CEMAATLE NAMAZIN EHEMMİYETİNE DÂİR SAHÂBE-İ KİRÂM’IN SÖZLERİ
١- عن ثابت بن الحجاج قال: خَرَجَ عُمَرُ بنُ الْخَطاَّبِ إِلَى الصَّلاَةِ فَاسْتَقْبَلَ النَّاسَ فَأَمَرَ الْمُؤَذِّنَ فَقَامَ وَقَالَ: لاَ نَنْتَظِرُ لِصَلاَتِنَا أَحَدًا، فَلَمَّا قَضَى صَلاَتَهُ أَقْبَلَ عَلَى النَّاسِ ثُمَّ قَالَ: مَا بَالُ أَقْوَامٍ يَتَخَلَّفُونَ يَتَخَلَّفُ بِتَخَلُّفِهِمْ آخَرُونَ، وَاللهِ لَقَدْ هَمَمْتُ أَنْ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ فَيُجَاءُ فِي أَعْنَاقِهِمْ ثُمَّ يُقَالُ: اشْهَدُوا الصَّلاَةَ.
1. Sâbit bin Haccâc şöyle der:
Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh- namaz için camiye geldi. İnsanlara doğru döndü, müezzine ezân okumasını emretti ve ayağa kalkarak şöyle dedi:
“–Namazımız için kimseyi beklemeyiz.”
Namazı edâ edince de insanlara yöneldi ve şöyle dedi:
“–Bir takım insanlara ne oluyor ki cemaatten geri kalıyorlar, böylece onlara bakarak başkaları da geri kalıyor. Vallâhi içimden şöyle geçiyor: Onlara adam göndereyim, boyunlarından yakalanarak getirilsinler ve onlara «namaza iştirak edin» denilsin.” (Abdürrazzak, Musannef, I, 519)
٢- عَنْ أَبِى بَكْرِ بْنِ سُلَيْمَانَ بْنِ أَبِى حَثْمَةَ أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ فَقَدَ سُلَيْمَانَ بْنَ أَبِى حَثْمَةَ فِى صَلاَةِ الصُّبْحِ وَأَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ غَدَا إِلَى السُّوقِ – وَمَسْكَنُ سُلَيْمَانَ بَيْنَ السُّوقِ وَالْمَسْجِد النَّبَوِىِّ – فَمَرَّ عَلَى الشِّفَاءِ أُمِّ سُلَيْمَانَ فَقَالَ لَهَا: لَمْ أَرَ سُلَيْمَانَ فِى الصُّبْحِ فَقَالَتْ: إِنَّهُ بَاتَ يُصَلِّى فَغَلَبَتْهُ عَيْنَاهُ. فَقَال:َ عُمَرُ لأَنْ أَشْهَدَ صَلاَةَ الصُّبْحِ فِى الْجَمَاعَةِ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أَقُومَ لَيْلَةً.
2. Ebû Bekir bin Süleyman bin Ebi Hasme şöyle demiştir:
“Ömer bin Hattâb, Süleyman bin Ebi Hasme’yi sabah namazında camide göremedi. O gün çarşıya gitti. Süleyman’ın evi de çarşı ile Mescid-i Nebevî’nin arasında idi. Hz. Ömer Süleyman’ın annesi Şifâ hanıma uğrayıp:
«–Süleyman’ı sabah namazında niçin göremedim?» dedi. Kadın:
«–O sabaha kadar namaz kıldı, sonunda da uyku bastırdı ve uyudu» dedi.
Bunun üzerine Ömer -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
«–Sabah namazında cemaatte bulunmam, bana, gece boyu kıyamda kalmamdan daha sevimli gelir.»” (Muvatta’, Salâtü’l-cemâa, 5, 7)
٣- عن الشفاء بنت عبد الله قالت: دَخَلَ عَلَيَّ بَيْتِي عُمَرُ بنُ الْخَطَّابِ فَوَجَدَ عِنْدِي رَجُلَيْنِ نَائِمَيْنِ فَقَالَ: وَمَا شَأْنُ هذَيْنِ، مَا شَهِدَا مَعِيَ الصَّلاَةَ؟ قُلْتُ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ صَلَّيَا مَعَ النَّاسِ، وَكَانَ ذلِكَ فِي رَمَضَان، فَلَمْ يَزَالاَ يُصَلِّيَانِ حَتَّى أَصْبَحَا وَصَلَّيَا الصُّبْحَ وَنَامَا. فَقَالَ عُمَرُ: َلأَنْ أُصَلِّيَ الصُّبْحَ فِي جَمَاعَةٍ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنْ أَنْ أُصَلِّيَ لَيْلَةً حَتَّى أُصْبِحَ.
