt) Yöntemi

Bunun şekilleri çoktur. Bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

1) Hitabet

2) Allah’ın kullarına lütfettiği ve şükrü gerektiren nimetleri hatırlatmak

3) Davetçinin muhatabını övmesi veya yermesi. Bu da onun husûsiyetlerini ve meziyetlerini veya ayıplarını ve hatalarını zikrederek olur.

4) Teşvik etme, korkutma, sevap ve cezanın zikredilmesi.

5) Yardım ve muzafferiyet vaʻdi.

6) Duygusal ve tesirli kıssalar anlatmak.

Bu ve benzeri yöntemler mevʻıza-i haseneye dâhildir.

Allah teâlâ şöyle buyurur:

“(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır…”[30]

9.1.2. Muhâtaplara Şefkat ve Merhamet Göstermek

Bu da tesirli ve hoş sözler söylemekle olur, “babacığım”, “yavrucuğum”, “ey kavmim” gibi sözlerle hitap etmek, davetçinin muhataplarına “seni seviyorum”, “senin için endişeleniyorum” gibi sözler söylemesi buna misaldir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Sen onlara sırf Allah’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…”[31]

9.1.3. İhtiyaçları Gidermek, Yardımda Bulunmak, Hizmet Etmek

Bu yöntem, ihtiyaçlara, yapılan yardımlara, bunların maddî veya mânevî, az veya çok olmasına göre çeşitlilik arzeder.[32]

9.2. Aklî Metot

Akla dayanan; tefekkür, tedebbür ve ibret almaya çağıran davet metotlarının toplamıdır. Aklî muhâkemeler ve bütün kıyas şekilleri buna dâhildir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Yeminlerini bozan, peygamberi sürüp çıkarmaya karar veren ve size karşı saldırıyı ilk başlatan topluluğa karşı savaşmaktan geri mi duracaksınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz! Hâlbuki asıl çekinmeniz gereken Allah’tır; eğer yürekten inanıyorsanız.”[33]

Cedel, münâzara, diyalog, darb-ı meseller kullanmak veya halk arasında yaygın olan temsilleri anlatmak, aklî yönü galip olan ve ibret alınması gereken kıssalar anlatmak aklî metodun öne çıkan yöntemleridir.[34] Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır…”[35]

“…Şimdi sen bu kıssayı anlat, umulur ki iyice düşünürler.”[36]

9.3. Tecrübî Metot

Duyulara, müşahede ve tecrübelere dayanan davet yöntemlerinin toplamına tecrübî metot denir. Bu metotla, duyular somut şeylere yöneltilerek bir kanaat oluşturulmaya çalışılır. Allah teâlâ’nın şu sözünde olduğu gibi:

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz? Semada da rızkınız ve size vâdedilen başka şeyler vardır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.”[37]

“İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’ân’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?”[38]

Tecrübî metot, uygulamalı öğretme yöntemidir. Muhatap, kendisine emredilen ve yapmaya davet edildiği fiilin nasıl uygulandığını görür. Rasûlullah (s.a.v)’in insanları namaz ve haccı öğrenmeye çağırırken yaptığı gibi. O şöyle buyurmuştur:

“Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz o şekilde namaz kılınız!”[39]

“Hac rükünlerini benden alınız!”[40]

Ahlâk ve âdâbı öğretirken, bunları yaşayan bir örneğin olması son derece etkilidir. Tıpkı Allah teâlâ’nın Rasûlullah (s.a.v)’i mü’minlere, yaşayan bir örnek olarak göstermesi gibi:

“İçinizden Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Rasûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.”[41]

Sahibinin göreceği şekilde kötülüğü el ile değiştirmek ve ortadan kaldırmak da bu metodun bir yöntemidir. Münker’in bu şekilde kötülenmesi, kötülükleri engelleme derecelerinin en kuvvetlisi sayılır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin…”[42]

Bu metot, genelde bütün insanların kabul ettiği algılanabilir şeylere dayandığı için tesiri çabuk görülür. Bir insan bunları kabul etmiyorsa, bu onun inadına ve yanlışta ısrar ettiğine delalet eder.[43]

9.4. Davet Metotlarının Ana Karakteri

Dâvet metotlarının genel karakterini maddeler hâlinde zikretmek gerekirse şu şekilde özetleyebiliriz:

– Davet metotları, felsefî metod ve kelâmî yöntemlerden uzak, son derece açık ve kolay anlaşılır metotlardır. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.”[44]

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. «Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız…[45]

– Davet metotları inancı insan nefsine iyice yerleştirir, hem akla hem kalbe dayanan bir üslup ile onu korumaya alır. Bunu da o konuya delalet eden aklî ve naklî delilleri beyan ederek, akîde etrafında uyandırılan şüpheleri tartışıp reddederek ve insanların hayatında yaygın olan bozuk inançları iptal ederek yapar. Meselâ şu âyet-i kerimede bunun örneğini görmek mümkündür: “Ama onlar, kullarından bir kısmını, O’nun bir cüzü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür. Yoksa Allah, yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi ayırdı! Onlardan biri, Rahmân’a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir. Süs içinde yetiştirilip savaş edemeyecek olanı mı istemiyorlar? (Onları Allah’ın parçası mı sayıyorlar?) Onlar, Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Acaba meleklerin yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir…”[46]

– İbadet ve onun yöntemleriyle ilgili tevkîfî bir metod takrir eder.

– Şeriatın maksatlarıyla çelişmeyen veya muamelatın herhangi bir yönünde bozukluğa sebep olmayan şeyleri kabul eder.

– Şerʻî ahkâmın büyük kısmı için genel usul ve kâideler koyar, amelî tatbîkât ve ferʻî hükümler için ictihad alanını geniş tutar.

– Güzel ahlâkı açıklar ve onun sıdk, adâlet ve emanet gibi ana umdelerini bildirir.

– Kötü ahlâkı beyan eder ve onun yalan, zulüm ve hıyanet gibi ana konularını açıklar.

– Güzel ahlâk ile iyi davranışları diğerlerinden ayıran sâbit kâide ve ölçüler koyar.

– Ahlâkı güzelleştirmeye ve insanı tabiat ile mücahedeye davet eder ve bu konuda tabiatı bahane olarak görmeyi kabul etmez.[47]

9.5. Davet Metotlarının Genel Özellikleri

Davet metotlarının genel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz: Rabbânîlik, kemâl, açıklık, şümûl, tevâzün (dengeli olmak), uygulanabilirlik, şerʻî hükümlere bağlılık (inzibat), kademe kademe ilerlemek (tederrüc) ve devamlılık (istimrâr).[48]

10. Davet Üslûbu

Davetçinin davet metodunu uygulama keyfiyetine üslûb denir. Bunu “yöntem” kelimesiyle karşılayanlar da vardır. Davet İlmi, davetçinin tatbik edeceği üslup ve yöntemleri belirler, hangi muhataba hangi yöntemi uygulayacağını bildirir. Belli başlı davet üslupları şunlardır:

