Takdim

TAKDİM

 

Mü’min bir ferdin manevî dünyasının imârında namaz ibâdeti ne kadar ihyâ edici ise İslâm ümmetinin diriliş ve hayatiyetini devam ettirmesi bakımından da namazın cemaatle edâ edilmesi, aynı şekilde ehemmiyetlidir.

Yaratılış gayemiz olan “yalnız Allâh’a kul olma keyfiyeti”nin, diğer bir ifadeyle Fâtihâ Süresi’nde her gün ikrâr ettiğimiz “ancak sana kulluk ederiz” ahdimizin en güzel vefâ tezâhürü, cemâatle edâ edilen namazdır.

İslâm ümmetinin medeniyet inşasında ilk tezâhür mekânı câmiler olmuştur. Mescidler, kelime-i tevhîdin yani “yalnız Allâh’a kulluğun” madde planında bir alemidir.  Fahr-i kâinât -sallallâhu aleyhi ve selem- Efendimiz’in Medine-i Münevvere’yi teşrifinde ilk yaptığı icraatın “Mescid-i Nebevî”yi inşa olması, son derece mânidardır. Hatta büyük bir vecd içinde bizzat taş taşıyarak bu çekirdek yapıyı oluşturması, ümmetin birlik ve dirliğini gaye edinen ehl-i gönül mü’minlere ne güzel bir irşâddır. Selef-i sâlihîn -Allâh kendilerinden razı olsun- bu güzel sünnete tebeıyyetle (tabi olarak), şehirlerin kuruluşunda aynı yolu izlemiş ve şehrin merkezine, medeniyetimizi temsil eden azametli bir mescid inşasıyla işe başlamıştır.

     Namazın cemaatle edâ edilmesi bazı müctehidlere göre farz-ı kifâye iken bazılarınca da müekked bir sünnet olarak kabul edilmiştir. Fahr-i Kâinât -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz, vefâtına yakın son günlerin dışında farz namazlarını daima cemaatle edâ etmişlerdir. Nasıl böyle olmasın ki? Yüce Rabbimiz, savaşın en çok kızıştığı esnâda kılınacak namazı dahi cemâatle edâ etmemizi emretmiş ve bunun tatbîkini de bizzat kendisi bütün teferruâtıyla târif buyurmuştur. (en-Nisâ, 102)

Câmilerde cemâatle namaz kılmak, Müslümanların kalplerini birbirine bağlar. Birbirlerinin kardeşi olduklarını anlarlar, karşılıklı sevgileri artar. Büyükleri küçüklere merhamet eder, küçükler de yaşlılara hürmetli ve nezâketli olurlar. Zenginler fakirlere, kuvvetliler zayıflara yardım ederler. Sıhhatli olanlar hastaları camide göremeyince evlerinde ararlar ve “Din kardeşinin yardımına koşanın yardımcısı Allâh’tır” (Müslim, Birr, 58) hadis-i şerifindeki müjdeye kavuşmak için âdetâ yarış ederler.

Cemaatle namaz, mü’minlerin îmân gücünü artırır. İslâm cemiyetinin aynasıdır. Cemaate devam ile îmân topluluğu muhâfaza edilir. Mü’minin, namazın sırrına erebilmek için gönlü namazda, kulağı ezânda olmalıdır. Namaza dâvet ezânla başladığından cemâate iştirâk, ezâna iştirâkle başlar. Ashâb-ı kirâm, ezân okunurken bütün dünyevî meşgalelerden sıyrılır, hemen namaz iklîmine girerlerdi. Çekiç sallayan eller durur, konuşan diller susar ve yollar sadece mescide uzanırdı. Allâh Teâlâ bu gibi kullarını methederek şöyle buyurur:

“İçlerinde (yalnız) kendi ismi anılsın diye Allâh’ın yükseltilmelerine izin verdiği evlerde (mescidlerde) O’nun kudret ve yüceliğini sabah akşam dile getirip tesbih eden öyle kimseler vardır ki, bunları ne ticaret ne de alış veriş Allâh’ı anmaktan, namazı gereği gibi ikâme etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyabilir; böyleleri kalplerin ve gözlerin dehşetle döneceği Gün’den korkarlar; (ve ancak böyleleri) Allâh’ın kendilerini, yapıp ettiklerinin en iyisi en güzeliyle mükâfatlandıracağını ve onlara, lütuf ve cömertliğinden, (hak ettiklerinden de) fazlasını vereceğini (umabilirler); Allâh, dilediğine hesapsız rızık verir.” (en-Nûr, 36-38)

Mescidler Beytullâh’ın birer şubesi olması itibariyle Allâh’ın kullarına ikramda bulunduğu hususi mekânlardır. Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Allâh’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allâh’ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” buyurmuşlardır. (Müslim, Mesâcid, 288)

