Ezânı İşiten Kimse Cemaati Özürsüz Terk Etmemelidir
٤١- عن أبي هريرة؛ قال: أَتَى النَّبِيَّ صَلَى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَجُلٌ أَعْمَى فَقَالَ: يَا رَسُولَ الله! إِنَّهُ لَيْسَ لِي قَائِدٌ يَقُودُنِي إِلَى الْمَسْجِدِ. فَسَأَلَ رَسُولَ اللهِ صَلَى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ يُرَخِّصَ لَهُ فَيُصَلِّيَ فِي بَيْتِهِ. فَرَخَّصَ لَهُ. فَلَمَّا وَلَّي دَعَاهُ فَقَالَ: هَلْ تَسْمَعُ النِّدَاءَ بِالصَّلاَةِ؟ فَقَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَأَجِبْ.
41. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’den rivayet edildiğine göre Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e âmâ bir adam gelip:
“–Yâ Rasûlallâh! Beni camiye götürecek kimsem yok” diyerek namazı evinde kılabilmek için müsaade istedi. Peygamber Efendimiz de müsaade etti. Âmâ dönüp giderken Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu çağırarak:
“–Ezanı işitiyor musun?” diye sordu. Âmâ:
“–Evet” cevabını verdi.
Peygamber -aleyhisselâm-:
“–O halde davete icâbet et, cemaate gel!” buyurdu. (Müslim, Mesâcid, 255)
٤٢- عَنْ ابْنِ أُمِّ مَكْتُومٍ أَنَّهُ سَأَلَ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ إِنِّي رَجُلٌ ضَرِيرُ الْبَصَرِ شَاسِعُ الدَّارِ وَلِي قَائِدٌ لاَ يُلاَئِمُنِي فَهَلْ لِي رُخْصَةٌ أَنْ أُصَلِّيَ فِي بَيْتِي؟ قَالَ: هَلْ تَسْمَعُ النِّدَاءَ؟ قَالَ نَعَمْ: قَالَ لاَ أَجِدُ لَكَ رُخْصَةً.
42. Abdullâh bin Ümmi Mektûm -radıyallâhu anh- Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e:
“–Yâ Rasûlallâh! Ben gözü görmeyen ve evi de camiye uzak olan bir adamım. Bir kılavuzum var, o da bana yumuşak davranmıyor, yardımcı olmuyor. Namazımı evimde kılmaya ruhsat var mı?” diye sordu. Efendimiz:
“–Ezânı işitiyor musun?” buyurdu. O “Evet.” deyince:
“–Senin için bir ruhsat bulamıyorum.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/552)
٤٣- عَن ابن عباس، عَن النَّبِي صَلَى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ فَلَمْ يَأْتِهِ، فَلاَ صَلاَةَ لَهُ إِلاَّ مِنْ عُذْرٍ.
43. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“Kim ezanı işitir de cemaate gelmezse kıldığı namaz (kâmil bir namaz olarak) kabul edilmez. Ancak kendini engelleyen bir özrü varsa o başka.” (İbn-i Mâce, Mesâcid, 17)
٤٤- عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ سَمِعَ الْمُنَادِيَ فَلَمْ يَمْنَعْهُ مِنْ اتِّبَاعِهِ عُذْرٌ قَالُوا: وَمَا الْعُذْرُ؟ قَالَ: خَوْفٌ أَوْ مَرَضٌ لَمْ تُقْبَلْ مِنْهُ الصَّلاَةُ الَّتِي صَلَّى.
44. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“Kim, müezzini işitir ve kendini engelleyen bir özrü olmadığı halde ona icâbet etmezse, kendi başına kıldığı namaz (kâmil bir namaz olarak) kabul edilmez.”
“–(Ey Allâh’ın Rasûlü!) Özür nedir?” dediler.