10.1. Hikmet Üslûbu

حكم fiil kökü, “men etme” manasını ifade eder. Mesela bu kökten türeyen hüküm, zulümden men etmektir. Hayvanı koşmaktan engellediği için geme hakemetü’l-licâm veya hakemetü’d-dâbbe denilmiştir. Beyinsiz birinin elinden tutup onu yanlış yapmaktan engelleyen kişi حَكَمْتُ السَّفِيهَ وَأَحْكَمْتُهُ der. Hikmet de insanı cehaletten alıkoyar. Hikmetli, tecrübeli, olgun kimseye muhakkem denir.[49] Halîl b. Ahmed (ö. 175/791) hikmetin adalet, ilim ve hilme dayandığını söyler. Bir kimse hikmet ehli olduğunda “أحْكَمَتْه التَجارِبُ: tecrübeler onu hakîm yaptı” denir.[50] İbn Düreyd (ö. 321/933), “Sana öğüt veren, seni sınırlayan, iyiliğe çağıran veya çirkinlikten nehyeden her söz hikmettir” der.[51] Fîrûzâbâdî (ö. 816/1415) ise hikmeti; adalet, ilim, hilim, nübüvvet, Kur’ân ve İncil diye açıklar.[52] Bu kökten türeyen ahkame, sağlam yaptı; istahkame de bozulmaktan korudu manalarına gelir.[53] Masdar olarak hikmetin menʻ-i fesâd ve celb-i salâh manası vardır ki hüküm, hükûmet, muhkemlik hep bu esastan alınmıştır.[54]

Müfessirler hikmet kelimesinin Kur’ân’da zikrediliş şekillerine bakarak muhtelif tarifler yapmışlardır. Mukâtil b. Süleymân (ö. 150/767), muhtelif âyet-i kerimelerde geçen hikmet kelimesinin Kur’ân’ın öğütleri,[55] anlayış, ilim,[56] nübüvvet,[57] Kur’ân’ın tefsiri[58] ve Kur’ân[59] manalarına geldiğini ifade eder.[60] Taberî, hikmetin, hak ile batılın arasını ayıran hükümden alındığı kanaatindedir.[61] Yani âdil davranarak, ilâhî ölçülere riayet ederek doğru hükmü vermek, doğru ile yanlışın arasını ayırmak hikmet olmaktadır. Hikmet’in tarif ve izahına en fazla yoğunlaşan müfessirlerden biri Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’dır. O, hikmetin bütün manalarını tefsirlerden derleyip bir araya getirmiş ve uzun uzun izahlarda bulunmuştur. Yukarıda zikredilenler dışında şu manaları da zikretmiştir:

– Hikmet, ilim ve amelde ihkâm, söz ve fiilde isabettir. Sözde isabet hakka, fiilde isabet hayra yöneliktir.

– Hikmet, ilim ve onunla ameldir. Herhangi bir nazarî ilim bizzat bir hikmet olmadığı gibi tesadüfî olan herhangi bir gayr-ı ilmî amel de öyledir. Yani ilim amele sebep olmalı, amel ilimden kaynaklanmalı ve her ikisi de zararı def edip maslahatı celb etmelidir.

– Hikmet, ilim ve fıkıhtır.

– Her şeyin manasını tanımak ve anlamaktır.

– Sünnet-i muhkemedir.

– Her şeyi yerine ve mertebesine koymaktır. Şu halde hikmet, adalet demek olur.

– Güzel ve isabetli fiillere yönelmektir. Bu gaye devamlı olduğu için hikmetin sâbit bir meleke ve bir ahlâk olduğu açıktır.

– Siyasette beşerî imkânlar dâhilinde Allah teâlâ’ya iktidâdır ki bu da ilmini cehilden, fiilini zulümden, cömertliğini cimrilikten, hilmini beyinsizlikten arındırmakla olur.

– İlâhî ahlâk ile ahlaklanmaktır. Hikmetin başı, mevcûdâta ibret nazarıyla bakıp tefekkür ve tezekkürde bulunarak bir anlayışa ve ilme ulaşmak; ortası, dîn ve tâat; sonu da âhiret saâdetidir.

Hikmet bir nûrdur ki vesvese ile makamın arası bununla ayrılır.[62] İbn Zeyd hikmeti, Allah’ın kalpte yarattığı ve kendisiyle o kulunu nurlandırdığı bir şey olarak tarif etmiştir.[63] İbn Atıyye, “hikmet, dinde fıkıh ve bir seciye ve Allah’tan bir nûr olan anlayıştır” tarifini nakleder.[64]

Bu tarifleri şu üç noktada birleştirmek mümkündür: Hikmet, faydalı amele götürmesi haysiyetiyle ilim, ilme dayanması haysiyetiyle faydalı amel, ilim ve amelde ihkâm (sağlam yapmak), diğer bir tabirle söz ve fiilde isabettir. Bunu kısaca ilim ve fıkıh diye özetleyebiliriz.[65]

Bu manalardan hareketle, hikmeti; “insanı cahillik, akılsızlık, haksızlık ve fesattan koruyup engelleyen ve ona iyi şeyleri kazandıran ilim ve anlayış” diye tarif edebiliriz.[66]

Davette hikmet üslûbu, her şeyi yerli yerine koyan üslup ve yöntemdir. Bu yönüyle bütün davet yöntemlerine şâmildir. Davet esnasında hangi muhataba ne söylenir, hangi konular öncelikle anlatılır, hangi konulara ne kadar ağırlık verilir, bütün bunları Davet İlmi tespit edip davetçilere rapor hâlinde sunar.[67]

10.2. Mevʻiza-i Hasene Üslûbu

Lügatte “mevʻiza”; nasihat etti, âkıbetleri hatırlattı, itaati emir ve tavsiye etti anlamına gelenوعظ fiilinden türemiştir.[68] “Hasene”, seyyie’nin (kötülüğün) zıddıdır.

Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.”[69]

“…İnsanlara güzel söz söyleyin.”[70]

“…Kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.”[71]

Mevʻiza-i hasene’nin birçok şekli vardır, bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

1) Açık, latîf ve yumuşak söz. Allah teâlâ şöyle buyurur: “… İnsanlara güzel söz söyleyin.”[72]

2) Latîf ve anlaşılır işaret.

3) Târiz, kinaye ve tevriye.

4) Kıssa, tesirli konuşma ve espri.

5) Şükrü gerektiren nimetleri hatırlatmak.

6) Medih ve zem.

7) Terğîb ve terhîb.

8) Zafer ve başarı vaʻd etmek.

