Birgün Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r.anhüm) ile birlikte Uhud Dağı’na çıkmıştı. O sırada dağ sarsılmaya başladı. Âlemlerin Efendisi ayağıyla yere vurup şöyle buyurdu:
“–Sâkin ol ey Uhud! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîd vardır.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6; Tirmizî, Menâkıb, 18/3703; Nesâî, Ahbâs, 4)
Uhud Dağı, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz kendisine çıktığı için sarsıldı. Zira bu, onun için çok büyük bir şerefti. Nasıl olmasın ki?! Ona İmâmü’l-Enbiyâ ve’l-Mürselîn salevâtullâhi ve selâmühû aleyhi ve aleyhim ecmaîn çıkmıştı. Sonra Efendimiz (s.a.v) mübarek ayağıyla vurup sâkin olmasını emredince hemen durdu. Uhud’un sarsılması, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e olan muhabbet ve şevkini ızhar etmek içindi, sâkinleşmesi de O’nun emrine itaat içindi. Gayet açıktır ki bunda insanlar için büyük bir ders vardır. Cansız ve akılsız dediğimiz varlıklar, nebâtat ve hayvanlar böyleyse, onlardan muhabbet ve itaat zuhur ediyorsa -ki bu ikisi birbirinden hiç ayrılmaz-, biz insanların nasıl olması lâzımdır! Üstelik Kur’ân-ı Kerîm’de ve Sünnet-i Seniyye’de muhabbet ve itaati emreden ve bunlara teşvik eden pekçok nas mevcuttur.
Hasan Basrî Hazretleri şöyle buyurur:
“Ey Müslümanlar! Bir odun parçası bile, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e kavuşma şevkiyle inliyor. Hâlbuki sizin ona karşı daha büyük bir iştiyak içinde olmanız îcâb eder.” (Abdurrahman el-Bernî, Mie fadîle min fedâili’l-Medîneti’l-Münevvere, Medine 1432, s. 54-55)