“–Korku veya hastalıktır!” buyurdu.” (Ebû Dâvud, Salât, 46/551)
٤٥- عَنِ اْلأَسْوَدِ قَالَ: كُنَّا عِنْدَ عَائِشَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهَا فَذَكَرْنَا الْمُوَاظَبَةَ عَلَى الصَّلاَةِ وَالتَّعْظِيمَ لَهَا قَالَتْ لَمَّا مَرِضَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَرَضَهُ الَّذِي مَاتَ فِيهِ فَحَضَرَتِ الصَّلاَةُ فَأُذِّنَ فَقَالَ مُرُوا أَبَا بَكْرٍ فَلْيُصَلِّ بِالنَّاسِ فَقِيلَ لَهُ إِنَّ أَبَا بَكْرٍ رَجُلٌ أَسِيفٌ إِذَا قَامَ فِي مَقَامِكَ لَمْ يَسْتَطِعْ أَنْ يُصَلِّيَ بِالنَّاسِ وَأَعَادَ فَأَعَادُوا لَهُ فَأَعَادَ الثَّالِثَةَ فَقَالَ إِنَّكُنَّ صَوَاحِبُ يُوسُفَ مُرُوا أَبَا بَكْرٍ فَلْيُصَلِّ بِالنَّاسِ فَخَرَجَ أَبُو بَكْرٍ فَصَلَّى فَوَجَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ نَفْسِهِ خِفَّةً فَخَرَجَ يُهَادَى بَيْنَ رَجُلَيْنِ كَأَنِّي أَنْظُرُ رِجْلَيْهِ تَخُطَّانِ مِنْ الْوَجَعِ فَأَرَادَ أَبُو بَكْرٍ أَنْ يَتَأَخَّرَ فَأَوْمَأَ إِلَيْهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ مَكَانَكَ ثُمَّ أُتِيَ بِهِ حَتَّى جَلَسَ إِلَى جَنْبِهِ قِيلَ لِلأَعْمَشِ وَكَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُصَلِّي وَأَبُو بَكْرٍ يُصَلِّي بِصَلاَتِهِ وَالنَّاسُ يُصَلُّونَ بِصَلاَةِ أَبِي بَكْرٍ فَقَالَ بِرَأْسِهِ نَعَمْ رَوَاهُ أَبُو دَاوُدَ عَنْ شُعْبَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ بَعْضَهُ وَزَادَ أَبُو مُعَاوِيَةَ جَلَسَ عَنْ يَسَارِ أَبِي بَكْرٍ فَكَانَ أَبُو بَكْرٍ يُصَلِّي قَائِمًا.
45. Esved -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanında idik. Namaza devâm etmekten ve ona tâzim göstermekten bahsettik. O da şöyle dedi:
“Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in vefatına sebep olan hastalığı esnâsında, bir namaz vakti gelmişti. Ezan okundu. Efendimiz:
«–Ebu Bekir’e söyleyin, halka namaz kıldırsın!» buyurdular.
«–Ebû Bekir yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza duracak olursa (ağlamaktan) halka namaz kıldıramaz.» denildi.
Efendimiz sözünü tekrar ettiğinde yine aynı şeyleri söylediler. Üçüncü defâ tekrar etti ve şöyle dedi:
«–Siz Yusuf’la uğraşan kadınlar gibisiniz. Ebû Bekir’e emredin insanlara namaz kıldırsın.»
Ebû Bekir çıktı ve namaza durdu. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisinde bir hafiflik hissetti. İki adamın yardımı ile camiye çıktı. Şu anda ağrıdan yerde sürünen ayaklarını görür gibiyim. Ebû Bekir geri çekilmek istedi. Ancak Allâh Rasûlü ona:
«Yerinden ayrılma!» diye işaret buyurdu. Sonra Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Ebu Bekir’in yanına getirildi ve oraya oturdu.”
Hadisin râvilerinden olan Â’meş’e:
“–Rasûlullâh namaz kılıyor, Ebû Bekir ona tâbî oluyor ve cemaat de Ebû Bekir’e uyuyordu öyle mi?” diye sorulduğunda başı ile “Evet” dedi.
Ebû Muâviye de şu cümleyi fazla olarak rivâyet eder:
“Ebû Bekir’in soluna oturdu, Ebû Bekir namazı ayakta kıldırıyordu.” (Buhârî, Ezân, 39)