9) Tahammül ve sabır…[73]

İnsanlara tesir eden, onları itaat ve icabete sevkeden doğrudan ve dolaylı bütün yöntemler mevʻiza-i hasene üslûbuna dâhildir.[74]

10.3. Mücâdele Üslûbu

Cedel, husûmette ısrar ve onu yapabilmek demektir. Husûmette şiddeti ifade eder. Hadiste şöyle geçer: “Bir kavme cedel verildiğinde onlar mutlaka sapıtırlar.” Cedel, delîle delille karşılık vermektir; mücâdele, münâzara ve muhâsama demektir.[75] Farklı şekillerde tarif edilmiştir. Ebü’l-Bekā: “Kişinin hasmını bir delil veya şüphe ile bozuk sözünden uzaklaştırması” diye tarif eder.[76] Seyyid Şerif Cürcânî “Cidâl: Görüşlerin ortaya çıkarılıp söylenmesiyle ilgili tartışmadan ibarettir” der.[77]

Mücadele iki türlüdür, bazen en güzel şekilde, bazen de bâtıl için yapılır. Bunların biri medhedilmiş, diğeri de yerilmiştir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“… Onlarla en güzel şekilde mücadele et!…”[78] “… Bâtılı hakkın yerine koymak için boşuna mücadele etmişlerdi…[79]

Allah teâlâ tebliğde mücadelenin en güzel şekilde yapılmasını ısrarla emretmektedir. Aksi takdirde muhatap inatlaşarak İslâm’dan iyice uzaklaşabilir.[80]

10.4. Güzel Örnek Olma Üslûbu

Bir kişi iyi veya kötü örnek olabilir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa ona bunun ecri ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin ecri vardır. Onların ecirlerinden de hiçbir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa ona da bunun günahı ve kendinden sonra onunla amel edenlerin günahı vardır. Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”[81]

Allah teâlâ, rasuller göndermiş, onların kıssalarını anlatmış, ahlâklarını zikretmiş, sonra da mü’minlere bu rasullere uymalarını, peşlerinden gitmelerini emretmiştir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“İşte o peygamberler Allah’ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy…[82]

İnsanın tabiatında ve fıtratında taklit etme ve örnek alma özelliği vardır. İnsanların etkilendiği şeylerin çoğu da okuma ve işitme yoluyladır, özellikle de pratik konularda ve zor durumlarda. Bu etkilenme çoğu zaman fıtrî olup bilinçli değildir.

Örneğin tesiri geneldir, farklı seviyelerdeki bütün insanları kapsar, hatta ümmî insanı bile içine alır. Zira her insanın, anlamasa bile bir başkasının yaptığına benzemesi ve onu taklit etmesi mümkündür.

Diğer taraftan bu yöntem gayet kolaydır. Hayır ve iyilik, uyulandan uyana çabuk geçer. Çünkü bir şeyi pratik olarak yapmak ve ona sarılmak, muhatabı, o şeyi anlatıp övmekten daha fazla ikna eder. Bir hayrı sadece yapmak ve tatbik etmek bile, başkalarında o hayrın ve tatbikinin doğruluğu konusunda bir kanaat oluşturur. Çünkü o soyut bir ideal değil, yaşanabilen bir şeydir.

Güzel bir örnek, insan nefsini derinden etkiler. Zira nefis nazarî konulardan çok pratik durumlara daha hızlı icabet eder.

Davetin metot ve üsluplarından bahsettikten sonra şunu da ifade etmek gerekir ki bu metot ve üslupları zamanın ilerlemesiyle devamlı olarak geliştirmek gerekmektedir. Zira metotlar, belli bir şekil üzere sabit kalmaz. Vaktin gerektirdiği şeylere göre zamandan zamana, hâlden hâle değişir. Bir davet metodu, muayyen bir şahsa, belli bir vakitte veya belli bir yaşta uygun olabilir. Şâyet davet edilen kişi olduğu gibi devam eder, bu yöntem ona fayda vermezse, davetçinin yöntemini muhatabın hâline göre değiştirmesi ve daha uygun bir hâle gelinceye kadar geliştirmesi gerekir.

İbadetler haricindeki davet metotlarında aslolan ictihâdî olmaları ve devamlı gelişir vaziyette bulunmalarıdır. Davetçilerin bunları yaşadıkları zamanın gereğine göre güzelleştirip geliştirmeleri mümkündür. Hulefâ-i râşidînin, sahabe-i kiramın ve selef-i sâlihînin Kur’ân-ı Kerim’i ve sünnet-i seniyyeyi koruma yöntemlerini geliştirmek için yaptıkları faaliyetler buna delildir.[83] Davet İlmi bu konuda araştırmalar yaparak her zaman ve mekâna en uygun metodun ne olduğunu tespit etmeye çalışır.

11. Davet Fıkhı

Davet fıkhı, davette bulunurken hassas ve derinlikli bir şekilde düşünerek hareket etmeyi, derin bir anlayışa sahip olmayı ifade eder. Davet ettiği konuyu, muhâtabın durumunu, zamanı, zemîni ve diğer şartları bütün inceliğiyle bilip kavramayı ve ona göre hareket etmeyi anlatır. Davet İlmi, davet fıkhıyla ilgili incelikleri tespit ederek davetçilerin hizmetine sunar.

Bir davetçi muhatapların aklî, ilmî ve diğer durumlarını bilmelidir. Hz. Ali (r.a) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlara anlayabilecekleri şekilde konuşunuz! Allah ve Rasûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz!”[84]

Abdullah b. Mes’ûd (r.a) şöyle demiştir: “Şayet bir topluluğa akıllarının ermediği bir hadis nakledersen, bu onların bir kısmı için ancak fitne unsuru olur.”[85]

Davetçinin hangi durumda nasıl davranmak gerektiğini iyi bilmesi gerekir. Davet fıkhı işte bu konuyla ilgilenir ve bir takım esaslar belirler. Bu esasların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

– Davette tedrîcîliğe riayet etmelidir.

– Kimin söylediğine değil ne söylediğine bakmalıdır.

– Tartıştığında hakkın gâlib gelmesi için gayret etmeli, nefsin zaferi için çalışmamalıdır.

– Davetçi davet ettiği şeyi bilerek çağırmalı, bilmediği bir şeye çağırmamalıdır.

– Davetçi farklı ictihadların olduğu bir hususta müdahale etmemelidir

– Davetçi söylediğini tam olarak yapamasa bile davette bulunmalıdır, zira sözüyle amelinin tutarlı olması çok mühim olmakla birlikte davetçinin kâmil olması şart koşulmamıştır.

– Davetçi farklı insan tiplerini tanımalı, kime nasıl hitap edeceğini bilmelidir.

– Davetçi hikmet ehli olmalıdır.

– Davetçi günah üzere gördüğü kimseyi itmemeli, onu kuyuya düşmüş biri olarak görüp kurtarmaya çalışmalıdır. Son nefesine kadar kimse hakkında kesin karar vermemelidir.[86]

Bunun gibi davetle ilgili ince ve hassas kâidelerden bahsetmek Davet Fıkhı’nın konusudur.

12. Davet Vâsıtaları

Vasıta, davetin esas rükünlerinden biridir. Davet ne kadar güzel olursa olsun vasıta bulunamaz veya uygun olmazsa maksada ulaşılamaz. Davet İlmi, davetin hangi vasıtalarla yapılacağını araştırır, yeni vasıtaları tespit edip onları kullanma usulünü öğretir. Eskiden beri devam eden bir takım vasıtalar olduğu gibi her gün yeni yeni davet vastaları da ortaya çıkmaktadır. Bunları takip edip en güzel şekilde kullanılmasını sağlamak Davet İlmi’nin konularından biridir.