3. Şifa bint-i Abdillâh şöyle demiştir:
“Ömer bin Hattâb evime gelmişti. İki kişinin uyuduğunu görünce:
«–Bunların neyi var ki benimle birlikte cemaate iştirak etmediler?» dedi. Ben:
«–Ey Mü’minlerin Emîri! Akşam herkesle birlikte namaz kıldılar, -bu hâdise Ramazan’da olmuştu- sabaha kadar da namaz kılmaya devam ettiler. Daha sonra da sabah namazını kılıp yattılar» dedim. Ömer -radıyallâhu anh-:
«–Sabah namazını cemaatle kılmam, benim için sabaha kadar namaz kılmamdan daha sevimlidir» dedi.” (Abdürrazzak, Musannef, I, 526)
٤- عن أبي حيان عن أبيه عن علي قال: لاَ صَلاَةَ لِجَارِ الْمَسْجِدِ إِلاَّ فِي الْمَسْجِدِ، قِيلَ لِعَلِيٍّ: وَمَنْ جَارُ الْمَسْجِدِ؟ قَالَ: مَنْ أَسْمَعَهُ الْمُنَادِي.
4. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
“–Câmiye komşu olanın namazı, (vakti müsâid ve sıhhati yerinde olduğu müddetçe) ancak câmide (tam olarak) kabul olur.”
Hz. Ali’ye:
“–Caminin komşusu kimdir?” denildi.
O da:
“–Kendisine müezzinin sesi ulaşan herkes!” cevâbını verdi. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 57)
٥- عن عائشة قالت: مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ فَلَمْ يُجِبْ فَلَمْ يُرِدْ خَيْرًا اَوْ لَمْ يُرَدْ بِهِ
5. Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle demiştir:
“Kim ezanı işitir de camiye gitmezse hayrı istememiş veya kendisi hakkında hayır murad edilmemiş olur.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 57)
٦- عن ابن عمر قال: كُنَّا مَنْ فَقَدْنَاهُ مِنْ صَلاَةِ الْعِشَاءِ وَالْفَجْرِ أَسَأْنَا بِهِ الظَّنَّ
6. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- şöyle demiştir:
“Bizim zamanımızda yatsı ve sabah namazına gelmeyen birisi oldu mu, onun hakkında sû-i zan beslerdik. (Münafık olabileceği endişesine kapılırdık.)” (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 59)
٧- عن عطاء قال: شُهُودُ صَلاَةٍ فِي جَمَاعَةٍ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنْ صِيَامِ يَوْمٍ وَقِيَامِ لَيْلَةٍ.
7. Atâ şöyle demiştir:
“Namazı cemaatle kılmak bana, gündüzleri oruçla, geceleri namazla geçirmekten daha sevimlidir.” (Ali el-Müttakî, Kenz, VIII, 255/22810; Abdürrazzak, Musannef, I, 527)
٨- عَنْ زَيْدَ بْنَ ثَابِتٍ قَالَ: أَفْضَلُ الصَّلاَةِ صَلاَتُكُمْ فِى بُيُوتِكُمْ إِلاَّ صَلاَةَ الْمَكْتُوبَةِ.
8. Zeyd bin Sâbit şöyle demiştir:
“Farzlar hâricinde en fazîletli namaz evinizde kıldığınız namazdır.” (Muvatta’, Salâtü’l-cemâa, 4)
٩- عن يحيى بن أبي كثير أَنَّ رَجُلاً تَهَاوَنَ أَوْ تَخَلَّفَ عَنِ الصَّلاَةِ حَتَّى يُكَبِّرَ الإمَامُ قَالَ ابْنُ مَسْعُودٍ وَابْنُ عُمَرَ: لَمَا فَاتَكَ مِنْهَا خَيْرٌ مِنْ أَلْفٍ
9. Yahyâ bin Ebî Kesir’den rivâyet edildiğine göre bir kimse namazı hafife almış veya imam tekbir alıncaya kadar cemaatten geri kalmıştı. İbn-i Mes’ud ve İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- ona şöyle dediler:
“–Senin namazdan kaçırdığın ecir, bin (deve kazanmak)tan daha hayırlıdır.” (Aburrazzak, Musannef, I, 528)
١٠- عن ابن جريج قال: قُلْتُ لِعَطَاءٍ: أَرَأَيْتَ إِنْ سَمِعَ النِّدَاءَ أَوْ الإِقَامَةَ وَهُوَ يُصَلِّى الْمَكْتُوبَةَ، أَ يَقْطَعُ صَلاَتَهُ وَيَأْتِيَ الْمَسْجِدَ الْجَامِعَ؟ قَالَ: إِنْ ظَنَّ أَنَّهُ مُدْرِكٌ مِنَ الْمَكْتُوبَةِ شَيْئاً فَنَعَمْ، قُلْتُ: أَرَأَيْتَ إِنْ سَمِعْتُ الإقَامَةَ أَيَحِقُّ عَلَيَّ أَنْ آتِيَ الصَّلاَةَ كَمَا يَحِقُّ إِذَا سَمِعْتُ النِّدَاءَ؟ قَالَ: نَعَمْ.
