Hem Gözün Ağrıyor Hem de Hurma Yiyorsun! / 10

Suheyb-i Rûmî (r.a), Hz. Peygamber’den sonra hicret için yola çıktı. Müşrikler peşine takıldılar.

“−Sen buraya fakir ve zayıf bir kimse olarak geldin. Aramızda bol servete kavuştun! Sonunda da kendinle birlikte servetini de alıp gitmek istiyorsun ha! Vallâhi buna müsâade etmeyiz!” dediler.

Hz. Suheyb hemen hayvanından indi. Oklarını çıkardı ve:

“−Ey Kureyşliler! İyi bilirsiniz ki, ben sizin en iyi ok atanlarınızdan biriyim. Vallahi yanımda bulunan okların hepsini size atar, bitince de kılıcımı çekerim. Bunlardan birisi elimde bulunduğu müddetçe bana yaklaşamazsınız. Ancak onlar elimden çıktıktan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz. Şimdi servetimin yerini bildirir ve onu size bırakırsam yolumu açar mısınız?” dedi.

Müşrikler teklifi kabûl ettiler. Suheyb b. Sinan (r.a) da servetinin yerini onlara bildirerek yoluna devâm etti. Rebîülevvel ayının ortalarında Kubâ’ya varıp Rasûlullah’a kavuştu. O sırada Hz. Peygamber’in yanında Hz. Ebû Bekir ile Ömer (r.a) bulunuyordu. Önlerinde de Külsûm b. Hidm’in getirdiği Ümmü Cirzan hurmasından bir salkım vardı. Hz. Suheyb’in yolda gözleri ağrımış, karnı da çok acıkmıştı. Hurmalardan yemeye başladı. Hz. Ömer (r.a) latîfe yaparak:

“–Yâ Rasûlallah! Suheyb’i görüyor musunuz? Hem gözü ağrıyor hem de hurma yiyor?!” dedi. Peygamber Efendimiz, Suheyb’e:

“–Hem gözün ağrıyor, hem de yaş hurma yiyorsun ha?!” buyurdu.

Suheyb de:

“–Ben, onu gözümün ağrımayan tarafıyla yiyorum!” dedi.

Rasûlullah (s.a.v) tebessüm etti. Serveti karşılığında dînini ve canını kurtardığına işâretle:

“–Suheyb kazandı! Suheyb kazandı! Ey Ebû Yahyâ! Satış kârlı çıktı! Satış kârlı çıktı!” buyurdu. (İbn Sa’d, III, 226-230; Hâkim, III, 450, 452)