Davetin bir kısım vasıtalarını şöyle sıralayabiliriz: Kitap, makale, dergi, gazete, internet, okul, eğitim, hutbe, vaaz, mektup, telefon, mevlid merasimleri, cenazeyle ilgili merasimler, konferans, sempozyum, seminer, sohbet, radyo, televizyon, film, sinema, tiyatro, musiki, broşür, afiş, takvim, resim, karikatür, resimli çocuk kitapları, sosyal medya…

Davet İlmi bunların her biriyle ilgili araştırmalar yapar ve hangi vâsıtanın nerede, ne zaman ve kimlere karşı daha tesirli olduğunu tespit etmeye çalışır. Bu vasıtaların hükümlerini, rükün ve şartlarını, sünnet ve âdâbını belirler, konunun nasıl seçileceğini, münasip zaman ve mekânı, muhatapların durumunu, konuyu anlatmak için uygun vaktin ne kadar olduğunu ve nasıl aktarılması gerektiğini ve dikkat edilmesi gereken noktaları inceler. Davetçinin davet vasıtalarını nasıl elde edeceğini ve onlardan ne şekilde istifade edebileceğini anlatır.

13. Davet Mekânları

Şartlar müsait olduğunda insanın olduğu her yerde davet gerçekleştirilebilir. Ancak davetin yoğunlaştığı bazı mekânlar da vardır. Evler, camiler, okullar, üniversiteler, yurtlar, vakıflar, dernekler, seyahat vasıtaları davetin çokça yapılabileceği yerlerdir. Davet İlmi bu mekânların en güzel şekilde nasıl kullanılabileceğini, nerede kime nasıl hitap etmek gerektiğini inceler. Bunlara yenilerini katabilmek için araştırmalarda bulunur.

14. Davetin Problemleri

Davet İlmi’nin önemli ilgi alanlarından biri de Davetçi, metod, vasıta ve üslup konularındaki problemleri tespit edip gidermeye çalışmaktır.

Bir davetçiden sadır olan hata, normal bir insandan sadır olan gibi değildir. Normal insanın hatası kendini bağlar ve ondan öteye geçmez. Ancak bir davetçinin yaptığı hata, diğer insanlara da tesir eder ve sonuçları bütün davete, dolayısıyla İslâm’a zarar verir. Bu sebeple, örnek ve önder insanları hata yapmaktan sakındıran farklı üsluplarda pek çok uyarı gelmiştir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Ey Peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır. Sizden kim, Allah’a ve Rasûlüne itaat eder ve sâlih amel işlerse ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz…”[87]

Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehenneme atılır, iç organları arkasından çıkar, onları sürükleyerek merkebin değirmen çevirdiği gibi döner durur. Cehennem ehli başına toplanarak «Ey fülan sana ne oldu? Sen bize iyilikleri emredip kötülüklerden nehyetmez miydin?» derler. O da «Evet, ben iyilikleri tavsiye eder ama kendim yapmazdım, kötülüklerden sakındırır ama onları kendim yapardım» der.”[88]

Çoğumuz, başkalarının ayıplarını görmekten kendi ayıbımızı göremiyoruz. Kardeşimizin gözündeki çöpü görüyoruz da kendi gözümüzdeki merteği görmüyoruz. Problemleri teşhis ve hataları keşfetme konusunda Kur’ân’ın kıymetli yönlendirmelerinden biri, hatayı başkalarında arayıp onları ayıplamadan önce kendi nefsimize dönmektir. Allah teâlâ şöyle buyurur:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu da affeder.”[89]

Ömer b. Hattab (r.a) gazvelerden birinde zaferin gecikmesini müslümanların hata ve kusuruna bağlamıştı. Onlara yazdığı mektupra şöyle demişti: “Emmâ baʻd! Mısır’ın fethi esnasında gecikmenize şaşırdım, senelerdir onlarla savaşıyorsunuz. Bunun sebebi ancak ihdas ettiğiniz bidʻatler ve düşmanlarınızın sevdiği dünyevî şeyleri sevmenizdir. Allah teâlâ bir kavme ancak samimi niyetleri sebebiyle zafer nasîb eder…”[90]

Görülen şudur ki bir davet hareketi, ister ferdî olsun ister cemaat hâlinde, hatasını kolaylıkla fark edemiyor. Farkına varsa bile çoğu zaman onu nasıl tedavi edip düzelteceğini bilemiyor. Bu da hataya çok yakın olması ve onunla iyice ülfet etmesi sebebiyledir. Bu sebeple davetle ilgili hata ve problemleri tedavide başarılı olmak için davetçilerle uygulayıcılar arasında kuvvetli bir yardımlaşmanın olması şarttır.[91]

14.1. Dâhilî (Zâtî) Problemler

Bunlar davetçilerden, onların anlayış, metod, yöntem ve vâsıtalarından kaynaklanan problemlerdir. Başkalarının buna dahli yoktur.

En büyük problem davetçinin doğru yolda giden ve doğru yola çağıran davetçilikten dünyaya dalmış, onun istek ve hırsları peşinde koşan, kendi menfaat ve maslahatlarına göre hareket eden bir kimseye dönüşmesidir.[92] Diğer bazı problemleri de şöyle sıralayabiliriz:

– Müslümanların, davet vazifesinin âlim ve mütehassıslardan bir tabakaya mahsus olduğunu, kendilerinin bundan mes’ûl olmadığını düşünerek bu hususta gevşek davranmaları.

– Davetçinin dar bir bakış açısına sahip olarak kendi çalıştığı alanın dışında kalan davetçileri tenkit etmesi. Davet sadece tebliğ veya sadece talim veya sadece siyaset değildir. Bu alanların her birinde çalışan davetçileri kardeş bilmek ve onlara yardımcı olmak gerekir.

– Çoğu davetçi ve âlimin Davet İlmi’nin hakikatinden, doğuşundan ve insanların ona olan ihtiyacından gafil olması, çoğunun diğer şerʻî ilimleri öğrenmekle bu ilimden müstağnî kalabileceğini zannetmesi, davetle ilgili ihtisaslaşmalara sonradan çıkmış gereksiz şeyler diye bakması.

– Davette hataların tekrarı, geçmiş tecrübe ve hatalardan istifade ve onlardan ibret almanın az oluşu.

– Davet şuurunun azalması.

– Düşmanların tabiatı, hile ve tuzakları karşısında basiretli davranmamak.

– Davetçiler arasında cimrilik, haset, hevaya uymak, dünyayı tercih etmek, herkesin kendi görüşünü beğenmesi, kibir, ucub, baş olma ve riyaset sevdâsı gibi hastalıkların yayılması.

– Davetçilerin hayatında ilmin amelden, fikrin tatbikattan ayrılması ve bunun yaygınlık kazanması.

– Davetçilerin öncelik sıralamasını ihmal etmesi, görevlerle imkânlar, mefsedetlerle maslahatlar arasındaki dengeyi sağlamadaki zaafları.[93]

– Genel olarak mü’minler, özel olarak davetçiler arasında kardeşlik bağlarının zayıflığı, bunların birbirine kötü bakmasına, zanda bulunmasına sebep olmuş ve birbirini tekfir etmeye, dalalet ve bidʻat ehli olarak görmeye sürüklemiştir. Bu durum neticede davetçilerin saflarını bölmüş, kalplerini ve fikirlerini birbirinden uzaklaştırmış ve onları birbirlerine zıt yerlerde duran gruplar hâline getirmiştir.[94]

– İslâmî çalışmalardaki ilmî ve amelî farklılığa yanlış bakışın yayılması, müslümanlar arasındaki ihtilafın yanlış anlaşılması, bunun tabiatından ve sebeplerinden gaflet etmek davetçilerin saflarını parçalamış, birbirine yardım eden kardeşleri birbiriyle çekişen düşmanlar hâline getirmiştir. Bu durum davetçilerin nefsindeki ferdiyeti ve enaniyeti derinleştirmiş, farklı intisaplar sebebiyle nefsî engeller meydana gelmiş, asabiyet ve grupçuluk ruhu yayılmıştır.[95]

– Müslümanların Allah’a itimad ve tevekkülleri zayıflamıştır.[96]

– Müslümanlar bilim ve teknolojide geri kalmış, gerekli gayreti göstermemişlerdir.