10. İbn-i Cüreyc şöyle demiştir:
Atâ’ya:
“–Bir kimse (evinde) farzı kılarken ezan veya kâmeti duysa, namazını kesip câmiye gelmesi gerekir mi, ne buyurursunuz?” dedim.
“–Farzın her hangi bir kısmına yetişeceğini ümid ediyorsa evet” dedi.
“–Peki kâmeti duyduğumda da ezanı duyduğum gibi namaza gelmem gerekiyor mu?” dedim.
“–Evet” dedi. (Aburrazzak, Musannef, I, 514)
١١- عن نافع أَنَّ ابْنَ عُمَرَ صَلَّى رَكْعَتَيْنِ مِنَ الْمَكْتُوبَةِ فِي بَيْتِهِ ثُمَّ سَمِعَ الإِقَامَةَ فَخَرَجَ إِلَيْهَا.
11. Nâfi’den rivâyet edildiğine göre, İbn-i Ömer evinde (dört rekâtlık bir) farz namazın iki rekâtını kılmıştı. Bu sırada kâmeti işitti, hemen câmiye gitti. (Aburrazzak, Musannef, I, 514-515)
١٢- عن أنس قال: مَنْ لَمْ تَفُتْهُ الرَّكْعَةُ الأُولَى مِنَ الصَّلاَةِ (أَرْبَعِينَ يَوْماً) كُتِبَتْ لَهُ بَرَاءَتَانِ، بَرَاءَةٌ مِنَ النَّارِ وَ بَرَاءَةٌ مِنَ النِّفَاقِ.
12. Enes -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“Kim (kırk gün arka arkaya cemaatle) namazın ilk rek’atini kaçırmazsa, onun için iki beraat yazılır. Biri cehennemden, diğeri de münâfıklıktan kurtuluş beraatıdır.” (Aburrazzak, Musannef, I, 528)
١٣- وَكَانَ الأَسْوَدُ إِذَا فَاتَتْهُ الْجَمَاعَةُ ذَهَبَ إِلَى مَسْجِدٍ آخَرَ. وَجَاءَ أَنَسْ إِلَى مَسْجِدٍ قَدْ صُلِّيَ فِيهِ فَأَذَّنَ وَأَقَامَ وَصَلَّى جَمَاعَةً.
13. Esved -radıyallâhu anh- cemaati kaçırdığında başka bir camiye giderdi. Hazret-i Enes -radıyallâhu anh- ise namaz kılınmış olan bir camiye geldi, ezan okudu, kamet getirdi ve camaatle namaz kıldı. (İbn-i Hacer, Tağlîku’t-ta’lîk, II, 275)
١٤- عن أُمُّ الدَّرْدَاءِ تَقُولُ: دَخَلَ عَلَيَّ أَبُو الدَّرْدَاءِ وَهُوَ مُغْضَبٌ، فَقُلْتُ: مَا أَغْضَبَكَ؟ فَقَالَ: وَاللهِ مَا أَعْرِفُ مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ صَلَى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَيْئًا إِلاَّ أَنَّهُمْ يُصَلُّونَ جَمِيعًا.
14. Ümmü’d-Derdâ -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:
“Ebû’d-Derdâ -radıyallâhu anh- öfkeli bir şekilde yanıma geldi. Kendisine:
«–Seni öfkelendiren nedir?» diye sordum.
Şu cevabı verdi:
«–Vallâhi ben Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetinden, onların cemâatle namaz kılmaları müstesna, (kusursuz yaptıkları başka) bir şey bilmiyorum!».” (Buharî, Ezân, 31)
١٥- قَالَ مُجَاهِدٌ: وَسُئِلَ ابنُ عَبَّاسٍ عَن رَجُلٍ يَصُومُ النَّهَارَ وَيَقُومُ اللَّيْلَ، لاَ يَشْهَدُ جُمْعَةٍ وَلاَ جَمَاعَةٍ؟ قَالَ: هُوَ في النَّارِ.
15. Mücâhid şöyle der:
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’ya, gündüz oruç tutan, gece de namaz kılan, fakat cemaate ve cumaya (nefret ederek, hafife ve basite alarak) gelmeyen bir kimse hakkında sorulmuştu:
“–O, ateş ehlindendir!” cevâbını verdi. (Tirmizî, Salât, 48/218)