Birer mısrâ-yı berceste gibi semâlara yükselen minârelerdeki müezzinler, her gün beş defa Allâh’ın davetini ilan eden şerefli davetçilerdir. Bu davete icâbet edenlere davet sahibi olan Kerim Mevlâmız’ın pek çok ikrâmlarda bulunacağı âşikârdır. Bu ikramların ilki, kılınan namazların ecrinin en az 25 kat artırılacağı müjdesidir. Daha bize bildirilmeyen, ancak dâvet sahibinin kereminden vereceği maddî-manevî ikramların neler olabileceğini tasavvur etmek ise bizim için mümkün değildir. Mevlânâ’nın ifâdesiyle “Mâdem olmuştur Kerîm, eyler kerem” diyerek sükûta bürünmek edebe riâyet bakımından muvâfık olacaktır. Burada ince bir edep de şudur ki davete giden, ikramlar sebebiyle değil dâvetin bizzat sâhibine gitmelidir. Zîrâ “Sultan’ın sofrasına karın doyurmak için değil şeref kazanmak için oturulur.” O’nun bizi davet etmesinden ve bizi kabul buyurmasından daha aziz hangi nimet olabilir ki?!. Lebbeyk ya Rabbî, lebbeyk!

Allâh ile beraberliğin aşkıyla dolu gönüller, ilâhî davete icâbet ederken şu hadîs-i şerîfi edâ hâlinde olurlar:

“Ezânı duyduğunuz zaman siz de aynen (müezzinin) söylediklerini tekrar edin! Sonra bana salât ü selâm getirin! Çünkü her kim bana bir kere salevât getirirse, Allâh buna karşılık on salevât (rahmet) eder. Bunu tâkiben benim için vesîle isteyin. O (vesîle), cennette öyle bir derecedir ki, ancak Allâh’ın kullarından birine verilir. İşte ben, o kul olmayı temennî ederim. Kim de benim için vesîle dilerse, ona artık şefâatim hak olur.” (Müslim, Salât, 11)

Diğer taraftan cemâatle namaz, meşguliyet açısından çok dağınık ve karmaşık sahnelerle dolu hayatı, disiplin altına almayı öğretir ve kula bir intizâm vererek onu muvâzene sahibi kılar. Dolayısıyla bu hususta vârid olan:

“İmâmdan evvel başını kaldıran kimse, Allâh Teâlâ’nın, onun başını merkep başına çevireceğinden korkmaz mı?” (Müslim, Salât, 114) beyânı da, en sıradan ve tertipsiz kimseleri dahî ciddî ve belli bir terbiye altına alarak huzûrullâhta lâyıkı vechile ibâdete sevkeder. Aksi hâlde cemâatle namazda muvâzene ve intizâm mümkün olmaz.

Cemaatin zarûretini ifade eden şu hâdise, çok câlib-i dikkattir:

Âmâ bir sahâbî olan İbn-i Ümmi Mektûm, cemâate devam husûsunda Hazret-i Peygamber’den izin alabilmek için:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Benim durumumu biliyorsun; evimle mescid arasında ağaçlar, hurmalar var! Her zaman rehber de bulamıyorum!” dedi.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“–Ezânı işitiyor musun?” diye sordu.

“–Evet!” deyince:

“–Öyleyse cemâate gel; emekleyerek de olsa…” buyurdular. (Müslim, Mesâcid, 255; Nasâî, İmâmet, 50; Ebû Dâvud, Salat, 47/552)

Cemâate devam o derece mühimdir ki, bu husus üzerinde hadîs-i şerîflerde gayet ciddî tenbîh ve îkâzlar, yâni terkindeki zarâr ve ziyânı ifâde eden beyânlarda bulunulmuştur. Bu hadîs-i şerîflerden birinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

“–Ezân sesini duyduğu ve bir özrü de bulunmadığı hâlde cemâate gelmeyip olduğu yerde namaz kılan kimsenin namazı geçersizdir.” şeklinde serdetmiş, sahâbe-i kirâm:

“–Özür nedir yâ Rasûlallâh?” diye sorunca:

“−Hastalık veya tehlike korkusudur.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Salât, 46)

 Namaz vakti girdiğinde mescide gidebilmek husûsunda farklı şartlar altında bulunanların da, birkaç kişi de olsa namazlarını aralarında cemâatle kılmaları îcâb eder. Bu husustaki beyân-ı Peygamberî şöyledir:

“Bir köyde veya kırda üç kişi olup da cemâatle namaz kılmıyorlarsa, onlara şeytan musallat olur. Cemâate dikkat edin ve mutlaka katılın; çünkü kurt, yalnız olan koyunu yer.” (Ebû Dâvûd, Salât 46)

Cemâatle namaz husûsunda söylenecek son söz, her mü’minin kalbinin âdetâ mescidlere asılı bir vaziyette olmasıdır. Zîrâ kıyâmet gününde hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli mekânda ilâhî bir gölge ile taltîf edilecek yedi sınıf kimseden biri de «kalbi mescidlere asılı olan» mü’mindir.

Yâ Rabb! Namazlarımızı, gerçek mânâ ve hikmetiyle edâ edilen ve bir mi’râc mâhiyetiyle senin ulvî vuslat ve müşâheden ile şereflenen namazlardan eyle! Namazlarımız, gözlerimizin nûru, gönüllerimizin her iki cihânda da sürûru olsun!

Âmîn!..

Dr. Âdem ERGÜL