– İslâmî davetin ihtiyaçlarını karşılayacak iktisadî yatırım projeleri ihmal edilmiş, davetçiler bu ihtiyaçlarını düzensiz yardım ve sadaka gelirleriyle karşılamak zorunda kalmışlardır.

Öncelikle bu tür problemleri tespit edip ciddiyetle çözümüne yönelmek gerekir. Yakından uzağa doğru sabırla ilerlemek, davetçilerin eğitimine ağırlık vermek lâzımdır. Ümmet içinde bulunan dinine ve tecrübesine güvenilir hakîm ve âlimlerinden bir hey’et oluşturulmalı, müslümanlar bu hey’ete itaat etmeli, onlara karşı samimi davranmalı ve görüşlerini bildirmelidirler. Onlar da kendi aralarında tavsiye ve görüşleri müzakere edip kararlar almalı, yeni planlar, metotlar ve yönlendirmeler yapmalıdırlar.

Sonuç olarak müslümanlar davetle ilgili çalışmalara ısrarla devam etmeli, kendi kendini tenkid esasına dayanmalı, planları takip etmeli, yöntemleri geliştirmeli, vâsıtaları kuvvetlendirmeli ve hataları düzeltme yolunda ciddî adımlar atmalıdır.[97]

14.2. Dış Problemler

İslâmî davetin dış problemleri pek çoktur. Davet İlmi bunların tespiti ve mücadelesiyle ilgili araştırmalar yapar. Dış problemlerin bir kısmı şunlardır:

– Düşmanların müslümanlara karşı kurduğu ve devamlı yenilenen hile ve tuzaklar ve İslâmî daveti yok etmek için yaptıkları planlar.[98]

– Düşmanların bu hile ve tuzaklarını uygularken birbirleriyle yardımlaşmaları ve birbirlerini müslümanlar üzerine gitmeye teşvik etmeleri.[99]

– Düşmanların çok çeşitli yöntemler kullanarak mücadele etmeleri. Bir yöntemi uyguladıklarında veya onun başarısız olduğunu gördüklerinde hemen yeni ve uygun bir yöntem seçmeleri ve kullandıkları yöntemleri devamlı geliştirmeleri.[100]

– Düşmanların maddî vâsıtalarının kuvvetli olması, hedeflerini gerçekleştirmede modern ilimleri ve ilmî araştırmaları kullanmaları.

İç ve dış problemlerin çözümü, engellerin aşılması, düşmanların hile ve tuzaklarından kurtuluş için takvâ ve sabır çok önemli iki esastır.[101] Allah teâlâ bu iki vasfa sahip olanlara yardım ve zafer vaad etmektedir.[102] Tabiî ki bu esaslarla birlikte gayret ve çalışma hiç eksik olmamalıdır.

15. Davet İlmi’nin Tarihi

Davet İlmi, ilim ve amel olarak doğmuştur. İlk olarak bütün peygamberler, Allah’tan aldıkları bilgiye dayanarak İslâm’ın insanlara nasıl tebliğ edileceğini ve onların Allah’ın dinine nasıl davet edileceğini fiilî olarak göstermişlerdir. İkinci merhalede yetiştirdikleri havâri ve sahâbîlerini tebliğ ve davet için göndermeden önce onlara nasıl davranacaklarını öğretmişlerdir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v)’in Ebû Zer el-Ğıfârî, Dımâm b. Saʻlebe, Tufeyl b. Amr ed-Devsî,[103] Hz. Ali,[104] Muaz b. Cebel[105], Ebû Mûsâ el-Eşʻarî gibi sahâbîlere tavsiyeleri meşhurdur.

Sözlü ve tatbîkî bir şekilde devam eden bu ilmin tedvîni ancak son asırda yapılmış ve Kitap’ta, sünnette; râşit halifelerin, sahâbenin, tâbiînin ve İslâm davetçilerinin hayatında yer alan esaslar üzerine binâ edilmiştir. Davet Tarihi, Davet Fıkhı, Davet Metotları, Davet Vâsıtaları, Davet Yöntemleri, Davet Usulleri isimleriyle bu alanda pek çok kitaplar telif edilmiş, zamanla “Davet” ismiyle teşkilat ve müesseseler kurulmuş, Davet İlmi’nin kendine ait tâlim müesseseleri ve araştırma merkezleri faaliyete geçmiştir. İslâm âleminde bazı üniversiteler Daʻvet fakülteleri ve lisansüstü eğitim enstitüleri kurmuşlardır. Dolayısıyla bu ilmin kurucusu olarak bir isim tayin etmek zordur. Davet İlmi’nin son dönemdeki âlimlerin gayretleriyle ortak olarak tedvin edilmiş bir ilim olduğunu söyleyebiliriz.[106] Ancak bu alanda ilk eser verenlerden birinin Abdülkerim Zeydan olduğunu da ifade edelim.

Davet tarihiyle ilgili bir kısım kitaplar şunlardır:

Enver el-Cündî, Mukaddimetü’l-ulum ve’l-menâhic

Şekîb Arslan, Hâdiru’l-’âlemi’l-İslâmî,

Cemil Abdullah Muhammed el-Mısrî, Hâdiru’l-’âlemi’l-İslâmî ve kadâyâhu’l-muâsıra,

Hüseyin Mu’nis, el-İslâmu’l-fâtih,

Cumʻa el-Havlî, Târîhu’d-Daʻve,

Muhammed et-Tîb en-Neccâr, Târîhu’l-enbiyâ,

Rauf Çelebi, ed-Daʻvetü’l-İslâmiye fî ahdihe’l-Medenî,

Abdulgaffar Aziz, ed-Daʻvetü’l-İslâmiye beyne’t-tanzîmi’l-hukûmî ve’t-teşrîʻi’d-dînî,

Muhammed el-Adavî, Daʻvetü’r-rusül,

Muhammed Münîr el-Gadbân, el-Menhecü’l-harakî li’s-sîrati’n-nebeviyye[107]

16. Davet İlmiyle İlgili Eserler (Edebiyat)

Son dönemde Davet ilmiyle ilgili pek çok kıymetli eser kaleme alınmıştır. Bunların hepsini sıralamak çok uzun süreceğinden bir kısmını burada zikretmekle iktifa ediyoruz:

Muhammed Ebü’l-Feth el-Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, Beyrut: Risâle, 1415/1995.

Ahmet Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, İstanbul: Hikmetevi Yayınları, 2020.

Tevfîk el-Vâʻî, ed-Daʻvetü ila’llâh (er-Risâle – el-Vesîle – el-Hedef), el-Mansûra: Dâru’l-Yakîn, ts.

Abdü’l-Ğaffâr Azîz, Fennü’d-daʻveti’l-İslâmiyye ve kavâidü tatbîkihâ, Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, ts.

Muhammed b. Saʻd Bugneh eş-Şehrânî, “İlmü’d-Daʻve ila’llâhi teâlâ: Hakîkatühû ve Ehemmiyyetühû -Dirâsetün Te’sîliyye-”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ümmü’l-Kurâ Ünv., ed-Daʻve ve Usûlü’d-Dîn Fak., 2012/1433.

Muktedayâtü’d-daʻveti fî dav’i’l-muʻtayâti’l-muʻâsıra, Câmiʻatü’ş-Şârika, 1422.

 Bu genel kitaplar hâricinde Davet İlmi’nin muhtelif konularıyla ilgili de pek çok eser kaleme alınmıştır.[108] Bunların bir kısmı da şu şekilde sıralayabiliriz:

Abdülkerim Zeydan, İslâm Davetinin Esasları -Metod ve Vasıtaları-, İstanbul: Çıra yay., 2011.

İsmail Lütfi Çakan, Hakkı Tavsiye Metod ve Vasıtaları, İstanbul: İfav yay., 2017.

Mustafa Meşhur, İslâm’a Davet Fıkhı, İstanbul: Hikmet Neşriyat, 2009, 4 cild.

Fethi Yeken, İslam’a Nasıl Davet Edelim, İstanbul: Ravza yay., ts.

Fethi Yeken Müşkilâtü’d-daʻve ve’d-dâiye

Seyyid Muhammed Nuh, Fıkhu’d-daʻveti’l-ferdiyye fi’l-menheci’l-İslâmî / İslâm’a Davetin Öncelikleri -Ferdî Davet Fıkhı-, trc. Mustafa Kasadar, İstanbul: Ravza yay., 2010.

Muhammed Kutub, Nasıl Davet Edelim?, trc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: Beka yay., 2019.

Hişam et-Talib, İslâm Davetçilerine Eğitim Rehberi, trc. Kâmil Yiğit, İstanbul: Beka yay., 2015.

Hâlis Celebî, Fi’n-Nakdi’z-zâtî

Menâhicu Câmiʻati’l-Medîneti’l-Âlemiyye, Usûlü’d-daʻve, Câmiʻati’l-Medîneti’l-Âlemiyye, 1433.

Menâhicu Câmiʻati’l-Medîneti’l-Âlemiyye, Usûlü’d-daʻve ve turukuhâ 1-4, Câmiʻati’l-Medîneti’l-Âlemiyye, 1433.

Salih b. Muhammed, Başarılı İslam Davetçilerinin Vasıfları, trc. Mehmet Ali Kara, İstanbul: Polen Yayınları, 2016.

Kitâbiyât

Abdurrahman b. Abdullah el-Mısrî (v. 257). Fütûhu Mısr ve’l-Mağrib. Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, 1415.

Aclûnî. Keşfü’l-hafâ. Thk. Abdülhamîd Hindâvî. el-Mektebetü’l-Asrıyye, 1420/2000.

Ali el-Müttakī. Kenzü’l-ummâl. Thk. Bekrî Hayyânî – Safvet es-Sekkā. Beyrut: er-Risâle, 1401/1981.

Dârekutnî. Sünen. Thk. Şuayb Arnaût. Beyrut: Risâle, 1424/2004.

Ebü’l-Bekā. el-Külliyyât. Thk. Adnan Dervîş – Muhammed el-Mısrî. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, ts.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır. Hak Dini Kur’ân Dili. Thk. A. Cüneyt Köksal – Murat Kaya. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2021.

Fîrûzâbâdî. el-Kāmûsü’l-muhît. Thk. Muhammed Nuaym el-Araksûsî. Beyrut: Risale, 1426/2005.

Hatîb el-Bağdâdî. el-Fakîh ve’l-metefakkıh. Thk. Âdil b. Yûsuf el-Ğarâzî. Dâru İbni’l-Cevzî, 1421.

Heysemî. Mecmau’z-zevâid. Thk. Hüsâmüddîn el-Kudsî. Kâhire: Mektebetü’l-Kudsî, 1414/1994.

İbn Atıyye. el-Muharraru’l-vecîz fî tefsiri’l-Kitâbi’l-Azîz. Thk. Abdü’s-Selam Abdü’ş-Şâfî Muhammed. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422.

İbn Fâris. Muʻcemu mekâyîsi’l-luğa. Thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn. Dâru’l-Fikr, 1399/1979.

İbn Hacer. Fethu’l-Bârî. Neşr: Muhammed Fuâd Abdülbâkî – Muhibbuddin el-Hatîb. Beyrut: Dâru’l-Maʻrife, 1379.

İbn Hişâm. es-Sîretü’n-nebeviyye. Tkh. Mustafa es-Sekkā – İbrahim el-Ebyârî – Abdülhafîz eş-Şelebî. Mısır: Matbaatü Mustafa el-Bâbî, 1375/1955.

İbn Kayyım. Zâdü’l-meâd. Beyrut: Risâle, 1415/1994.

İmam Şâfiî. er-Risâle. Thk. Ahmed Muhammed Şâkir. Mısır: Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, 1358/1940.

İzmirli, İsmail Hakkı. Metodoloji. Sad. Refik Ergin, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2006.

Karâfî. el-İhkâm fî temyîzi’l-fetâvâ ani’l-ahkâm ve tasarrufâti’l-kâdî ve’l-imâm. Thk. Ebdülfettah Ebû Gudde, Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiye, 1416/1995.

Kaya, Murat. “Peygamberlere Gelen İlahi Mesajı Tamamlayıcı Üç Temel Ölçü: Mîzân, Furkān ve Hikmet”. Turkish Studies. Volume 13/17, Summer 2018, s. 210-211.

Merzûk Selîm el-Yevbî. “el-Durûsu’d-daʻviyye fi’s-süneni’l-fiʻliyye fî Sahîhi’l-İmâm Müslim”. Yüksek Enstitü, Daʻvet ve İhtisâb Bölümü yüksek lisans tezi, 1411.

Muhammed Hızır Hüseyin. ed-Daʻve ile’l-ıslâh. Kâhire: el-Matbaatü’s-Selefiyye, 1346.

Mukātil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî el-Belhî. el-Vucûh ve’n-Nezâir. Haz. Ali Özek İstanbul: İlmî Neşriyat, 1993.

Münâvî. Feyzu’l-Kadîr. Mısır: el-Mektebetü’t-Ticâriyyetü’l-Kübrâ, 1356.

Nüveyrî. Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb. Kâhire: Dâru’l-Kütüb ve’l-Vesâiki’l-Kavmiyye, 1423.

Seyyid Şerîf Cürcânî. et-Taʻrîfât. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1403/1983. Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî. Câmiu’l-beyân fî te’vîli’l-Kur’ân. Mekketü’l-Mükerreme: Dâru’t-Terbiye ve’t-Türâs, ts.


* https://orcid.org/0000-0001-5544-8548 İstanbul Medeniyet Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, murat.kaya@medeniyet.edu.tr

Bu bölüm şu kitapta neşredilmiştir: Din Hizmetlerinde İLETİŞİM VE TEBLİĞ, ed. Prof. Dr. Hasan Kâmil YILMAZ, Dr. Öğr. Faruk KANGER, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2021, ss. 69-98.

[1] Muhammed er-Râvî, ed-Daʻvetü’l İslâmiyye daʻveten âlemiyyeten, Dâru’t-Tevzîʻ ve’n-Neşri’l-İslâmiyye, 1962, s. 12.

[2] Ahmet Ğalveş, ed-Daʻvetü’l-İslâmiyye -Usûlühâ ve vesâilühâ-, Kâhire: Dâru’l-Kitâbi’l-Mısrî, 1407/1987, s. 10.

[3] Muhammed Ebü’l-Feth el-Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, Beyrut: Risâle, 1415/1995, s. 19.

[4] Muhammed b. Saʻd Bugneh eş-Şehrânî, “İlmü’d-Daʻve ila’llâhi teâlâ: Hakîkatühû ve Ehemmiyyetühû -Dirâsetün Te’sîliyye-”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ümmü’l-Kurâ Ünv., ed-Daʻve ve Usûlü’d-Dîn Fak., 2012/1433, s. 33.

[5] Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 35-36.

[6] Yûsuf 12/108.

[7] Ahmet Özel, “Asıl” mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/asil#1-fikih (21.09.2021).

[8] Muvatta’, Kader, 3; İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye, tkh. Mustafa es-Sekkā – İbrahim el-Ebyârî – Abdülhafîz eş-Şelebî, Mısır: Matbaʻatü Mustafa el-Bâbî, 1375/1955, II, 604; Hâkim, el-Müstedrek, I, 171/318; Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, Katar, I, 80. Hâkim sahih olduğunu söylemiştir.

[9] Bu konuyla ilgili faydalı ve tafsilatlı bir açıklama için İmam Şâfiî -rahimehullah-’ın er-Risâle isimli eserine bakınız (thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Mısır: Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, 1358/1940, s. 91-92). Ayrıca bkz. Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-metefakkıh, thk. Âdil b. Yûsuf el-Ğarâzî, Dâru İbni’l-Cevzî, 1421, I, 270 vd.

[10] en-Nisâ 4/59.

[11] el-Mâide 5/92.

[12] Şehrânî, “İlmü’d-Daʻve ila’llâhi teâlâ”, s. 66-82.

[13] Bkz. el-Muʻcemü’l-vasît, سير mad., I, 470.

[14] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 140-141.

[15] Bu gibi farklar için bkz. Karâfî, el-İhkâm fî temyîzi’l-fetâvâ ani’l-ahkâm ve tasarrufâti’l-kâdî ve’l-imâm, thk. Ebdülfettah Ebû Gudde, Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiye, 1416/1995; İbn Kayyım, Zâdü’l-meâd, Beyrut: Risâle, 1415/1994; Tehânevî, İʻlâü’s-sünen, XIV, 68-69.

[16] el-Ahzâb 33/21.

[17] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, neşr: Muhammed Fuâd Abdülbâkî – Muhibbuddin el-Hatîb, Beyrut: Dâru’l-Maʻrife, 1379, VII, 17.

[18] Ebû Dâvûd, Sünnet, 6/4607; Tirmizî, İlim, 16/2676, Tirmizî “hadis hasen sahihtir” demiştir.

[19] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 145-147.

[20] Bkz. Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-mütefakkıh, II, 138. Bkz. İbn Abdilber, Câmiu beyâni’l-ilmi ve fadlih, I, 133-268. Bu hadis Müsned’de zayıf bir senedle rivayet edilmiştir (II, 157).

[21] Dârekutnî, Sünen, thk. Şuayb Arnaût, Beyrut: Risâle, 1424/2004, IV, 56 (“müttakîler” yerine “âlimler” kullanılmıştır). Hadîsi Hatîb el-Bağdâdî senediyle Ali (r.a)’den şu lafızla nakleder: “Nebîler önder, fakihler efendidirler, onlarla oturmak kişiyi yer yönden geliştirir” (el-Fakîh ve’l-mütefakkih, I, 142). Aclûnî onunla ilgili şöyle der: “Ricâli sikadırlar” (Bkz. Keşfü’l-hafâ, thk. Abdülhamîd Hindâvî, el-Mektebetü’l-Asrıyye, 1420/2000, I, 233). Heysemî de şöyle der: “Ricâli mevsukturlar” (Bkz. Mecmau’z-zevâid, thk. Hüsâmüddîn el-Kudsî, Kâhire: Mektebetü’l-Kudsî, 1414/1994, I, 125-126). Heysemî’nin sözü İbn Mesʻud’dan nakledilen mevkuf rivayet içindir, bu rivayet için değildir, buna dikkat etmek gerekir.

[22] Hadisi Aclûnî zikretmiş ve şöyle demiştir: “Bunu İbn Adiy, Ali (r.a)’den rivayet etmiştir ve Münâvî’nin dediği gibi sahihtir” (Bkz. Keşfü’l-hafâ, II, 76). Herhâlde bu Aclûnî’nin hatasıdır. Feyzu’l-Kadîr’de bunun için değil, önceki hadis için “sahih” denilmiştir (Mısır: el-Mektebetü’t-Ticâriyyetü’l-Kübrâ, 1356, III, 184).

[23] Meselâ şu kitaplara bakılabilir: İbn Hacer, el-İsâbe; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe; Muhammed Yûsuf el-Kandehlevî, Hayatu’s-sahâbe; İbnü’l-Cevzî, Sıfetü’s-Safve; Zehebî, Siyeru aʻlami’n-nübelâ…

[24] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 148-151.

[25] Fâtır 35/32-33.

[26] Şehrânî, “İlmü’d-Daʻve ila’llâhi teâlâ”, s. 60.

[27] İzmirli, İsmail Hakkı, Metodoloji, sad. Refik Ergin, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2006, s. 26-27.

[28] Bkz. el-İsrâ 17/79; el-Müzzemmil 73/1-7, 20.

[29] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 196-198.

[30] en-Nahl 16/125.

[31] Âl-i İmrân 3/159.

[32] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 204-206.

[33] et-Tevbe 9/13.

[34] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 208-212.

[35] Yûsuf 12/111.

[36] el-Aʻrâf 7/176.

[37] ez-Zâriyât 51/20-23.

[38] Fussilet 41/53.

[39] Buhârî, Ezân, 18.

[40] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 318; Müslim, Hacc, 310.

[41] el-Ahzâb 33/21.

[42] Müslim, İman, 78.

[43] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 214-219.

[44] el-Bakara 2/163.

[45] el-Bakara 2/285.

[46] ez-Zuhruf 43/15-19; ayrıca bkz. el-Enʻâm 6/100, er-Raʻd 13/33; es-Sâffât 37/158.

[47] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 221-234.

[48] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 235-240.

[49] Bkz. Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî, Kitâbu’l-Ayn, thk. Mehdî el-Mahzûmî – İbrahim es-Sâmirrâî, Dâru’l-Hilâl, ts., III, 66-67; İbn Düreyd, Cemheretü’l-luga, thk. Remzî Münîr Baʻlebek, Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, 1987, “حكم” md., 1: 564; İbn Fâris, Muʻcemu mekâyîsi’l-luğa, thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dâru’l-Fikr, 1399/1979, “حكم” md., II, 91.

[50] Halîl b. Ahmed, Ayn, “حكم” md., III, 66.

[51] İbn Düreyd, Cemheretü’l-luga, “حكم” md., I, 564.

[52] Ebü’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kūb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el-Kāmûsü’l-muhît, thk. Muhammed Nuaym el-Araksûsî, Beyrut: Risale, 1426/2005, “حكم” md., 1095.

[53] Fîrûzâbâdî, el-Kāmûsü’l-muhît, “حكم” md., 1095.

[54] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, thk. A. Cüneyt Köksal – Murat Kaya, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2021, I, 966.

[55] el-Bakara 2/231, 269; en-Nisâ 4/113; en-Nahl 16/125.

[56] el-Enʻâm 6/89; Meryem 19/12; Lokmân 31/12.

[57] el-Bakara 2/251; en-Nisâ 4/54; Sâd 38/20.

[58] el-Bakara 2/269.

[59] en-Nahl 16/125.

[60] Mukātil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî el-Belhî, el-Vucûh ve’n-Nezâir, haz. Ali Özek, İstanbul: İlmî Neşriyat, 1993, 28-29.

[61] Taberî, Câmiu’l-beyân fî te’vîli’l-Kur’ân, Mekketü’l-Mükerreme: Dâru’t-Terbiye ve’t-Türâs, ts., III, 87.

[62] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, I, 966-980.

[63] Taberî, Câmiu’l-beyân, III, 87.

[64] İbn Atıyye, el-Muharraru’l-vecîz fî tefsiri’l-Kitâbi’l-Azîz, thk. Abdü’s-Selam Abdü’ş-Şâfî Muhammed, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422, I, 212.

[65] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, I, 981.

[66] Bkz. Murat Kaya, “Peygamberlere Gelen İlahi Mesajı Tamamlayıcı Üç Temel Ölçü: Mîzân, Furkān ve Hikmet”, Turkish Studies, Volume 13/17, Summer 2018, s. 210-211.

[67] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 244-257.

[68] Bkz. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, وعظ md., VII, 466; el-Muʻcemü’l-vasît, II, 1055.

[69] Tâ-hâ 20/44.

[70] el-Bakara 2/83.

[71] en-Nisâ 4/63.

[72] el-Bakara 2/83.

[73] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 258-262.

[74] Bkz. Merzûk Selîm el-Yevbî, “el-Durûsu’d-daʻviyye fi’s-süneni’l-fiʻliyye fî Sahîhi’l-İmâm Müslim”, Yüksek Enstitü, Daʻvet ve İhtisâb Bölümü yüksek lisans tezi, 1411, s. 33-41.

[75] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, جدل mad., XI, 105; el-Muʻcemü’l-evsat, I, 111.

[76] Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, thk. Adnan Dervîş – Muhammed el-Mısrî, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, ts., s. 353.

[77] Seyyid Şerîf Cürcânî, et-Taʻrîfât, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1403/1983, s. 75.

[78] en-Nahl 16/125.

[79] el-Mü’min 40/5.

[80] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 263-270.

[81] Müslim, Zekât, 69.

[82] el-Enʻâm 6/90.

[83] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 271-275.

[84] Buhârî, İlim, 49.

[85] Müslim, Mukaddime, 5.

[86] Şehrânî, “İlmü’d-Daʻve ila’llâhi teâlâ”, s. 90-96.

[87] el-Ahzâb 33/30-32.

[88] Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 10; Müslim, Zühd, 51.

[89] eş-Şûrâ 42/30.

[90] Abdurrahman b. Abdullah el-Mısrî (v. 257), Fütûhu Mısr ve’l-Mağrib, Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dîniyye, 1415, s. 102; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, Kâhire: Dâru’l-Kütüb ve’l-Vesâiki’l-Kavmiyye, 1423, XIX, 305; Ali el-Müttakī, Kenzü’l-ummâl, thk. Bekrî Hayyânî – Safvet es-Sekkā, Beyrut: er-Risâle, 1401/1981, V, 705.

[91] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 345-351.

[92] Bu hatanın tedavisi için bkz. Ebü’l-Hasan Ali en-Nedvî, en-Nübüvvetü ve’l-enbiyâ; a.mlf., et-Tefsîru’s-siyâsî li’l-İslâm.

[93] Bkz. Yûsuf el-Kardâvî, Evleviyyâtu’l-hareketi’l-İslâmiyye fi’l-merhaleti’l-kâdime.

[94] İslâm kardeşliği ve hukuku hakkında yazılanlar için bkz. Mahmud Fuad et-Tabbâh, Silsiletü müctemai’l-iman; Abdullah Ulvan, el-Uhuvvetü’l-İslâmiye; Hüsni Edhem Cerrâr, el-Uhuvvetü ve’l-hub fillah; Hasan Hudeybî, Duât lâ kudât; Adnan Ali Rıza en-Nahvî, Keyfe teltakî el-Cemââtu’l-İslâmiyye; Beyânûnî, Vahdetü’l-ameli’l-İslâmî beyne’l-emel ve’l-vâkiʻ; Tâhâ Câbir Alvânî, Edebü’l-ihtilâf fi’l-İslâm; Numan es-Sâmirrâî, et-Tekfîr.

[95] Bkz. Beyânûnî, Vahdetü’l-ameli’l-İslâmî beyne’l-emel ve’l-vâkiʻ; a.mlf., Dirâsât fi’l-ihtilâfâtil-fıkhıyye; Tâhâ Câbir, Edebü’l-ihtilâf fi’l-İslâm; Karadâvî, es-Sahvetü’l-İslâmiyye beyne’l-ihtilâfi’l-meşrûʻ ve’t-teferruku’l-mezmûm; Adnan Ali Rıza en-Nahvî, Keyfe teltakî el-Cemââtu’l-İslâmiyye vd.

[96] Bkz. Muhammed Kutub, Rü’yetün İslâmiyye li-ahvâli’l-âlemi’l-muʻâsır.

[97] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 352-360.

[98] el-Enfâl 8/30; er-Râʻd 13/42; İbrâhim 14/46; Sebe’ 34/33; et-Târık 86/15-17.

[99] en-Neml 27/48-53; Ahmet, V, 278; Ebû Dâvûd, Melâhim, 5/4297.

[100] Örnek olarak bkz. Protokolâtu hukemâi sıhyon; Ahcâr alâ rukʻati’ş-şatranc; Abdurrahman Habenneke, Ecnihatü’l-mekri’s-selâse; et-Tansîr: Huttatün li-ğazvi’l-âlemi’l-İslâmî vd.

[101] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 367-369.

[102] Âl-i İmrân 3/120, 186; Yûsuf 12/90.

[103] Buhârî, Megâzî, 75; Buhârî, 2937; Müslim, 2524; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 243, 448, 502.

[104] Buhârî, Fedâilü’l-Ashâb, 9, Meğâzî, 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 34.

[105] Bkz. Buhârî, Tevhîd, 1; Müslim, İman, 29; Ebû Dâvûd, Zekât, 5; Nesâî, Zekât, 46; İbn Mâce, Zekât, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 233.

[106] Şehrânî, “İlmü’d-Daʻve ila’llâh”, s. 43.

[107] Bkz. Beyânûnî, el-Medhal ilâ ilmi’d-daʻve, s. 53.

[108] Bkz. Şehrânî, “İlmü’d-Daʻve ila’llâhi teâlâ”, s. 98-104.